İzmir’i Ermeni çeteleri yaktı!
Her şeyden önce bu kritik ve gittikçe popülerleşen konuya açıklık getirmeye çalışırken, bazı temel bilgi ve belgeler ışığında akademik titizlikle hareket etmek gerekmektedir. Tarihin dedikoduya galebesi olan ve her türlü provokasyona açık, bilgi kirliliği ile dopdolu bir kördüğümü Yaşar Aksoy Derin Tarih dergisinde kaleme aldı.
1- Eğer bir rastlantı veya kaza sonucu bir yangın çıkmamış ise, hele yanan koca bir şehirse yangının kötü niyetli büyük bir organizasyon tarafından çıkarıldığını kabul etmemiz gerekir. Nasıl ki koca bir şehrin yangınını söndürme görevini üstlenmiş olan itfaiye teşkilatı büyük bir organizasyon gerektirirse, o yangını çıkarmak da yine büyük bir organizasyon işidir.“Türkler yaktı, Yunanlar yaktı, Ermeniler yaktı” şeklinde başlayan her iddia, daha baştan çökmeye mahkûmdur. Çünkü milletler masumdur.
2- İzmir Yangını, tarihin derinliklerinde sıkışıp kalmıştır. Bu yüzden tarihçi bilimselliği ve titizliği ile ele alınması gerekir. Uluslararası çıkar çevrelerinin adil olmayan geleneksel tutumlarına terk edilecek ve politik yazarlarca masa başında kurcalanıp hüküm verilecek bir olay değildir.
3- 1922 İzmir Yangını ile 1917 Selanik Yangını garip bir şekilde benzeşmektedir. Bu durum, Ege'nin iki yakasındaki bu kentlerin kaderinde yakın çağrışımlar yapar. 1917 Selanik Yangını birkaç yıl önce şehri ele geçiren Yunanistan'a büyük bir ferahlık getirmiş; sadece Türk, Müslüman ve Musevi mahallelerini kül eden yangın büyük bir azınlık savuşturma harekâtı olarak şüpheci zihinlere kazınmıştır. İzmir Yangını'nda ise tersi söz konusudur. Türkler, Selanikli bir başkumandan önderliğinde kenti kurtarmalarından birkaç gün sonra çıkan yangın sonucunda bu şehirde kendilerine karşıt Ermeni ve Rum azınlıklardan kurtulmuşlar, kendileri ile uyumlu yaşayan Hıristiyan Levantenler ve Museviler ise kentte yaşamaya devam etmişlerdir. Bu 2 şehrin yanışı, tarihin o dönemdeki ruhunun 'pek zalim' olduğuna önemli bir delildir.
Peki, İzmir Yangını Selanik'in rövanşı mıdır? Yoksa her iki kenti de aynı ekip mi yakmıştır? Görünen o ki zihinlerde pek çok soru çalkalanıp duruyor.
Tarihçi titizliği şart!
2010 yılında Amerika'da Steven Spielberg ile Tom Hanks tarafından çekilen The Pasific isimli TV dizisinde, İstiklal Ordusu'nun İzmir'i bilerek ateşe verdiği yansıtılıyordu. Bu dizide iddia edilen yanlış tarihî bakışın paralelinde Zülfü Livaneli, Hadi Uluengin, Etyen Mahçupyan, Engin Ardıç, Hasan Bülent Kahraman, Emre Aköz ve Ergun Babahan tarihçi olmadıkları halde bu yargısız infazı politik yazılarıyla onayladılar. Ancak Mustafa Armağan, Oktay Gökdemir ve Küllerinden Doğan Şehir İzmir isimli kitabın yazarı Murat Köylü doğru tarihî tespitler yaparak iftira rüzgarına karşı çıktılar. Yine tarihsel roman ustası Mehmet Coral da Ateşin Gelini ve İzmir - 13 Eylül 1922 isimli kitaplarında titizlikle konuyu inceleyerek yukarıda saydığım tarihçilere paralel görüşler ve yeni belgeler sundu. Gerçek tarihçilerin ve benim naçizane itiraz yazılarım ile Star televizyonunda yaptığım konuşmalar sonucunda diziyi Türkiye'de oynatan CNBC-e televizyonu kamuoyuna bir açıklama yaptı. Dizideki “İzmir'i Türkler yaktı” şeklindeki ifadenin tarihsel gerçeği yansıtmadığını, romanda yer almayan bu diyaloğun bilinmeyen kişilerce(!) diziye monte edildiğini fark ettiklerini kamuoyuna açıklayarak o diyaloğu kaldırdıklarını belirttiler. Tarihin dedikoduya galebesinden başka bir şey değildi bu. Konu, tıpkı yangının başlatılması gibi her türlü provokasyona açık, bilgi kirliliği ile dopdolu bir kördüğümdü sanki.
