İrfan yolunda yayıncı olmak
Fikir ve kültürhayatımızabirbirinden değerlieserler kazandıranİlhan Akıncı3 Nisan 2016 gecesiebedi âleme irtihaletti. Onu ve irfandünyamıza katkılarını30 yıllık dostuProf. Dr. MahmudErol Kılıç yazdı.
3 Nisan gecesi Hakk’a rücû eden İlhan Akıncı ağabey ile tanışmamız 80’li yılların ortalarına doğru oldu. Üniversiteye henüz intisab etmemiş olduğum gençlik yıllarımda bir dönem İnsan Yayınları’nda çalışmış ve editörlük yapmıştım. Söz konusu yayınevi kurulduğu yıldan itibaren birçok sahibe ve editöre ev sahipliği yapmış bir mekândı. İlhan ağabey yine kendisi gibi bir dava adamı olan arkadaşı rahmetli Ahmet Şişman’ın daveti üzerine yayınevini maddi olarak daha da güçlendirmek üzere İnsan Yayınları’nın ortakları arasına katılmıştı. Sonraki süreçte diğer ortakların ayrılması üzerine yayınevinin tek sahibi olacak ve günümüze kadar böyle gelecekti.
Aslında bir sanayiciydi. Ailesinden gelen esnaflık geleneğini ileriye taşıyarak tekstil boyama sektöründe büyük üretim yatırımı yapmış, bu sayede pek çok insana istihdam alanı sağlamıştı. Fakat onu farklı kılan, bir kutlu davası, bir derdi olmasıydı. Dünya Müslümanlarının hal-i pürmelalini, memleketimizin gidişatını yakından takip ederdi. Gençliğinde bir yandan Mehmed Zahid Kotku Hazretleri’nin sohbetlerine, diğer yandan da Sezai Karakoç üstadın yanına giderek manevî- entelektüel dünyasını geliştirmeyi ihmal etmemişti.
Ticarette Rezzâk-ı âlem’in ona bahşettiği imkânları memleket gençlerinin fikrî seviyesini daha da yukarı götürebilmek yolunda sarf etmeye adamış bir hizmet adamıydı. Bu hedefe yönelik olarak pek çok sivil toplum kuruluşunda aktif rol aldı. Kız öğrencilerin rahat okumalarına fırsat tanınmadığı bir dönemde bilhusus onlar için böyle bir ortam sağlayacak özel bir ortaöğretim okulunun kurucuları arasında yer aldı.
Yayınevinin tek sahibi olduğu zaman kendisine demiştim ki:
“Bak ağabey, biliyorsun her yiğidin bir yoğurt yiyiş tarzı vardır. Benim de kendime göre bir tarzım var. İrfan ekolüne bağlı ve bu yolu mühimseyen biriyim. Diğer bakış açılarına saygı duyuyorum ama benimkisi bu ve ancak bu doğrultuda bir yayıncılık yapabilirim. Eğer bu meşreb sana uygun değilse hemen söyle, hiç gücenmem çantamı alır giderim.”
Bana kesinlikle bu düşünceyi kendisinin de benimsediğini ve bu çizgiyi sürdürmemizi istediğini söyledi. Bu şevkle onunla ve sonraki editör arkadaşlarla o çatı altında güzel şeyler yapıldığına inanıyorum. Bu sayede çok mühim bazı eserleri memleketimiz irfanına kazandırıldı. Hususen “Geleneksel Yolu” benimsemiş yazarların eserlerinin basılmasında İnsan Yayınları bir çizgi tutturmuş ise bunda onun bu konulara yakınlığının da payı vardır. Bence en ayrıcalıklı yönü, önemine inandığı bir eser satar mı satmaz mı kaygısı taşımadan basılması için çaba sarf etmesidir.
Yeri gelmişken bir anımı aktarmak istiyorum: Osmanlıcada dahil hiç yayınlanmamış bir yazma eser üzerinde değerli bir ilim adamı seneler süren çalışma yaparak eseri Latin alfabesine aktardı. Müellif mühim biri, muhteva hakeza çok mühim. Bana göre muhakkak yayınlanması lazım. Fakat iki ciltlik böyle bir eserin satıp satmayacağında kaygılarım var. Mesuliyetli bir iş olduğu için patrona bir sormam lazım dedim. Sorduğumda İlhan ağabeyin bana verdiği cevap şu oldu:
“Sen bu kitap çok mühim ve muhakkak yayınlanması lazım diyorsan eğer, az basalım ama muhakkak basalım.”
Onun yayıncılığı ticarî bir faaliyetin ötesinde görüyor olması, tıpkı ondan evvel yayınevinin sahibi merhum Ahmet Şişman’ın bir yılsonu hesap-kitabı yaptığımızda bana verdiği şu rahatlatıcı talimatla örtüşüyordu:
“Önümüzdeki yıl bırakalım kârı, 20 bin dolara kadar zarar etsek bana dokunmaz. 40 bin dolar zarar edersek, etmesek daha iyi olur derim ama 60 bin dolar zarar edersek yayınevini kapatmak zorunda kalırım.”
Diğer işadamlarımıza da kültürel dünyaya yatırım yapmalarında bu iki güzel insanın örnek olmalarını dilerim. Geriye hayırlı evlatlar bıraktılar. Ben onların babalarından devraldıkları ticareti ve yayıncılığı daha ileriye taşıyacakları ümidini taşımaktayım. Mekânları cennet, ruhları şad olsun.