İstanbul’un entelektüel mazisi
İstanbul nice entelektüelleri koynunda büyütmüştür. O bilginlerden biri olan Semavi Eyice, kendisinin de içinde bulunduğu 'İsimsiz Entelektüeller Topluluğu'na dair hatıralarıyla renkli bir tarihe not düşüyor.
Kaynak: Derin Tarih, Temmuz-2014
İstanbul’da bazı sanat ve kültür adamlarının bir araya gelerek belirli aralıklarla toplantılar yapması öteden beri usûldendi. Bu toplantıların belirli bir adı yoktu. Toplantılara aynı konular üzerinde kafa yoran belirli kişiler katılırdı. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e intikal eden bu tarz toplantıları ben de hatırlıyorum. Bu insanlar ister yazar, ister ilim adamı olsun, kendi alanınlarının seçkin isimleriydi.
Son Osmanlı araştırmacılarından biri olan -hiç tereddüt etmeden ona ‘son Osmanlı’ da diyebiliriz- İbnülemin Mahmud Kemal İnal’ın Mercan’da baba yadigârı konağında yaptığı toplantılar çok meşhurdur. Aynı şekilde Prof. Dr. Sadi Irmak’ın da toplantılar yaptığını duymuştuk. Topkapı Sarayı Müzesi’nin efsane müdürlerinden Tahsin Öz de emekliliğinden sonra Cağaloğlu’ndaki evinde salı günleri sanat ve tarih meraklılarıyla toplantılar yapıyordu. Hatta beni de çağırmıştı. Ancak davetine olumlu cevap verememiştim. Sebebi de salı günleri üniversitede saat 1’e kadar dersimin olması ve 2’den itibaren de fakülte kurulunun toplanmasıydı.
Yakın zaman önce vefat eden Prof. Dr. Mahmud Şakiroğlu da babasının dostlarıyla toplantılar yaptığını söylerdi.
Benim esasen üzerinde durmak istediğim topluluk ise zihnim beni yanıltmıyorsa 1950’li yıllara doğru kuruldu. Kurucuları Ekrem Hakkı Ayverdi ile Feridun Dirimtekin idi. Ekrem Hakkı Ayverdi tanınmış bir mimar ve müteahhitti. Pek çok binanın yapımında hizmeti olmuş, ayrıca bazı eski eserlerin restorasyonunu yapmıştı. İlerleyen zamanlarda kendini daha ziyade mimarlık araştırmalarına veren Ayverdi Osmanlı devri mimarî anıtlarını derlemeye ve bunları yayınlamaya başladı. Yalnız Türkiye’deki değil, Balkan ülkelerinde kalan eserleri de imkân olduğu ölçülerde derlemeye gayret etti. (Ayverdi hakkında dergimizin geçen sayısında tafsilatlı bir yazı yazmıştık. Arzu edenlere oraya müracaat edebilir.)
Feridun Dirimtekin ise aslında asker emeklisiydi. Önceleri askerî yayınevinde yayınlanan kitaplar yazmıştı. Fakat eşi Hıristiyan olduğu için askerlikten ayrılmak zorunda kalan Dirimtekin önce Türk Hava Kurumu idaresinde görev almış, sonra Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü’nde çalışmıştı. Arkasından Eminönü Halkevi Başkanlığı’na atandı ve eski eserlerle teması olduğundan müzecilik kolu dolayısıyla İstanbul’un eski eserleri ve bilhassa surlarıyla meşgul oldu.
İlerleyen yıllarda Halkevleri kapatıldı ve 1933’lerde müzeye dönüştürülen Ayasofya’nın ilk müdürü Ali Sami Boyar oldu. Boyar’dan sonra Muzaffer Ramazanoğlu geldi. Ramazanoğlu esas ihtisası Hitit sanatı olmakla beraber Ayasofya’ya müdür olduktan sonra bu tarihî binanın Bizans sanatı ile ilişkisi bakımından ‘hasbelkader’ Bizansçı olmaya heveslendi. Bu hevesle Ayasofya ve çevresinde araştırmalar ve kazılar yapmaya girişen Ramazanoğlu devrin ilgili bakanıyla şiddetli bir polemiğe giriştiğinden bakanlık emrine alındı. 1955 sonbaharında İstanbul’da ilk defa Uluslararası Bizans Kongresi toplanması kararı üzerine Ayasofya’nın başsız kalmaması için Feridun Dirimtekin müdür yapıldı ve böylece Bizans uzmanı pozisyonuna geçmiş oldu.