Hiçbir millet suçlanamaz
“Türkler yaktı, Yunanlar yaktı, Ermeniler yaktı” şeklinde başlayan her iddia, daha baştan çökmeye mahkûmdur. Çünkü milletler masumdur. Ermeni tehcirinde (veya katliamında) Ermeni halkı ne kadar masumsa, o dönemde yaşayan Türk veya doğuda yaşayan Müslüman halklar da o derece masumdur. Suçlu olan; yöneticiler ile onların silahlı güçleri ve kan kokan ideolojik düşünceleridir. İzmir Yangını bu bakımdan ulusal suçlama konusu haline getirilemez.
Hangi terör örgütü, hangi çete, hangi vahşi ordu artığı, hangi kana susamış yönetici bunu yaptı? İşte bunu araştırmak gerekir. İzmir Yangını konusunda 30 yıldır araştırma yapan ve sözlü tarih çalışmaları gerçekleştiren bu satırların yazarı da, “İzmir'i Ermeni terör örgütü yaktı” sonucuna varırsa, bundan “Ermeniler yaktı” iddiasının çıkmasına şiddetle karşıdır. Önce bu biline!
Bu konuda elimizde binlerce sayfalık güvenlik (polis) tutanakları, dava dosyaları ve adlî soruşturmalar, hüküm kayıtları tümüyle var ki, Balkan ve 1. Dünya Savaşları süresince İzmir ve çevresinde büyük bir organizasyon halinde terör faaliyetleri yürüten İzmir İhtilalci Ermeni Komitesi isimli (ünlü Taşnak'ın bir fraksiyonu olarak çalışan ve 1900'lerden itibaren şehir içinden tüm ilçe ve beldelere kadar yayılan ihtilal, terör, suikast, soygun, gasp, darp ve cinayet suçlarıyla Osmanlı'nın İzmir yönetimine silahla direnen ve saldıran) büyük bir organizasyonun varlığını belgeleyebiliyoruz. (Hayri Mutluçağ, İzmir Ermeni İhtilal Komitesi ve Terör, Belge Yayınları; Sultan Abdülhamit Dönemi Hususi Tahkikat Komisyonu Raporları İzmir Bölümü, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Sıra No.9640.)
Ve bu organizasyonun Eylül 1922'nin ilk günlerinden itibaren şehir Türklerin eline geçerse “bu şehri yakacaklarına” dair beyanlarının uluslararası belgelere geçtiğini, çeşitli raporlarda belirtildiğini de biliyoruz.
Tespit ettiğimiz en önemli bilgilerden biri ise Türk Ordusu 9 Eylül 1922'de şehre girerken bu Ermeni Terör Örgütü'nün şehirde bulunduğudur. Asla Yunan Ordusu'nun peşine takılıp Çeşme yönünde şehri terk etmemişlerdir; bu konuda Batılı, Türk ve Yunan belgelerinde ne yazık ki tek satır bilgi yoktur.
Burada kişisel bir anımı sunacağım. İzmir'in işgali ve kurtuluşunu yaşamış olan Meserret Hanı ciltçisi büyük dayım rahmetli İzzet Altınkalem Efendi, bana çocukluğumda 1922 büyük yangınında kendi evini kundaklayan bir Ermeni'nin çatıya çıkarak karısına silah zoruyla emir verip teker teker çocuklarını ateşe attırdığını, sonra karısına ateşe atlama emrini verdiğini, en sonunda da elinde nargilesiyle kendisini ateşe fırlattığını anlatmıştı. Tüm aile, gözlerimiz faltaşı gibi açılmış bir halde bu anıyı dinlemiştik.
