Kendi ölümüne tarih düşüren şairler

Kendi ölümüne tarih düşüren şairler
Kendi ölümüne tarih düşüren şairler

Bazı şairlerin öleceklerini önceden hissettikleri ve ölüm tarihlerini öngören beyitler yazdıkları bilinmektedir. Yani o nazenin dizeler, hikmetinden sual olunmaz bir kâhin kılığına girer ve şairinin ölümünü haber verir kimi zaman.

Osmanlı edebiyatında şairlerin cülus, tayin, fetih, bina yapımı, doğum, ölüm gibi hadiseleri kayıt altına almak için tarih düşürmeleri, bunları daha çok manzum olarak ifade etmeleri sık rastlanan durumlardandır. Özellikle kıt'a nazım biçimiyle yazılan bu tarihlerin birçok örneğini bulmak mümkün. Burada dikkat çeken nokta, kişinin kendi ölümü için söylediği tarihlerin mevcudiyetidir.

Bir kişi ne zaman öleceğini yıllar öncesinden hissedebilir mi? Veya hissettiğinde buna nasıl tarih düşürür?

Bu soruların birden fazla cevabı olabilir. Mesela şairin ölüm tarihi onun ağzından söylenmiş gibi ifade edilebilir; şair bir ermiş, veli, şeyh vb. olabilir, öleceği tarih ona aşikâr olduğu için keramet göstererek ölüm tarihini ebcedle söyleyebilir. Ya da ölen kişi rüyasında dostu olan şaire görünür ve ölüm tarihini söyleyebilir.

hesap Bir şairin ebced hesabıyla kendi ölüm tarihini şiirine kaydedip akıbetini haber vermesindeki mantığı modern insanın kavraması mümkün olmamaktadır.
1055, yani 1645-46 tarihinde ölen bir kişinin mezar taşına yazılan şu mısralar, ölenin ağzından söylenmiş tarihlerin bir örneğidir:

Şerha çekdim dâğ yakdım göz göz etdim sînemi
Dâğımı seyr eyleyen görsün benim târîhimi

(Göğsümü, yarıklar açıp, göz göz edip yaraladım. Yaralarımı görenler benim ölüm tarihimi -bu işaretlerden- anlasınlar.) Safvet ise tezkiresinde yukarıdaki beyti,

Şerha çekdim dâğ yakdım göz göz etdim sînemi
Tâ görenler mâtemim târîhin iz'ân eylesin

şeklinde kaydedip bu beytin Sebk-i Hindî'nin (Hint üslûbu) meşhur temsilcisi Fehîm-i Kadîm tarafından söylendiğini ve vasiyeti üzerine mezar taşına kaydedildiğini belirtir. Dolayısıyla bu tarih aynı zamanda keramet niteliğinde söylenen tarihlere dahil edilebilir.

Ölümü sezmek
Öleceğini hissederek düşürülen tarihlerin en meşhurlarından biri Tacizade Cafer Çelebi'ye atfedilenidir. Kınalızade Hasan Çelebi Tezkire'sinde, “Mevlânâ Necmî Çelebi'den naklolunur ki Mevlânâ-yı mezbûr katl oldugundan üç dört gün mukaddem [önce] mezbûra vardıkda 'Bir tâze gazel dedim, içinden bu beyti gâyetle begendim' dedi, ol beyt budur:

Ben şehîd-i tîğ-i aşk oldukda râh-ı yârda
Yumadan defn eyleniz tenden gubârı gitmesin

(Ben sevgilinin yolunda aşkın kılıcının şehidi olunca, vücudumdaki toprağın gitmemesi için beni yıkamadan defnedin)

Daha sonra, şairin bu beyti dolayısıyla Sultan Selim Camii yanındaki Nişancı Mescidi'ne kanlı elbisesiyle defn olunduğu söylenir. Aynı şekilde Lâzımî'nin,

Can revân etdim görünce ârız-ı cânâneyi
Vâsıl-ı şem'-i cihân-sûz eyledim pervâneyi

(Sevgilinin yanağını görünce canımı teslim ettim, böylelikle pervaneyi cihanı yakan muma kavuşturdum) şeklindeki beyti söylediği fakat beytin içinde bulunduğu gazeli padişaha sunamadan hemen ertesi gün öldüğü kayıtlıdır.

