İstanbul'da ilk balonu İngiliz Selim uçurmuştu
İngiliz Selim Efendi’nin Osmanlılardaki faaliyetlerinden en ilgi çekicisi, İstanbul’da balonla gösteri uçuşu yapmasıdır.
Osmanlıların tarih boyunca Avrupa ile sürekli alışveriş içinde olduğunu biliyoruz. 19. yüzyıla kadar da Osmanlı-Avrupa ilişkilerinin temelinde harp teknolojisinin teknikleri ve sanayinin transferi bulunuyordu. İlk dönemlerde Hıristiyan Bosnalı ve Sırplar, daha sonraları İtalyan ve Alman uzmanlar, ileri tarihlerde sayıları artan Fransız, İngiliz ve Hollandalı (Flemenk) teknisyenler Osmanlı hizmetine girmişti.
İleri teknolojinin uygulanmasında çeşitli askerî ve sivil projelerde Osmanlılara hizmet eden uzmanlardan biri de Mühendis veya diğer bir ifadeyle 'İngiliz' Selim Efendi'dir. Aslen İngiliz olup Sultan III. Selim zamanında İstanbul'a gelmiş ve uzun yıllar burada kaldıktan sonra tekrar İngiltere'ye dönmüştü. Onun İngiliz matematikçisi ve Kraliyet Askeri Akademisi'nde (Royal Military Academy) matematik profesörü olan John Baonnycastle'dan ders görmüş ve muhtemelen bu akademide okumuş bir mühendis olduğu anlaşılıyor.
İstanbul'da bir İngiliz
Selim Efendi'nin İstanbul'a ne zaman ve niçin geldiği tam olarak bilinmemektedir. Eldeki vesikalara göre, Selim Efendi'nin en azından 1795-1808 yıllarında Osmanlı hizmetinde bulunduğu kuvvetle muhtemeldir. Almış olduğu vazifelerden ilki İsmail, Belgrad ve Yergöğü gibi büyük serhat kalelerinden 6 tanesinin tamir veya yeni usul üzere yeniden inşası ve resimlerinin çizilmesi işi, 'üstadım' dediği Bannycastle'ın Öklid geometrisine ait eserinin Usûl-i Hendese adıyla 1797'de Türkçeye tercümesidir.
Daha sonra Napolyon'un Mısır'ı işgali ve sonrasında İngiliz donanmasının yardımıyla Fransa'nın Mısır'dan çıkartılması hadisesinde resmî bir mektubu Kahire'ye, İngiliz Donanma Kumandanı General Nelson'a götürmek üzere görevlendirilmişti. Bir ara Tersane-i Amire'de inşa edilen Büyük Havuz için İngiltere'den 'tulumba-i nâriye' buhar gücüyle çalışan tulumba satın alınması için İngiltere'ye gitmiş ve burada 3 yıl kalmıştı. Beykoz Kağıt Fabrikası'nda kullanılan dibekler yerine Avrupa'da kullanılan çarklardan imal ederek, bir ayda yapılacak işin bir günde yapılmasını sağlamış, Tophane'de 'kavaid-i hendesiye'ye (geometri kaidelerine) göre top ve havan dökümü yapmıştı.
Balonla gösteri uçuşu
Bütün bu faaliyetler ve vazifeler arasında belki de en ilgi çekici olanı, İstanbul'da balonla gösteri uçuşu yapmış olmasıdır. Kendi gayretiyle yapmış olduğu, sıcak hava ile doldurulmuş ve insansız olarak uçurulan balon ile, 1801 sonbaharında birkaç deneme gerçekleştirdiği anlaşılan Selim Efendi, bu balonu, kuşatma altındaki bir kaleden dışarıya haber ulaştırmanın imkânsız olduğu durumlarda kullanılmak üzere hazırladığını belirtmektedir.
Câbi Tarihi'nde bununla ilgili olarak, “bir çadır denginde nesnenin derûnuna mekâtîb vaz' ve istediği mahalle rüzgârın muvafakati ile ateş olunup haber irsalini icadı zımnında...” denilmiştir. Ayrıca Selim Efendi tarafından padişaha takdim edilen balonun kabul gördüğü ve bir deneme yapması için kendisine izin verildiği de kayıtlıdır.