Türk nefreti o kadar büyükmüş ki, birlikte yaşanabileceğine asla inanmıyorlardı herhalde. Ancak 600 yıl nasıl birlikte yaşamışlardı? Her şey 3,5 yıllık Yunan işgali esnasında mı değişmişti? Bu değişikliğin suçlusu Türk komşuları mı, yoksa işgali gerçekleştiren Yunan Ordusu muydu? İncelenmeye değer!
İddianın tohumları ABD'de atıldı
2010 yılında ABD Meclisi'ne sunulan sözde Ermeni Soykırımı Yasa Tasarısı'nın ilk maddesindeki '1915-1919 yılları arasında' ibaresinin, son anda '1915-1923 yılları arasında'ya dönüştürülerek oylandığını ve kabul gördüğünü hatırlayalım. Demek ki bu yeni ve ilginç değişiklik, sözde Ermeni Soykırımı'nı 1915 ile sınırlandırmayıp tüm İstiklal Savaşı'nı kapsayacak, dahası İzmir'in Türklerce yeniden ele geçirilişini de kucaklayacak, hatta İzmir Yangını'nı da içine çekecek şekilde genişletmektedir.
Bunun anlamı, İzmir Yangını mevzusunun, 'yeni bir sözde soykırım maddesi' olarak uluslararası alana çıkartılmaya hazırlandığıdır. '13 Eylül Soykırımı' şeklinde bir süredir dış dünyada ve Türkiye içinde bazı çevrelerin belleklere yerleştirilmesi için azami gayret sarf ettikleri yeni bir soykırım iddiası, böylece 1915 sözde soykırımı ile birleştirilmektedir.
Bu olayın başlangıcı, 1992 yılında Washington'daki Ayasofya Katedrali'nde Ermeni-Rum Ortodoks Kiliseler Birliği tarafından düzenlenen ayinde, İzmir'in Türkler tarafından ele geçiriliş tarihi olan 9 Eylül'ün 'İzmir Soykırımı' olarak ilan edilmesidir. Bu tarihten 15 gün sonra ABD Temsilciler Meclisi'nde Rum lobisi yanlısı 3 üye, İzmir'i ele geçiren Türklerin Mustafa Kemal önderliğinde şehri yakıp yıkarak 450 bin Hıristiyanı yok etmelerinin 75. yıldönümü vesilesiyle bir suçlayıcı karar tasarısını imzaya açtı.
O tarihte kabul görmeyen bu karar tasarısının ekinde başta Ermeni yazar Marjorie Hosepian Dopkin'in Smyrna 1922 - The Destruction of a City (The Kent State Universty Press, 1966) isimli, yanlı ve Müslüman Türkleri suçlayıcı propaganda kitabı olmak üzere birçok düzmece belge ve anı dokümanı sunulmuştu. Günümüze kadar uzanan İzmir'i Türkler yaktı” sistemli propagandasının işaret fişeği işte tam bu noktadır.
Ermeni akademisyenlerin karargahlarından olan Columbia Üniversitesi öğretim üyelerinden Dopkin'in kitabı, İzmir 1922 - Bir Kentin Yıkımı (Belge Yayınları, 2012) ismiyle dilimize çevrilmiştir. Kitabın yayıncısı, değerli dostum Ragıp Zarakolu, önsözde “İzmir Yangını, mazlum Ermeni halkının üzerine yıkılmaya çalışıldı resmî tarih tarafından. İzmir Fatihi olarak daha sonra siyasal parsa toplamak isteyen Sakallı Nurettin Paşa, İzmir Yangını'nın baş failiydi” demekte ve Zarakolu, ne yazık ki olayı tek yönlü okumaktadır.
