"Katolik olmaktansa Türk olmayı tercih ederim"
Hollanda şehirlerinin bağlı olduğu İspanya’nın Katoliklereuyguladığı baskı karşısında Osmanlı Devleti’nin Protestanlaradestek verdiğini biliyor musunuz? Ya “Papa taraftarı, yaniKatolik olmaktansa Türk olmayı tercih ederim” sözünün sloganhaline geldiğini? Hollanda Akdeniz limanlarında ticaret yapmamüsaadesini nasıl aldı? Hollanda elçisi Avrupa devletlerindenözenle sakladıkları stratejik deniz haritalarını niçin Osmanlıtopraklarına getirdi? Uzmanından dinliyoruz.
17. asırda dünya ticaretinde söz sahibi olan Hollanda mezhep savaşları sonucu bağımsızlığına kavuşmuştu. Bugünkü Hollanda, Belçika, Lüksemburg ve Fransa’nın kuzey bölgesini içine almaktaydı. Resmî olarak Burgundy dükünün arazisi sayılan ve İspanya’ya bağlı Hollanda şehirlerinde, o devirde diğer Avrupa ülkelerine nazaran kayda değer bir hürriyet havası hâkimdi. Antwerp tüccarı Almanya ile yakın ticarî münasebet içinde bulunduğundan Luther’in yazıları elden ele dolaşıyordu.
İspanya kralı V. Charles, dinsizliğin yayılmasına engel olmak için 1521’de Luther’in aforoz edilmesinden sonra Hollanda’da onun bütün kitaplarını müsadere ettirmişti. V. Charles’ın ikinci adımı Engizisyonları Hollanda’ya getirmekti. İlk olarak 1523’de Brüksel’de iki kişi yakıldıktan sonra bütün Lutherciler için ölüm emirleri verilmeye başlandı. Fakat baskılar Lutherciliğin yayılmasını önleyemiyordu. Tahminlere göre 1530’da Antwerp nüfusunun dörtte biri Lutheranlığı benimsemişti. 1550’den itibaren Calvinizm Hollanda’ya Cenova yoluyla girmeye başlayacak, Hollanda Engizisyonu’nun verdiği ağır cezalara rağmen hızla yayılacaktır.
V. Charles 1555’de tahtı II. Felipe’ye devrettikten sonra dinî baskılar devam etti. II. Felipe, Protestanlığı ortadan kaldırmak üzere Hollanda’da doğrudan İspanya’ya bağlı bir idare kurdu. Hollanda’da 3 yeni başpiskoposluk ve 14 piskoposluk kurulması kararıyla artan gerginlik sonucu 1566’da “İkona İsyanı” patlak verdi.
Hollanda, Zelanda ve Utrecht’in yönetimi Oranje Prensi Willem’e verilmişti. İsyanın bastırılması üzerine Willem Almanya’ya kaçtı. 1567’de Alva Dükü orduyla bütün Hollanda’yı, Brüksel başkent olmak üzere tek bir krallık idaresinde toplamakla görevlendirildi. Willem de İspanyollara karşı korsanları destekledi. İlk önce Brill liman şehrini prens Willem adına ele geçiren korsanlar daha sonra kuzey limanlarını birer birer teslim aldılar. Diğer taraftan kuzeye ilerleyen İspanyol kuvvetleri 1574’te Leiden’i kuşattılar. Çaresizlikten şehrin setleri yıkıldı. Deniz sularının her tarafı kaplamasıyla bataklığa dönen arazide paniğe kapılan İspanyol askerleri mağlup olarak geri çekildiler.
Güneydeki asiller 1579 Ocak’ında Arras’da II. Felipe’ye ve Roma Katolik Kilisesi’ne sadakatlerini bildiren ve 10 şehirden oluşan bir birlik ilan ettiler. İki hafta sonra da kuzeyde 7 eyalet Utrecht birliğini kurdu (United Provinces). Prens Willem bu birliğin başına geçince II. Felipe 1580’de, hakkında dinî ve siyasî ağır ithamlar öne sürerek William’ı kanun dışı ilân etti. Ölü veya diri, başına 25 bin altın mükâfat kondu. Nihayet 1584’de Delft’te bir suikast sonucu öldürüldü.