Selim Efendi'nin Levend Çiftliği'nde yaptığı ilk denemesinde uçurduğu balon 'Çorlu'nun öte tarafında' bir tarlaya düşmüş, tarla sahibi 'çadırı' alıp 'hâkime' götürmüş ve haberi İstanbul'a irsal olunmuştur. Selim Efendi, Yalı Köşkü önünde yaptığı ikinci denemesinde balonuna tahtadan bir adam tasviri koymuştu.
Ancak tahtadan yapılan adam tasviri kırılmış ve balon Bozhane civarında kale duvarına takılıp düşmüştür.
Selim Efendi'nin üçüncü denemesinde, yine kırmızı renk kumaştan yapılmış balon, bir köşesine kadı ve naiplere hitaben “her hanginizin taht-ı hükümetinize işbu ref olunan madde (balon) vusul bulur (ulaşır) ise haberini der-Aliyye'ye ilâm edesiz” diye yazılmış 'mekâtîb' (mektuplar) konularak uçurulmuştu.
Denemenin başarıyla gerçekleşmiş olduğunu “Marmara önünde rüzgârın ziyade sakin olması ile Sakız Naibi Efendi avdetinde (dönüşünde) deryada görüp ahz birle (alarak) haberi Asitâne'ye getirtilmiştir” şeklindeki ifadeden anlamaktayız. Mühendis Selim Efendi başarısından dolayı Padişah tarafından ödüllendirilmiş ve Mühendishane'ye tayin edilmişti.
“İlim şapkada imiş, bende değilmiş”
19. yüzyıl başlarında Osmanlı ulemasının önde gelen simalarından Kethüdazade Mehmed Arif Efendi'nin onun hakkında anlattığı kısa bir anekdot ise bize madalyonun öbür yüzünü gösteriyor ki Menakıb-ı Kethüdazâde adlı eserde o dönemde Osmanlı toplumundaki genel eğilimler hakkında bilgi vermesi bakımında da çok mühimdir:
“Demiri fabrika vasıtasıyla eridip gemi zinciri gibi türlü alat ve eşya-yı hadideyi (aletler ve demir eşyayı) yapmasını bilir bir İngiliz, Sultan Selim Han-ı Salis merhumun zamanında İstanbul'a gelir. Rical ve kibarın konaklarına girer çıkar, kimse mani olmaz, teklifsiz görüşür konuşur. Bu İngiliz “bana bir fabrika yapın, İngiltere'deki gibi size eşya-yı hadide yapayım” der. Amma bizimkilerin kulaklarına girmez. Bizim o vakitteki kıyafetlerimiz bu İngiliz'in zevkine gider, bir gün Müslüman olur. Adını Selim Efendi korlar.
Kavuk, sarık, biniş, cebe, mest, pabuç, çakşır, uzun entari, beline şal giyinir ve kuşanır. Fakat bundan sonra o gittiği konaklara öyle evvelki gibi doğruca efendinin yanına koymazlar, kâhya odasında, kahve ocağında bekletirler. 'Efendinin işi var' derler ve arkasından 'İngiliz Selim' derler. 'Selim Efendi' demezler.
Evvelden zatına mahsus bir tevkîr var idi, tahkire tahvil olur. Böyle kendisinin muhkir olduğunu anladıktan sonra 'İlim şapkada imiş bende değilmiş, benim bu kıyafet hoşuma gittiği için Müslüman oldum, ben yine İngilizim' der. Bir gün kaçar gider. Hâlâ o gidiştir. Eğer o adamı tevkir ve idare edeydik şimdi (1840'lar) büyük büyük muntazam demir fabrikalarımız olurdu. Anı kaybettik ve sair İngilizler bunun Müslüman olduğu için muhkir olduğunu (küçük görüldüğünü) bildiler, bundan böyle Müslüman olmazlar, anı da kaybettik.”
Kethüdazade'nin hayıflandığı bu durumu, başka açıdan değerlendirilecek olursak onun aslında Osmanlı'nın Avrupa sanayi ve teknolojisi karşısındaki vaziyetine hayıflandığını da söyleyebiliriz.