Ayverdi ve Dirimtekin belediye tarafından 1950 yılına doğru kurulan bir toplulukta da yer almıştı. Bu da İstanbul’un 500. Fetih Yıldönümü’nün programlaştırılmasıydı. Bu vesile ile İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde Dirimtekin’in idaresinde bir heyet toplanmıştı. Bu kişiler hazırlanacak İstanbul’un eski eserleri ve fethi ile ilgili çeşitli konuları bir liste haline getirmişler ve aralarında paylaşmışlardı. Bu topluluğa henüz asistan durumunda olan ben de bir ara girdim. Fakat bana bir görev verilmedi. Tasarlanan çalışmalar ve eserlerin de birçoğu yazılmadı ya da basılamadı. Ayverdi’nin ayrıca kurduğu Fetih Derneği bu kitapların bir kısmını basabildi.
Ayverdi ile Dirimtekin, bu heyette bulunan bazı üyelerle birlikte ayrı bir cemiyet kurmuşlar ve her ay birinin evinde toplantılar yapmak suretiyle bu heyetin çalışmalarını ayrıca sürdürmeye gayret etmişlerdir. Dirimtekin bu dönemde ‘Dukakinzâde’ soyadını kullanıyordu.
Cemiyete kimler üyeydi?
Adı olmayan bu tarih ve sanat topluluğuna 1955’ten sonra beni de aldılar. Ve o zaman üyelerden belli başlılarını tanımam mümkün oldu. En başta Ekrem Hakkı Ayverdi ve Feridun Dirimtekin bulunuyordu. Bunlardan başka ilk aylarda üye olan İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Müdürü Fehmi Karatay, Arkeoloji Profesörü Arif Müfit Mansel, İstanbul Rumlarından ve Fatih devri ile alakalı bir de kitabı olan hukuk müşaviri Vladimir Mırmıroğlu, Selim Dirvana, İstanbul’daki Alman Arkeoloji Enstütüsi’nün müdürü Kurt Bittel, müteahhit Ragıp Devres, Arkeoloji Müzesi müdürü Aziz Ogan ve Teknik Üniversitesi Rektörü Mustafa İnan gibi sahasında büyük şöhret kazanan önemli isimler vardı. O sıralarda bu grubun Osman Sümer adında bir de sekreteri vardı.
Arkeoloji Müzesi’nin memurlarından olan bu genç, topluluğun zabıt katipliğini yapıyordu. Ben girdikten az sonra tayini Ankara’ya çıktı ve bir daha sekreter olmadı.
Benden sonra buraya Bittel’in yerine gelen Prof. Dr. Neumann, emekli büyükelçilerden Muharrem Nuri Birgi, Seyfullah Esin, Fuat Bayramoğlu ve Hulusi Fuat Tugay, Edebiyat Fakültesi Önasya Arkeolojisi’nden Bahadır Alkım, İlkçağ tarihi profesörü Afif Erzen, Emekli Tümgeneral Cevdet Çulpan, Kadri Cenani, ünlü ressamlardan Nurullah Berk, İstanbul Belediyesi Mektupçusu Osman Nuri Ergin, Kont Jean Ostrorog, İÜ İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Sabri Ülgener katıldı. Ayrıca iki üye davet edilmek üzere çağırıldılar fakat üyeliği kabul etmedikleri için toplantılara katılmadılar. Bunlardan biri Prof. Dr. Süheyl Ünver, diğeri de Turing kulübün genel sekreteri Çelik Gülersoy idi.
Kadınlardan hiç üye yoktu. Ancak bir ara Arkeoloji doçenti Aşkıdil Akarca’nın alınması bahis konusu olduysa da hiçbir zaman gerçekleşmedi. Daha sonra üyelerden ressam Nurullah Berk kuruldan çıkarıldı. Son toplantı Afif Erzen’in evinde yapıldı ve bir daha da toplanılmadı. Fuat Bayramoğlu yeniden teklif etse de kimleri davet edeceğiz diye isim bulmakta zorlandık.
Erzen’in evinde yapılan son toplantıda Uğur Derman üye olarak seçildiyse de bir daha hiç toplanılamadığından bu cemiyette yer alamadı. Bu yüzden kendisiyle her karşılaşmamızda “Adım Uğur ama uğursuzluk galiba bendeymiş” diyerek nükte yapardı.