Suçlamalar arasında Türklerle irtibat kurmak da vardır. Anlaşılan o ki, İngiltere Kraliçesi Elizabeth gibi Prens Willem de Osmanlı Devleti’nden gizlice yardım istemişti. Bu irtibat Joseph Nasi, nâm-ı diğer Don Juan Miquez aracılığıyla kurulmuştu. Osmanlı Sultanı Flaman bölgesi ve diğer İspanyol şehirlerindeki Luthercilere bir mektup göndererek kâfirlere (Katolikler) karşı muharebelerinde destek vereceğini bildirmiş, istedikleri zaman donanmayla asker ve yardım göndereceği vaadinde bulunmuştu.
İspanya’nın Protestanlara uyguladığı dinî baskılar halkı o kadar bezdirmiş ve Katoliklere nefret o kadar artmıştı ki
“Liever Turks dan Paaps”
(Papa taraftarı, yani Katolik olmaktansa Türk olmayı tercih ederim) sözü bir slogan hâline gelmişti (O çağlarda Müslüman olanlar için “Türk oldu” ifadesi kullanılırdı). Ancak 1571’deki İnebahtı mağlubiyeti Osmanlı Devleti’ni artık bu gibi denizaşırı faaliyetlerden ve dünya siyasetine doğrudan askerî müdahale fikirlerinden alıkoyacaktı.
Dünya ticaretinin merkezi 1500’lerden sonra Venedik’ten Antwerp’e kaymaya başlamıştı. 1585’de Antwerp’in İspanyollarca işgalinden sonraysa Amsterdam dünya ticaretinin merkezi hâline gelecekti. Hollanda’nın hızlı gelişmesinde asgarî mürettebat ve azamî ekonomiye dayanan gemicilik tekniğindeki gelişmenin büyük payı vardı. Hollanda dünya ticaretine Rusya ile Afrika, Asya ve Amerika kıtasındaki pazarlara doğrudan deniz bağlantısı, depolama, verimli üretim teknikleri ve spekülatif ticaret yoluyla hâkim olmuştu. Bu gelişmeyi üçlü merkez rolüyle sağlıyordu: Avrupa’nın ticaret emtiası, gemicilik ve sermaye piyasasında liderlik.
İnebahtı mağlubiyeti ve Venedik-İspanya-Papa koalisyonu, Osmanlı Devleti’ni Hıristiyan dünyası içinde yeni ittifaklar aramaya zorlamıştı. Kıbrıs seferinin hemen arifesinde, 1569’da Fransa’ya kapsamlı bir kapitülasyon verilmişti zaten. Bunu İngilizler ve ardından Hollandalılarla yapılan diplomatik temaslar takip etti. Bu ilişkilerde kuzey ülkelerinin Venedik ve müttefiklerine karşı deniz üstünlüğü önemli bir faktördür. Bronz ve çelik toplarla donatılan İngiliz bretonileri için Venedik kadırgaları Akdeniz’de çok kolay hedefler teşkil ediyordu (Bretoni yahut burton denilen İngiliz kalyonları yüksek bordalı olup 30-40 top taşıyabiliyorlardı. Daha sonra 2-3 kat olan ve güvertesinde 90 adet top taşıyan modelleri inşa edilmiştir. O devir için bu kalyonlar bir savaş makinası sayılıyordu).
Hollanda elçisi huzurda
Cezayir korsanlarının Hollanda gemilerine saldırılarına mani olmak için 1604’de Staten Generaal Sultan I. Ahmed’e mektup göndererek Suriye’de ticaret yapma müsaadesi talep etti. 1610’da Kaptan-ı Derya Halil Paşa padişahın, Hollandalıların kendi bayrakları altında ticaretine müsaade niyeti taşıdığını bildirdi.
Bâbıâli’nin kapitülasyon verme ihtimali İngiliz ve Fransız elçilerini telaşlandırdı. Hollanda elçisi Cornelis Haga’nın Sultan I. Ahmed’in huzuruna kabulünü engellemek için gayret gösterdiler. Osmanlı devlet adamları nezdinde teşebbüste bulunarak Hollanda’nın bağımsız bir devlet olmadığını, isyan ettikleri İspanya Kralına tâbi bir eyalet statüsünde bulunduğunu söylediler. İngiliz ve Fransız elçilerinin çabalarına rağmen Cornelis Haga padişahın huzuruna kabul edildi. İki ay kadar sonra 1612 tarihli ilk ahidnâme Hollanda elçisine verilecekti. Haga, İstanbul’a çok kıymetli hediyelerin yanı sıra diğer Avrupa devletlerinden özenle sakladıkları ve ellerine geçmesini istemedikleri stratejik deniz haritalarını getirdi. Haga’nın 27 yıllık görev süresi içinde en büyük başarısı Levant Kumpanyası’nın kurulmasıdır.