Oysa aynı propagandanın 9 Eylül sonrasında yenik Yunan Devleti tarafından derhal özellikle Batılı ülkeler nezdinde başlatıldığını biliyoruz. İzmir Yangını'nın gürültüsünün ardında başka bir savaşın hazırlığı vardır. Gerçekte geniş bir Trakya karşı saldırısı hazırlığına yangının kılıf olarak kullanıldığını tarihî belgeler apaçık göstermektedir.
Yunanistan, Mustafa Kemal'in orduları İzmir'i ele geçirir geçirmez İngiltere, Romanya ve Sırp Hükümetlerine başvurarak, İzmir'i yakan Türklerden Balkanları korumak için büyük bir saldırı planı için yardım istemiştir.Peki, güzel İzmir'i kim yaktı? Bu soruya verilecek 4 yanıt vardır:
1- İzmir kendi kendine yanmıştır!
2- Uşak'ı ve civarını, Manisa'yı ve tüm kasabalarıyla çevresini yaka yaka İzmir'e ulaşan Yunan Ordusu yakmıştır! Veya kaderlerine isyan eden yerli Rumlar, panik sonucu şehri kundakladılar.
3- Şehri kanlı bir savaş sonucu ele geçiren intikamcı Türkler, Hıristiyanlardan kurtulmak için yakmışlardır. Ya Mustafa Kemal gizlice kundakçılara emir verdi ya da ondan habersiz biçimde Sakallı Nurettin Paşa kendi çekirdek kadrosu ile şehri kundakladı.
4- İzmir'i Ermeni terör örgütü yakmıştır!
Yunan ordusu mu yaktı?
Yanıtlardan ilk ikisi doğru olamaz. Zira İzmir Yangını'nın büyük bir organizasyon işi olduğu uluslararası yangın raporlarına geçmiştir. Yine 9 Eylül sabahı erken saatlerde şehri terk eden Yunan Ordusu'nun 13 Eylül günü öğle saatlerinde çıkan İzmir Yangını ile bir ilgisi olamaz. Geride bırakılan bir kundaklama örgütünün de bunu silahlı Türk yönetimine geçmiş bir şehirde yapabilmesi imkânsız görünmektedir. Hele can derdinde ordularının peşine takılmak için ileri atılan yerli Rumlar yangınla yaygın biçimde uğraşamazlar.
Gerçekte Yunan Ordusu'nun hemen yanı başında, her Ege şehrini yakmaya sevk edilmiş askerî kundaklama birlikleri vardır; ama bu birlikler şehri çoktan terk edip Çeşme'ye doğru tabana kuvvet kaçmaktadır. Şehir içindeki Rum şoven örgütlerinin de önceden ciddi biçimde hazırlanarak yangın çıkarabilmeleri zordur; çünkü onlar hiçbir zaman Türk Ordusu'nun İzmir'e kadar girebileceğini inanmamışlardır.
Bu gerçeği, 1994 yılının 9 Eylül günü, Yunanistan'ın en büyük özel televizyon kanalı Mega Kanal'da Niko Ghinis yönetimindeki İzmir Yangını programında ayrıntıları ve belgeleriyle açıkladım. Aynı programda benim ardımdan o günlerde sağ olan ve yangını birebir izleyen merhum Şeyhü'l-Muhabirin (Muhabirler Şeyhi, üstad gazeteci) Rauf Lütfü Aksungur da Yunanlılar ve yerli Rumların yangınla ilgilerinin olmadığını kişisel anılarına dayanarak anlattı. Bu açıklamaları kısa bir süre sonra TRT'de de yaptık. Yunanistan'da ve Türkiye'de önemli ölçüde yankı bulan açıklamalarımız sonucunda Türkiye televizyonlarında “İzmir'i Yunanlar yaktı” iddiaları hatırı sayılır biçimde söndü.
Türkler mi yaktı?
Şehre girip ilk demeçlerini veren, yangın üzerine görüşlerini açıklayan Mustafa Kemal ve önde gelen askeri ve sivil bürokrasi mensuplarının ifadelerine göre, ele geçirilen bir şehri yakmanın, en zengin semtleri feda etmenin, vahşet göstererek dünya kamuoyu nezdinde küçük düşmenin hiçbir anlamı yoktur.