Entelektüellerin eski ikametgâhları
Üyelerden bazılarının Boğaz kıyısında eskiden kalma mükellef yalıları vardı. Yaz aylarında toplantılar bu yalılarda yapılırdı. Prof. Arif Müfit Mansel’in Paşabahçesi’ndeki dedesi Tevfik Paşa’nın yalısı pek gösterişli bir bina olmamakla beraber ulu bir ağaçla gölgelenen bahçesini, camekânlı serasını, kayıkhanesini ve ahşap ana binadan ayrı olarak yapılmış kâgir hamamını hala koruyabilmişti.
Selim Dırvana son dönem Osmanlı sadrazamlarından Kıbrıslı Mehmed Paşa soyundandı. Onun büyük yalısı bazı kısımlarını kaybetmekle beraber bir bölümü hala içinde yaşanılabilecek durumda korunmuştu. Fakat orijinal eşyasından pek bir şey kalmamıştı.
Yine aslen Polonyalı olan Kont Jean Ostrorog’un yalısı mükellef bir surette döşemişti. Aile fertleri Fransız uyruğuna geçtiğinden orada yaşıyorlardı. Fakat her yaz gelenler bu yalıda kalırlardı. Bütün eşyası, resimleri ve kitapları ile bu tarihî yalı mükemmel bir şekilde yaşatılmıştı.
Yine Anadolu yakasında Üsküdar’a yakın bir yerde bulunan Sadullah Paşa yalısı Seyfullah Esin’e ait olmakla beraber içinde oturulmadığından hiçbir toplantı burada yapılamadı. Seyfullah Bey ve eşi Emel Esin Hanım Salacak’ta denize hâkim bir yerin üstünde yaptırdıkları modern bir binada yaşıyorlardı ve toplantılar da bu binada yapılmaktaydı. Emel Esin’in bilhassa Rusya’dan topladığı binlerce kitaptan oluşan zengin kütüphanesi bu köşkün yüksek tavanlı büyük salonunun bir duvarını kaplıyordu.
Yine Salacak’ta bir Osmanlı paşasına ait, Marmara’ya hâkim bir yerde yapılmış ahşap köşk de Muharrem Nuri Birgi tarafından satın alındıktan sonra Mimar Turgut Cansever tarafından mükemmelen restore edilerek tarihî karakterine uygun itina ile döşenmişti.
Üyelerden hepsinin yalıları ve köşkleri Anadolu yakasında bulunuyordu. Rumeli yakasında Bebek iskelesinin hemen yakınında üyelerden Ragıp Devres’in modern üslupta inşa edilmiş villası vardı. Bu köşkün en ilgi çekici tarafı iç süslemesi ve aksesuarında bilhassa Çin sanatının ön plana çıkmasıydı. Yine Rumeli yakasında oturan eski büyükelçilerden Hulusi Fuat Tugay’ın İstinye’deki köşkünde de toplanıldı. Fakat daha sonra Hulusi Fuat Bey burayı kiraya vererek Maçka Palas’ın bir dairesini kiraladı ve o zamana kadar toplantılarda misafirlere çay ve pasta ikramı yapılırken ilk defa bunu öğle yemeğine dönüştürdü.
Önceleri bu davetlerde pasta, çörek ve çay çıkarılırdı, ayda bir olurdu, mektupla herkese bildirilirdi, esas konuşmayı kimin yapacağı önceden belirleniyordu. Ondan sonrada toplantılarda genellikle beraberce öğle yemeği yenilir oldu.
Kış aylarında birçok üyenin şehir içinde evleri veya apartman daireleri olduğundan toplantılar burada yapılırdı. Mesela Ayverdi’nin Fatih’ten Edirnekapısı’na giden Fevzi Paşa Caddesi’nin sol tarafında Yenibahçe vadisine hakim bir yerde tamamen modern mimaride iki katlı evinde toplanılırdı. Ev küçük olmakla beraber iç dekorasyonu, eşyası tamamen eski Osmanlı mefruşatı idi. Diğer başkan olan Dirimtekin ise bütün hayatı müddetince Beyoğlu muhitinde yaşadığından ve Osmanlı Devleti’nin Suriye-Lübnan’daki tebaasından bir Hıristiyan Arap olan Fresh’in kızı ile evlendiğinden bu zattan miras kalmış olan Şişhane yokuşu başındaki gösterişli dış mimarisiyle meydana hakim olan Fresh Apartmanı’nın cadde üzerindeki bir dairesinde kalmaktaydı. Sonra bu daireyi satmak zorunda kaldılar.
Bunlardan başka Prof. Arif Müfid Mansel’in (kış evinde) Şişli’ye uzanan Halaskârgazi Caddesi’nin paralelindeki bir sokakta bulunan kâgir konağında da toplanırdık. Eski eşyasından başka bu konakta Arif Müfid Mansel’in çok zengin ve hepsi de ciltlenmiş mükemmel bir kütüphanesi bulunuyordu. Ölümünden sonra gerek bu kâgir konak biçimdeki ev, içindeki değerli eşya ve kitaplarla dağılıp gitti.