İngiltere ve Hollanda’ya uygulanan açık-kapı siyaseti 17. ve 18. asırlarda da devam etti. Bâbıâli yükselen bu iki deniz gücüne imtiyazlar verdi. Bu ülkeler İspanya ve Portekiz istilasına karşı önemli bir engel oluşturuyorlardı. Devlet adamları Osmanlı topraklarından geçerek Asya’dan Avrupa’ya uzanan eski ticaret yollarına karşı Hollanda ve İngiltere’nin Doğu Hint Kumpanyaları ile doğrudan ticaretinin getirdiği tehlikenin elbette farkındaydı. Fakat 17. asırda Osmanlı Devleti artık Hollanda ve İngiltere’nin yayılmasını engelleyecek büyük gemiler techiz edemediğinden Levant ticaretini onlar için cazip kılacak yolları tercih etmiştir.
17. asrın başlarında Hollanda ticareti Suriye limanlarında yoğunlaşıyordu. İlk Hollanda konsoloslukları, kervan yolu üzerinde olan Halep ve İskenderiye’de açılmıştı. 1650’ye kadar ipek ticaret yolu Anadolu üzerinden İzmir’e kaymıştı. Bu nedenle Hollanda dahil olmak üzere birçok ülke İzmir’de ticaret merkezlerini kurdu. Hollanda tüccarının Osmanlı limanlarına en çok getirdikleri yük, Felemenk veya Londra çukası da denilen yünlü kumaş ve baharattı. Osmanlı topraklarından yapılan ihracat ise her türlü lüks tekstil ürünü, kadife, ham ipek, ipek, işlemeli kumaş, ham ve işlenmiş pamuk, yün, şarap, kurutulmuş meyve, halı ve deriydi.
Kısa ve geçici görevle İstanbul’a gelen Haga, 27 sene kaldıktan sonra bu yorucu ve mesuliyetli işten kurtarılması için Staten Generaal’e defaatle mektup yazıyordu. 1638’de Sultan IV. Murad’dan ayrılma müsaadesini alabildi. Fakat Staten Generaal’in ilgisizliği dolayısıyla İstanbul’a yeni elçi tayin edilemedi. Malî sebeplerle Haga’nın yeğeni Henric Cops maslahatgüzarlığa getirildi.
1647’de ölümüne kadar Cops bu görevde kaldı. Yerine getirilen ve Haga’nın kâtiplerinden olan Dirk Kroll, tayininden kısa bir süre sonra aynı yıl içinde ölünce yine Haga’nın kâtiplerinden Nicholas Ghisbrechti tayin edildi. Bu sırada Hollanda sefareti İstanbul’a gelen genç Şarkiyatçı Levinus Warner’dan destek almaktaydı. Ghisbrechti’nin 1654’de vebadan ölümüne kadar onun kâtibi ve kançılar olarak Warner Hollanda sefaretiyle yakın temastaydı. 1647’de maslahatgüzar Cops’un ölümüyle Hollanda sefaretindeki boşluktan istifade etmeye çalışan İstanbul’daki İngiliz elçisi Thomas Bendisch ve Fransız elçisi Jean de la Haye Vandelet eskiden olduğu gibi Osmanlı topraklarındaki Hollanda vatandaşlarının himayesini uhdelerine almak istiyordu. Bu yüzden Warner, İstanbul’da ikamet elçisi olarak tayinini talep etti. Hollanda Cumhuriyeti derhâl karar almak mecburiyetindeydi. Çünkü Hollanda vatandaşları İngiliz himayesine verildiği takdirde Hollanda milleti 1612 ahidnâmesinden önceki statüsüne geri dönmüş olacaktı. Levinus Warner’a geçici olarak Hollanda milletinin tek temsilcisi unvanı verildi; itimatnamesi de 1655’de gönderildi. Fakat Girit muharebesinde Hollanda’nın faal olarak Venedik’i desteklediği haberleri üzerine Warner Bâbıâli’de pek hoş karşılanmadı. 1656 ve 1663’de bir Osmanlı paşasının esir, mallarının da yağma edilmesi tansiyonu iyice artırdı. Hatta Warner 1663’de bir süre hapsedildi. Osmanlı hükümetinin verdiği sözlere rağmen Hollanda kapitülasyonları 1634’den beri yenilenmemişti.