16. yüzyılın önemli simalarından olan ve Kanuni Sultan Süleyman'ın veziri İbrahim Paşa'yı hicvettiği için astırılan Figânî için de benzer bir hikâye anlatılır. Buna göre Figânî'nin astırılmadan birkaç gün önce söylediği,

Zülfi kemendin aldı ele cellâd-ı gamzesi
Benzer Figânî zulm ile berdâr eder seni

(Ey Figânî! Sevgilinin yan bakışının celladı, saçının kemendini ele aldı, sanki seni zulümle asmak istiyor) beyti adeta onun bir ipin ucunda can vereceğini anladığını gösterir.

Tarih düşürme hakkında Prof. Dr. İsmail Yakıt’ın ifadesiyle tarih düşürme, “ebced alfabesindeki her harfin bir sayıya karşılık olması özelliğinden istifade edilerek herhangi bir hadiseye, hesaplandığında o hadisenin meydana geldiği yılı verecek şekilde bir kelime, bir cümle, bir mısra veya bir beyit söylemektir”.
Keramet söyletende
Dahası var: Kendi ölümlerine tarih düşüren şairler de vardır. Keramet niteliğinde söylenmiş olan ölüm tarihlerinin şüphesiz en meşhuru İbn-i Kemal'e aittir. Hastalığı sırasında söylediği “Yâ Ehad! Neccinâ mimmâ nehâf ! (Allah'ım bizi korktuğumuzdan kurtar!)” duası cim ve mim harflerinin ebced karşılıkları hesaplandığında İbn-i Kemal'in ölüm tarihi olan 940/1533-34 senesini verir.

Hesabı tutturamayanlar
Ravzî gibi müstesna şairlerin de İbn-i Kemal gibi ölümlerine tarih düşürmeye çalıştıkları fakat düştükleri tarihte ölmedikleri de görülebiliyor. Şairin Divan'ında bulunan,

Bize dünya serâyında karâr etmek harâm oldı
Ki zîrâ cevri çok bir pâdişâh-ı bî-bedel sevdik

(Saraya benzeyen dünyada kalmak bize haram oldu, çünkü eziyeti çok olan yüce bir padişahı sevdik.)

İki mısra'dan üç târîh olur ayb etmesin yârân
Degildir aklımız yerinde zîrâ kim güzel sevdik

(Dostlar bizim iki mısraımızda üç tarih olmasını ayıplamasınlar. Zira bir güzeli sevdiğimizden aklımız yerinde değildir.)

Halâs etmek dilermişsin bizi dünyâ belâsından
Beri gel bir yana eyle seni biz ey ecel sevdik

(Ey ecel! Bizi dünyanın sıkıntılarından kurtarmak istermişsin, öyleyse sen de beri gel.) beyitlerinde Ravzî, hasta olduğu bir dönemde bedbinliğe düşüp öleceğini zannetmiş, ölüm tarihi olarak 984/1576-7'yi vermiş fakat bu tarihte ölmeyip en az 22 sene daha yaşamıştır.

Manzum olan ve keramet niteliğindeki tarihlerin güzel örneklerinden birine Esrar Dede Divanı'nda rastlanır. Küçük bir hikâye mahiyetindeki “Tarih-i Vefat-ı Manastırlı Hafız Dede” başlıklı şiirde, Hafız Dede'nin keramet göstererek kendi ölümü için tarih düşürdüğü görülür. Şair, bahsi geçen kişi hakkında bilgiler verdikten sonra onun vefatından önce gerçekleşen olağanüstü bir hadiseyi aşağıdaki gibi anlatır:

Altı gün kalmış vefâtına meğer
Otururduk geldi ol sâhib-haber

(O her şeyden haberdar olan (Hafız Dede) vefatına 6 gün kala otururken yanımıza yaklaştı.)

Dedi kim azm-i diyâr etsem gerek
Elvedâ'a gelmişim bî-reyb ü şek

(“Bu diyardan gitmem gerek, size de veda etmeye geldim” dedi.)

Sandılar ihvân ki ol merd-i fenâ
Gidecek şehr-i Manastır'dan yana

(Dostlar onun Manastır şehrine gideceğini zannettiler.)