Osmanlı modernleşmesinin en önemli ayaklarından askerî sahadaki modernleşme hareketlerinin tüm boyutları ile dikkate alınıp incelenmesi 'büyük tablo'nun tamamlanmasına yardımcı olacaktır. Sultanın kahramanlarının 'saklı hayatları'nın açığa çıkmasının bizi çok farklı hikâyelere doğru götüreceği muhakkaktır.
İleri teknolojinin uygulanmasında çeşitli askerî ve sivil projelerde Osmanlılara hizmet eden uzmanlardan biri de Mühendis veya diğer bir ifadeyle 'İngiliz' Selim Efendi'dir. Aslen İngiliz olup Sultan III. Selim zamanında İstanbul'a gelmiş ve uzun yıllar burada kaldıktan sonra tekrar İngiltere'ye dönmüştü. Onun İngiliz matematikçisi ve Kraliyet Askeri Akademisi'nde (Royal Military Academy) matematik profesörü olan John Baonnycastle'dan ders görmüş ve muhtemelen bu akademide okumuş bir mühendis olduğu anlaşılıyor.
İstanbul'da bir İngiliz
Selim Efendi'nin İstanbul'a ne zaman ve niçin geldiği tam olarak bilinmemektedir. Eldeki vesikalara göre, Selim Efendi'nin en azından 1795-1808 yıllarında Osmanlı hizmetinde bulunduğu kuvvetle muhtemeldir. Almış olduğu vazifelerden ilki İsmail, Belgrad ve Yergöğü gibi büyük serhat kalelerinden 6 tanesinin tamir veya yeni usul üzere yeniden inşası ve resimlerinin çizilmesi işi, 'üstadım' dediği Bannycastle'ın Öklid geometrisine ait eserinin Usûl-i Hendese adıyla 1797'de Türkçeye tercümesidir.
Daha sonra Napolyon'un Mısır'ı işgali ve sonrasında İngiliz donanmasının yardımıyla Fransa'nın Mısır'dan çıkartılması hadisesinde resmî bir mektubu Kahire'ye, İngiliz Donanma Kumandanı General Nelson'a götürmek üzere görevlendirilmişti. Bir ara Tersane-i Amire'de inşa edilen Büyük Havuz için İngiltere'den 'tulumba-i nâriye' buhar gücüyle çalışan tulumba satın alınması için İngiltere'ye gitmiş ve burada 3 yıl kalmıştı. Beykoz Kağıt Fabrikası'nda kullanılan dibekler yerine Avrupa'da kullanılan çarklardan imal ederek, bir ayda yapılacak işin bir günde yapılmasını sağlamış, Tophane'de 'kavaid-i hendesiye'ye (geometri kaidelerine) göre top ve havan dökümü yapmıştı.
Balonla gösteri uçuşu
Bütün bu faaliyetler ve vazifeler arasında belki de en ilgi çekici olanı, İstanbul'da balonla gösteri uçuşu yapmış olmasıdır. Kendi gayretiyle yapmış olduğu, sıcak hava ile doldurulmuş ve insansız olarak uçurulan balon ile, 1801 sonbaharında birkaç deneme gerçekleştirdiği anlaşılan Selim Efendi, bu balonu, kuşatma altındaki bir kaleden dışarıya haber ulaştırmanın imkânsız olduğu durumlarda kullanılmak üzere hazırladığını belirtmektedir.
Câbi Tarihi'nde bununla ilgili olarak, “bir çadır denginde nesnenin derûnuna mekâtîb vaz' ve istediği mahalle rüzgârın muvafakati ile ateş olunup haber irsalini icadı zımnında...” denilmiştir. Ayrıca Selim Efendi tarafından padişaha takdim edilen balonun kabul gördüğü ve bir deneme yapması için kendisine izin verildiği de kayıtlıdır.
Selim Efendi'nin Levend Çiftliği'nde yaptığı ilk denemesinde uçurduğu balon 'Çorlu'nun öte tarafında' bir tarlaya düşmüş, tarla sahibi 'çadırı' alıp 'hâkime' götürmüş ve haberi İstanbul'a irsal olunmuştur. Selim Efendi, Yalı Köşkü önünde yaptığı ikinci denemesinde balonuna tahtadan bir adam tasviri koymuştu.