1665’de Warner’in ölümüyle Osmanlı topraklarındaki Hollandalılar bir kez daha korumasız kaldılar. Warner’ın yanında kançılar olarak çalışan Hollandalı tüccar Francesco de Brosses görevi devraldı. Staten Generaal İstanbul’a akredite büyükelçinin gönderilmesinin daha fazla ertelenemeyeceğinin farkındaydı. 30 Eylül 1665’de bir avukat olan Joris Croock elçiliğe tayin edildi. Croock ve maiyeti daha İstanbul’a ulaşamadan Raguza’daki depremde hayatlarını kaybetti. 1667’de Staten Generaal bir başka avukat olan Justinus Colyer’i Bâbıâli’ye elçi tayin etti. Colyer 25 Mayıs 1668’de kıymetli hediyelerle birlikte İstanbul’a ulaştı. 12 Ağustos 1668 günü de Sultan IV. Mehmed tarafından Edirne sahrasında huzura kabul edildi.
Colyer’in görevi, Levant’taki Hollanda ticareti için ihtilaflara mahal bırakmayacak şekilde yeni bir ahidnâme almaktı. Staten Generaal’in kendisine teamüllere uygun ve muteber bir statü vermediğini iddia eden meslektaşları, Colyer’i yeni görevinde tebrik etmek için davet etmediler. İstanbul’daki diplomatlar kendilerine göre daha aşağı seviyede olan Hollanda temsilcisine “hoş geldin” demeyi lüzumsuz addettiler. Aslında Osmanlı Devleti mukim ve tam yetkili büyükelçiler arasında ayrım yapmayıp hepsine birden “elçi” demekteydi. Hatta yabancı elçileri kendi devletlerinin Osmanlı Devleti nezdindeki tam yetkili büyükelçileri değil, o devletin vatandaşlarının, yani bir taifenin bir nevi kethüdası olarak değerlendirmekteydi.
Bu cümleden olarak konsolosların da vazifelerine başlayabilmeleri için bir göreve tayin edilen diğer Osmanlı tebaası gibi padişahtan berat almaları gerekiyordu. Mamafih diğer elçilerin Colyer’e takındıkları tavır Bâbıâli’nin gözünden kaçmamıştı. Venedik ve Fransız elçiliği tercümanlarından sorulduğunda Hollanda Cumhuriyeti’nin Haga’nın gidişinden beri hiçbir zaman tam yetkili büyükelçi tayin etmediğini, Colyer’in unvanının da maslahatgüzara denk olduğunu söylediler. Böylece ancak kendisine büyükelçi sıfatı verildikten sonradır ki, padişah Hollandalılara yeni bir ahidnâme vermiştir.
Colyer yeni ahidnâmeyi Kasım 1680 tarihinde düzenlenen bir merasimle Sadrazamın elinden aldı. Hollanda milleti bu suretle ahidnâmeleri sırasıyla 1673 ve 1675 yıllarında yenilenen Fransız ve İngilizlerle aynı statüye yükseltilmiş oluyordu. Sultan IV. Mehmed tarafından verilen bu son ahidnâmenin esasları, kapitülasyonların 1914 yılında ilgasına kadar muteber kalmıştır.
İki yıl sonra Colyer İstanbul’da ölünce babasının elçilikte kâtibi ve Hollanda milletinin muhasibi olan büyük oğlu Jacobus Colyer geçici olarak yerine geçti. Resmî itimad mektubu 1684’de, kendisine verilen büyükelçi sıfatı da 1688’de İstanbul’a ulaştı. Jacobus Colyer İstanbul’da yetişmişti ve çok iyi Türkçe biliyordu. Babasının elçiliği esnasında sefarette bulunması ve İstanbul’un önde gelen Türk ve Rum aileleriyle yakın teması, Bâb- ı Âli’deki meslektaşlarına karşı bir üstünlük sağlıyordu.