Şehir, eğer yeniden kazanılmış ise Hıristiyan semti dahil olmak üzere baştan sona bir Türk şehridir artık. Savaşı kazanan bir ordunun, körfezdeki Batılı donanmasının ve Batılı gözlemcilerin burnu dibinde ne yangın çıkaracak heves ve mecali, ne de söndürecek becerisi o koşullarda yoktur.
Bu bakımdan şehri Türklerin yaktığı iddiası, kesin belgeler ortaya serilmedikçe apaçık bir iftiradır. Örneğin, şehrin Hıristiyan asıllı İtfaiye Müdürü, uluslararası kamuoyuna “Şehri Türkler yaktı” diye bir rapor sunmuşsa bu belge dikkate alınır. Böyle bir belge yoktur; tam tersine resmî raporlar vardır. Şehri Türklerin yaktığına dair iddialarında ısrarcı olanlar, Falih Rıfkı Atay'ın Çankaya kitabındaki tek bir paragraflık kanaate (belgeye değil) dayanmaktadırlar. Kitabın ilk baskısında yer alıp diğer baskılarında bulunmayan bu cümle Türk tarafını üstü örtülü suçlamaktadır. Şöyle ki:
“İzmir karanlıkta alev alev, gündüz tüte tüte yanıp bitti. Yangında sorumlu olanlar, o zaman bize söylendiğine göre, sadece Yunan kundakçılar mıydı? Bildiklerimin doğrusunu yazmaya karar verdiğim için o zamanki notlarımdan bir sayfayı aktarmak istiyorum. Bu işte Nurettin Paşa'nın hayli marifeti olduğunu söyleyenler çoktu. İzmir'i niçin yakıyorduk? Kordon konakları, oteller ve gazinolar kalırsa, azınlıklardan kurtulamayacağımızdan mı korkuyorduk? Birinci Harpte Ermeniler tehcir edildiği vakit, Anadolu şehir ve kasabalarının oturulabilir ne kadar mahalle ve semtleri varsa, yine bu korkuyla yakmıştık. Bunda bir aşağılık duygusunun da tesiri var. Bir Avrupa parçasına benzeyen bir köşe, sanki Hıristiyan ve yabancı olmak, mutlaka bizim olmamak kaderinde idi. İzmir'i arsa halinde bırakmak şehrin Türklüğünü korumaya kafi mi gelecekti?”
Atay'ın bu paragrafındaki Yunan kundakçıların varlığı, Nurettin Paşa'nın marifeti gibi iddialar belge ve tanıklığa değil, dedikodulara dayanmaktadır. Ama en akıl almaz iddia, 1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın Anadolu'daki kendi şehir ve kasabalarını ateşe vermesidir ki, bu noktada yazarın uçtuğuna kanaat getirmemek elde değildir.
Atay'ın kitabının ilk baskısındaki bu paragrafına ve özellikle Ermeni kökenli Batılı yazarların (Marjorie Housepian Dobkin, Herve Georgelin, Dora Sakayan, Harry Yeseyan, Marie Carmen Smyrnelis, Giles Milton vs.) kitaplarına dayanan suçlayıcılar, şehrin yakılması konusunda önceleri Mustafa Kemal Paşa'yı sorumlu tutmuşlardır.
Son zamanlarda ise Sakallı Nurettin Paşa günah keçisi yapılmıştır. Sakallı Nurettin Paşa hem vatansever, hem de İslamcı bir Osmanlı muhafazakar Mirliva'dır. Onu suçlamak herkesin kolayına gelmektedir. Şimdi sormak lazım: Başkumandanın, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa'nın, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa'nın, şehre ilk giren ve bayrakları çeken 15. Süvari Kolordusu Kumandanı Fahrettin Paşa'nın ve diğer tüm İstiklal Ordusu kumandanları ve erkânının gözü önünde ama onlardan gizli olarak bir Mirliva, kendi başına özel gizli örgütüne dayanarak, bir koca şehri nasıl kundaklayıp yakar? Akıl var, izan var!