Kim bilir ârif işâret eylese
Kendi hâline beşâret eylese

(Nitekim arifler bir şey söyleyince diğerleri bunu anlayabilir mi?)

Mahrem-i merdân yine merdândır
Sırr-ı Hakk nâ-mahrem-i nâ-dândır

(Allah sırlarını yalnızca dilediklerine verir, aptallar ise bundan mahrum kalırlar.)

Etdi bu sûretle tekrâr ol velî
Fevtine dâ'ir niçe keşf-i celî

(O veli bu suretle ölümüne dair büyük sırları keşfetti.)

Lîk cümle mudhikâtı müstetir Sûretâ bir kıyl ü kâle münhasır (Lakin görünüşte bir dedikoduya dair olan bütün gülüşler gizlidir.)

Döndü hem târîh-i fevtin söyledi
Şaklabanî gitdi dergehden dedi

(Döndü ve “Şaklabanî dergâhtan gitti” deyip ölümüne tarih düşürdü.)

Nâ-gehân şeş rûz geçdikde o zât
Fevt olup etdi vedâ'-ı kâ'inât

(Aradan altı gün geçince o zat ansızın kainata veda etti.)

Ol zamânda bildi ihvân-ı safâ
Kim ne semte gidecekmiş ol hümâ

(Ancak o zaman dostları o hüma kuşunun hangi semte gideceğini anladılar.)

Dediler cümle çekip gül-bâng-ı hû
Kaddesa'llâhü te'âla sırrahu

(Bunun üzerine hepsi gülbanglar çekip “Allah onun sırrını kutsasın” dediler.)

Rüyaya giren ölü
Kişinin kendi ölüm tarihini söylediği başka şiirler de vardır. Nitekim bunlardan birine kaynaklarda Budinli veya Peşteli diye kaydedilen Hısâlî'nin Fatih Millet Kütüphanesi, Ali Emirî Böl., Mnz. 130 numarada bulunan Divan'ının girişinde tesadüf ediyoruz. Divan'ın müellif hattı nüshasının başına eklenen kayıttan da anlaşıldığı üzere Budinli Hamdî Çelebi rüyasında, daha önce ölmüş olan Hısâlî'yi görmüş, Hısâlî de ona vefatı tarihini veren bir mısra söylemiş, Hamdî Çelebi uyandığında mısraı ebcedle hesaplayınca tam olarak Hısâlî'nin ölüm tarihi olduğunu görmüştür. Bahsi geçen Hamdî Çelebi büyük ihtimal Hısâlî'nin yakın dostlarındandır. Belki el yazısıyla kaleme aldığı bu nüshayı Hısâlî ona hediye etmiş, Hamdî Çelebi de onun ölümünden sonra bu tarihi esere kaydetmiştir. Metnin tamamı şöyledir:
Düşde gördüm Hısâlî merhûmı
Dedim etsin Hudâ seni dilşâd

(Merhum Hısâlî'yi düşte görüp “Allah seni mutlu etsin” dedim.)

Bizi terk eyleyip koyup gitdin
Menzil ü meskenin mübârek bâd

(“Bizi terk ettin ama yattığın yer ve menzilin mübarek olsun.”)

Dahı sordum memâtı ahvâlin
Dedi ol ârif-i suhan-bünyâd

(Sonra o söz erine ölümünü sordum.)

Hasb-ı hâlim vefâtıma târîh
“Lutf-ı Hak erdi oldı rûhum şâd”
(1062/1651-52)
(“Benim vefat tarihim 'Allah'ın lutfu erip ruhum mutluluğa ulaştı' mısraıdır” dedi.)

Yukarıdaki örneklerin çoğu Osmanlı'nın ölüme yaklaşımını göstermesi itibariyle de dikkat çekicidir. “Âsûde bahar ülkesi” olan ölüme yol alacakları “sessiz gemi”yi beklerken yapılan yol hazırlıkları kişisine göre değişmiş. Kimi mezar taşına yazılacakları hazırlamış, kimi arkadaşlarına kendilerini hatırlayacakları bir yadigâr bırakmak için şiirler düzmüş, kimiyse aldığı ilhamla vâkıf oldukları ölüm tarihlerini kaydedip metanetle olacakları beklemiş. İçimizde bu cesareti kendinde bulanlara kahraman diyoruz.