Ancak tahtadan yapılan adam tasviri kırılmış ve balon Bozhane civarında kale duvarına takılıp düşmüştür.
Selim Efendi'nin üçüncü denemesinde, yine kırmızı renk kumaştan yapılmış balon, bir köşesine kadı ve naiplere hitaben “her hanginizin taht-ı hükümetinize işbu ref olunan madde (balon) vusul bulur (ulaşır) ise haberini der-Aliyye'ye ilâm edesiz” diye yazılmış 'mekâtîb' (mektuplar) konularak uçurulmuştu.
Denemenin başarıyla gerçekleşmiş olduğunu “Marmara önünde rüzgârın ziyade sakin olması ile Sakız Naibi Efendi avdetinde (dönüşünde) deryada görüp ahz birle (alarak) haberi Asitâne'ye getirtilmiştir” şeklindeki ifadeden anlamaktayız. Mühendis Selim Efendi başarısından dolayı Padişah tarafından ödüllendirilmiş ve Mühendishane'ye tayin edilmişti.
“İlim şapkada imiş, bende değilmiş”
19. yüzyıl başlarında Osmanlı ulemasının önde gelen simalarından Kethüdazade Mehmed Arif Efendi'nin onun hakkında anlattığı kısa bir anekdot ise bize madalyonun öbür yüzünü gösteriyor ki Menakıb-ı Kethüdazâde adlı eserde o dönemde Osmanlı toplumundaki genel eğilimler hakkında bilgi vermesi bakımında da çok mühimdir:
“Demiri fabrika vasıtasıyla eridip gemi zinciri gibi türlü alat ve eşya-yı hadideyi (aletler ve demir eşyayı) yapmasını bilir bir İngiliz, Sultan Selim Han-ı Salis merhumun zamanında İstanbul'a gelir. Rical ve kibarın konaklarına girer çıkar, kimse mani olmaz, teklifsiz görüşür konuşur. Bu İngiliz “bana bir fabrika yapın, İngiltere'deki gibi size eşya-yı hadide yapayım” der. Amma bizimkilerin kulaklarına girmez. Bizim o vakitteki kıyafetlerimiz bu İngiliz'in zevkine gider, bir gün Müslüman olur. Adını Selim Efendi korlar.
Kavuk, sarık, biniş, cebe, mest, pabuç, çakşır, uzun entari, beline şal giyinir ve kuşanır. Fakat bundan sonra o gittiği konaklara öyle evvelki gibi doğruca efendinin yanına koymazlar, kâhya odasında, kahve ocağında bekletirler. 'Efendinin işi var' derler ve arkasından 'İngiliz Selim' derler. 'Selim Efendi' demezler.
Evvelden zatına mahsus bir tevkîr var idi, tahkire tahvil olur. Böyle kendisinin muhkir olduğunu anladıktan sonra 'İlim şapkada imiş bende değilmiş, benim bu kıyafet hoşuma gittiği için Müslüman oldum, ben yine İngilizim' der. Bir gün kaçar gider. Hâlâ o gidiştir. Eğer o adamı tevkir ve idare edeydik şimdi (1840'lar) büyük büyük muntazam demir fabrikalarımız olurdu. Anı kaybettik ve sair İngilizler bunun Müslüman olduğu için muhkir olduğunu (küçük görüldüğünü) bildiler, bundan böyle Müslüman olmazlar, anı da kaybettik.”
Kethüdazade'nin hayıflandığı bu durumu, başka açıdan değerlendirilecek olursak onun aslında Osmanlı'nın Avrupa sanayi ve teknolojisi karşısındaki vaziyetine hayıflandığını da söyleyebiliriz.
Osmanlı modernleşmesinin en önemli ayaklarından askerî sahadaki modernleşme hareketlerinin tüm boyutları ile dikkate alınıp incelenmesi 'büyük tablo'nun tamamlanmasına yardımcı olacaktır. Sultanın kahramanlarının 'saklı hayatları'nın açığa çıkmasının bizi çok farklı hikâyelere doğru götüreceği muhakkaktır.