Yine her Muharrem ayında aşure yemek için Ekrem Hakkı Ayverdi’nin evine gidilirdi. Özel olarak hazırlanan bu aşure gayet büyük, yuvarlak bir çanağın içinde koyulur ve herkese dağıtılırdı. Sonra kalan aşure o kocaman çanakla Dirimtekin’in önüne konurdu.
İşte böyle...
Özet olarak kuruluşu, başlıca üyeleri ve burada yapılan görüşmeler hakkında bilgiler vermeye çalıştım. İlk defa Derin Tarih okurlarıyla paylaştığım bu özel ilmî kurumun tarihçesini, üyelerini tanıtmaya gayret ettim. Eğer yazımızın içerisinde işaret ettiğimiz gibi başlangıçta kurul toplantılarına katılarak notlar alan sekreter işine devam etmiş olsaydı çok daha etraflı bilgiler ortaya konulabilirdi.
Hayatta kalan son üye olarak hafızamda kalanları bir araya getirdim. Son olarak şunu eklemek isterim ki ben bu kurumu yeni üyelerle tekrar canlandırmak istedim, fakat muvaffak olamadım.
Kısmet.
Şairin dediği gibi,“Bir vakt olur ki derler, o da bir zaman imiş...”
Entelektüellerin gündemi
Neler konuşulmazdı ki...
Sohbetlerimizde üyelerden biri araştırma yaptığı bir konu üzerinde konuşma takdim eder ve bunun üzerine tartışmalar yapılırdı. Bazı konularda ilaveler yapıldığı da olurdu. Nitekim otomobil ile Yugoslavya’ya gitmiş oradan Almanya’ya geçmiştim. Bu güzergâh üzerinde Kosova’ya uğramış ve orada I. Murad Hüdavendigar türbesini ziyaret etmiştim. Bu türbe hakkında bir konuşma yaptığımda içerisinin tamamen soyulmuş olduğunu kuru tahta döşemesi ve tahtadan bir sandukadan başka bir şey bulunmadığını söyledim. Bunun üzerine Fehmi Karatay bu türbenin içine vaktiyle Memlük sultanı tarafından şamdan gönderilmiş olduğunu ek bilgi olarak bana bildirmişti. Bu şekilde diğer üyeler tarafından ihtisaslarına göre bazı bilgiler sağlandığı olurdu.
Seyfullah Esin Japonya’da elçi olduğu sırada bütün dünyada savaş hüküm sürdüğünden Türkiye’ye kadar gelmesi icap etmiş bunun içinde Japonlarla savaş halinde olmayan Rus topraklarına geçip günlerce süren bir yolculukla Transsiberyen tren hattını kullanarak Türkiye’ye ulaşabilmişti. Bu yol hatıralarını bir konuşmasında anlattı. Diğer bir konuşmasında Portekiz’de büyükelçi olarak bulunduğu yıllarda politika icabı Türk tebaalığına almak zorunda kaldığımız bir Ermeni milyarderin Lizbon Müzesi’ne bağışladığı Türk eserlerinden oluşan özel koleksiyonu da Seyfullah Bey bir konuşma konusu yapmıştı.
Eyice apartmanına hoşgeldiniz
Fakiranemdeki toplantıdan hatırladıklarım
Benim evimde yapılan bir toplantıda üyelerimizden rahmetli Osman Nuri Ergin’in kapıdan girerken bana ilk sorduğu şu oldu: “Bu sokağın adı olan Yazmacı Tahir de kim?” 1932-33 yıllarında İstanbul Belediyesi tarafından şehrin yer ve sokak adları yeni baştan düzenlenirken Osman Nuri Bey’in sokakları, caddeleri yeniden adlandırdığını hatırlayarak ben de şu cevabı verdim: “Aman üstadım, bu adları bu sokaklara veren zat-ı aliniz. Bana neden soruyorsunuz?”
Yapılan toplantılarda bilhassa uzak yerlerden geldikleri için yemek servisi yapmak zorundaydık. Fakat büyükelçilerin beyaz eldivenli uşakları gibi personelim veya Kont Ostrorog’un beyaz ceketinin altın yaldızlı düğmelerinde kabartma olarak Ostrorog ailesinin arması görülen hizmetkârlarım olmadığından hizmeti eşim ve aile yakınlarımız yapardı.