İlk olarak İngiliz meslektaşıyla beraber Karlofça Antlaşması’nda (1699), daha sonra Prut (1711), Osmanlı-Venedik (1714-18) ve Osmanlı-Avusturya Harbi (1716-18) ile Pasarofça Antlaşması’nda (1718) arabuluculuk yaptı. Osmanlı-Avusturya barış görüşmelerindeki performansı dolayısıyla Avusturya imparatoru tarafından kendisine 1703’te Kutsal Roma İmparatorluğu Kontu unvanı verildi. Bu nedenle Osmanlı vesikalarında adı “Yakomo Konte Kolyer”dir. Bu diplomatik faaliyetler Osmanlı-Hollanda münasebetlerinin o dönemde sıcak bir şekilde ilerlemesinde büyük rol oynamıştır.
- Notlar:
- 1- Feridun Beğ, Münşeatü’s-Selatin, İstanbul: 1849, c. II, s.450-452: “... Flandra ve Ispanya memleketlerinde Luteran mezhebi üzere olan beğler ve beğzadeler ve sair Luteran mezhebi ayanı mektubumuz vasıl olıcak malumunuz ola ki, ... siz dahi puta tapmayub kiliselerden putları ve suret ve nakusları redd edüb Hak teala birdir ve ve hazret-i İsa peygamberi ve kuludur deyu itikad edüb ...ve Papa denilen bî-din Hâlıkın bir bilmeyüb hazret-i İsa aleyhisselama tanrılık isnad edüb elleri ile yaptıklara putları ve suretlere tapub ...siz Papaluya kılıç çeküb daima anları katl eyledüğünüz ecilden merhamet-i şahane ve şevket-i mülûkânemiz her vechile sizin tasarrufunuza masruf olub karadan ve deryadan her hal ile size muavenet-i husrevânemiz zuhura gelmek ve ol zalim-i bî din elinden sizi halas ve Hak dine sevk etmek lazım olmuşdur... dahi her ne yılda ve ne zamanda Papa bî dinine asker ceng etmek murad edünürsenüz, âna göre itimad olunur ademlerünüz yüce asitanemize gönderüb mezbur kulumuz ile maan ahvalinüzü bildüresiz ki tayin eyledüğünüz zamanda asâkir-i mansuremiz gönderülüb gereği gibi muavenet oluna...”
- 2- 15. asrın sonlarından itibaren din adamları ve asillerden oluşan şehir meclisleri, yani Estates, ilk defa 1464 yılında bugünkü Belçika’nın Bruges şehrinde toplanarak bir araya geldiler. Bundan sonra Felemenkçe Staten Generaal adıyla anılmaya başlanan bu konsey, şehirlerden seçilen temsilcilerden meydana gelip, devletin dış siyasetini de yürütmekteydi. Osmanlı vesikalarındaki adı “Üstadı Ceneralleri”dir.
- 3- Hollanda’ya verilen bu ilk ahidnâmenin orijinali bugün Den Haag’da Hollanda Devlet Arşivi, Staten Generaal, Secrete Kas, 1.01.08, 12593.15’de kayıtlı olarak muhafaza edilmektedir. 1634 ve 1680 yıllarındaki tecdidler de 12593.47 ve 12593.69 numaralıdır. 1612 ve 1680 Ahidnâmelerinin transkribe edilmiş metinleri için bakınız: Alexander De Groot, The Ottoman Empire and the Dutch Republic, Leiden: Nederlands Historisch-Archaelogisch Instituut, 1978, s. 233-246; Bülent Arı, “Conflicts Between the Dutch Merchants and the Ottoman Local Authorities According to the Felemenk Ahdnâme Defteri Dated 1091/1680”, Yayınlanmamış Master Tezi, Bilkent Üniv. 1996, s 48-62. Hans Theunissen ise Utrecht Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 1984 yılında hazırladığı “Een Diplomatieke Analyse van de Ahdnâme” adlı doktora tezinde her üç ahdnâmenin diplomatika bakımından tahlilini yapmış, fotokopileriyle birlikte transkribelerini de vermiştir.
- 4- Colyer’in getirdiği hediyeler arasında üzeri Osmanlıca harflerle yazılı bir yerküre ve Janszon tarafından hazırlanan Atlas Major da vardı. Sultan IV. Mehmed’in emriyle bu atlas El-Dımeşkî tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir. Bu tercüme bugün Topkapı Sarayı Kütüphanesi Bağdad kısmında No: 325-333’de kayıtlı olarak muhafaza edilmektedir.