Ermeniler mi yaktı?
"Şehri Ermeniler yaktı” şeklinde bir iddia da geçerli olamaz; bu şekilde bir milleti, işinde gücünde, kendi halinde bir halkı bütünüyle suçlamış oluruz. Ama uluslararası belgelere göre, Ermeni mahallesi Basmane'den başlayıp şimdiki fuarı ve Kahramanlar'ı kapsayarak, Alsancak semtini yutarak sahile uzanan ve şehrin 4'te 3'ünü kül eden büyük yangında şehri 'Ermeni teröristleri' yakmıştır.
Örgüt mensupları, bunu zaten şehre Türkler girmeden önce birçok kesime, hatta İtfaiye Müdürüne, apaçık şekilde “Şehri yakmadan Türklere teslim etmeyeceklerini” belirtmişlerdir. Şehri, Ermeni teröristlerinin yaktığına dair 3 uluslararası belgeyi burada ifade etmek yeterlidir.1-Greskoviç Raporu,2- Prentiss Raporu, 3- Dumesnil Raporu.
Paul Greskoviç, yangın sırasında İzmir İtfaiye Müdürü'dür. Ancak kendisi Osmanlı Devleti'nin bir görevlisi sanılmasın. İzmir'in Hıristiyan kesimini sigorta eden Batılı Sigorta Şirketleri Konsorsiyumu'nun kurduğu İtfaiye Teşkilatı'nın müdürüdür.
Avusturya asıllı bir Hıristiyan olan Paul Greskoviç, yangın sırasında tuttuğu resmî notlarını İstanbul İşgal Kuvvetleri kumandanlarından Amiral Bristol'a tevdi etmiştir. Bu rapor, ABD Kongre Kütüphanesi Amiral Bristol Koleksiyonu evrakları arasında '38 Genel Yazışmalar' dosyası içindedir. Rapor, Ocak 1923 tarihinde Kongre Kütüphanesi'ne intikal etmiştir. Bu evraktan dünya kamuoyunu ilk haberdar eden Prof. Türkkaya Ataöv'e burada şükranlarımı sunarım. (24.9.1986 tarihli Milliyet'te yayınlanmıştır.) Paul Greskoviç Raporu, 13 Eylül 1922'de İzmir'in Ermeni Mahallesi olan Basmane'den, tam 25 ayrı kundaklanmış binadan büyük patlamalarla çıkan müthiş yangının, rüzgarın tersine esmesi neticesinde Kadifekale'den Bayraklı'ya doğru tüm Hıristiyan mahallesini 3 gün içinde yine rüzgarın şiddeti sebebiyle yakıp kavurduğunu belirterek, yangını Ermeni çetelerinin çıkardığını apaçık belirtmiştir. Rapordaki birçok tespit arasında hakikati göstermeye şu tek cümle bile yetmez mi?: “İtfaiye efradı yangın kulesinde nöbet beklerken Ermeni Kilisesi'nde ve diğer yüksek mevkilerde kiremitlerden, Ermenilerin faaliyetlerini dürbün ile gördüler ve bana söylediler. Ermeni Kilisesi'nin çan kulesinden parolalı muhabereler olduğunu da gördüler. 3 gün zarfında Ermeni mahallesinden Tepecik mahallesine kadar çıkan yangınların adedi ve bu yangınlarda müşahede ettiğim ahval, itfaiyenin 30 senelik istatistik cetvelinde görülmemiştir”. Denizden şehre doğru esen İzmir'in klasik rüzgarı (imbat) sayesinde şehrin bir kesiminde toplanmış Türk, Müslüman ve Yahudi mahallelerinin yakılması planlanmıştı. O tarihte rüzgar ters yönde fırtına şeklinde 3 gün boyunca esince, hesapta olmayan Hıristiyan mahalleleri yanmış, provokasyon böylece ters tepmiştir.
ABD raporunda yangın
'Amiral Bristol Koleksiyonu-38 Genel Yazışmalar Dosyası' içinde önemli bir belge daha vardır. ABD'nin Ortadoğu Yardım Komisyonu (Near East Relief ) Başkanı Mark O. Prentiss, birebir yaşadığı yangın hakkında Paul Greskoviç'in görüş ve tespitlerine tamamen katıldığını ve kendi raporuyla da yangın çıkaran unsurların Ermeni çetelerini işaret ettiğini belirtmektedir. (Greskoviç ve Prentiss raporları, eğer başlarına bir şey gelmemiş ise internetten İngilizce olarak bulunabilir.)
Yine körfezde bulunan Fransız gemisinde görevli Fransız Amirali Dumesnil, 28 Eylül 1922 tarihli raporunda şehri Ermeni kundakçıların yaktığını, açıklamaktadır. Amiral'in raporunda 4 numaralı saptama ibret vericidir: “Rum ve Ermeni mahallelerinde çok sayıda cephane ve çok miktarda yanıcı ve patlayıcı malzeme depoları vardı. Bir hayli zaman öncesinden beri bütün Hıristiyanları moralman baskı altında tutmak için İzmir'in Türklere bırakılmaktansa tahrip edileceği fikri üzerine propaganda yapıldığı tespit edilmişti. Bu şekildeki söylentiler binlerce defa başta bizim genel konsolos olmak üzere Fransızların kulağına gelmişti”.
Tarihi çarpıtma çalışmaları
Uluslararası bir intikam operasyonu karşısında bütün bu gerçeklerin bir anlamı var mı acaba? Tek yanlı araştırmalara, dev bütçeli Hollywood filmlerine, yurt dışında veya içeride tek yanlı yazılacak acılı romanlara, bestelenen ve ünlü şarkıcılarca büyük meydanlarda söylenecek şarkılara, uluslararası yasa tasarısı kulislerine, uluslararası lobi çalışmalarına, dahası bizzat Türkiye halkının beynini yıkama operasyonlarına, hatta İzmir Yangını propagandalarını ülkemize yönelen klasik terör saldırılarının yeni psikolojik dayanağı yapma çalışmalarına bu bilimsel gerçeklerin bir faydası olacak mı?
Toprağı bol olsun, İzmirli Hıristiyan dostum ressam Jak Edizel, yıllar önce teybime 9 yaşındayken İzmir'in nasıl ateşe verildiğini, evlerinin yanışını, yangından kaçarken bir Türk askerinin onu nasıl koruduğunu, kucağına aldığını ve 'vantilatör' denilen elle oynatılan bir oyuncak verdiğini, yıllar sonra ressam olunca 'Akıncılar' ismini verdiği tabloda İzmir'e giren Türk süvarilerini resmederken en öndeki askeri, yangında kendisini kucağına alan askere benzettiğini heyecanla anlatmıştı. Ben de sağlığında bunları yayınladım (Yaşar Aksoy, “Jak Edizel'in Anıları”, Yeni Asır, 18 Şubat 1990).
Her kesimin işgalin başladığı 15 Mayıs 1919'dan 1922 yangını sonrasına kadar sonsuz acılar çektiği apaçıktır. Herkes bu beladan nasibini aldı. Peki, gerçekte kim suçluydu? Bu toprakları işgal edenler mi, işgale karşı silaha sarılanlar mı?
Ne yazık ki, gerimizdeki zamanın gerçeği, zamanla şekil değiştirebiliyor. Peki önümüzdeki zaman neyi ispatlayacak? İntikam için uydurulan yalanların zaferini mi? Çıplak gerçeği mi? Değilse hangi gerçeği? (Gerçeğin de birçok yüzü olabileceğini unutmayalım.) Yeter ki yeniden yazılmaya çalışılan tarih, yeni düşmanlıklara kaynaklık etmesin!
Önemli olan intikam değil, sonsuz ilahi barıştır! Yalnızca masum Müslümanlara değil, tek bir masum Hıristiyana, tek bir masum Museviye bile zarar vermeyen, aydınlatıcı, nefret söylemlerini söndürücü bir araştırmacı tarih yazıcılığı geleceğimizi yazabilmeli. 'Derin Tarih' bu olsa gerek.