Hollanda'nın sömürgecilik yalanları
17. yüzyılın başında Endonezya topraklarını sömürgeleştirmeye hız verenHollanda, yerli halkın direnişini kırmak için savaşmaktan daha ucuz ve etkiliyollar aradı. “Ahlakî politika” denen yeni yöntem, sözde “medenileştirme” vurgusuile Endonezya halkını dize getirmeyi amaçlıyordu.
Ekvatorun en zengin tabii kaynaklarına sahip olan ve binlerce adadan oluşan Endonezya Batı için saklı bir hazineydi adeta. 16. yüzyıldan itibaren bu yeryüzü cennetine gözünü dikmiş olan Hollanda 1602’de Doğu Hindistan Kumpanyası’nı kurarak Cava merkezli ticarî bir tekel oluşturdu. 1641’de Malakka’yı Portekizlilerden alarak iyice güçlendi. 17. yüzyılın ikinci yarısında bölge üzerinde Hollanda- İngiltere rekabeti başladı. Binlerce adadan oluşan Endonezya’daki yerel yönetimleri sömürgeleştirmek Hollandalılar için hiç de kolay olmayacaktı.
1784’te yapılan Paris Antlaşması’yla Doğu Hindistan bölgesi tamamen İngilizlerin kontrolüne, ayrıca bazı Hollanda toprakları Fransızların hâkimiyetine girdi. 19. yüzyılın sonlarında 4 milyon nüfusa sahip olan Avrupa’nın cüce devleti Hollanda Krallığı topraklarının 55 katı büyüklüğündeki bir bölgeyi kolonileştirmiş bulunmaktaydı.
Ne var ki Endonezya halkları Hollandalılara bir türlü boyun eğmedi. Sömürge idaresinin insanlık dışı uygulamalarının bundaki payı büyüktü elbette. İngiliz ve Fransızların güçlenmesiyle şiddetlenen rekabet ortamında, kolonilerde kalıcı olabilmesi için Hollanda’nın bu problemleri mutlaka çözmesi gerekiyordu. Bu yüzden 19. asrın sonlarında politika değişikliğine gidildi. Endonezya halklarının direncini onlarla savaşarak kırmak çok masraflıydı. Ayrıca bu çarpışmalarda çok fazla asker kaybediliyordu. Ucuz ve etkili bir başka yol bulunmalıydı.
Bu insanların Hollandalıların kendilerini “medenileştirmek” için geldiğine ikna olmaları gerekiyordu. Bu yüzden sömürge yönetiminin eli kanlı askerlere değil, bilimsel çalışmalara ihtiyacı vardı. 1851 yılında Hollanda sömürge bakanlarının kurmuş olduğu KITLV (Hollanda Kraliyeti Güneydoğu Asya ve Karayip Araştırmaları Enstitüsü) Batı ırkının ve kültürünün üstünlüğüne inanan bir grup oryantalistten oluşuyordu. Bu kurum 1870-75 yılları arasında Hint adaları üzerinde çalışmalara başladı. Hollanda Leiden Üniversitesi profesörlerinden G. A. Wilken ve J. H. C Kern yüzyılın başında, Endonezya takımadaları üzerinde keşiflere katıldılar ve bu adaları, Hollanda halkı için “bir nimet” olarak görüp yazılarında sömürge idaresinin meşruiyetini savundular. Kern, 1880 yılında kaleme aldığı bir yazıda şöyle diyordu:
“Doğu Hint Adaları, Hollandalılara bağışlanmış kutlu bir nimettir. Daha güçlü bir toplum olmak için Doğu Hint Adalarının daha fazla keşfedilmesi ve nimetlerinden daha fazla yararlanmak gerekmektedir. Bunun için bu takımadalarının zihinsel fethinin de yapılması elzemdir.”
Pek çok Batı Avrupa ülkesinin yaptığı gibi sömürgeci Hollanda politikalarının meşruiyeti için yerli halkın zihnî dönüşümü şarttı. Bu yüzden 1880’lerde Hollanda’nın meşhur yayın organlarından De Gids dergisi, yazılarında emperyalist genişleme politikalarını ‘medeniyet ve uygarlık misyonu’ adı altında dile getirmeye başladı. Sömürge idaresini ekonomik refah ve ihtişamın kaynağı gören De Gids yazarları, ‘medenileştirme misyonu’ ilkesiyle hareket ederek Batılı olmayan halkları eğitmeyi ahlakî bir görev addetmişlerdi. Hollanda’nın sömürge mülklerinin olması kendileri için ilham vericiydi. De Gids yazarı Profesör Veth şöyle diyordu:
“Hollanda’nın sömürge mülklerinin korunması sadece gelecek nesillerimiz için bir yükümlülük değil, aynı zamanda tarihî bir zorunluluktur. Atalarımızın bize tarihî mirası olan kolonileri terk etmemeli ve millî onurumuzu korumalıyız. Bu bizim kaçınılmaz kaderimizdir.” Hollanda 19. asrın sonlarından itibaren politikalarını bu doğrultuda değiştirmeye karar verdi. Hollanda Kraliçesi Wilhelmina tarafından Endonezya’ya karşı “ahlakî çağrı” yapıldı. Bu çağrı Endonezya halkına, Hollanda rehberliği altında Batı’yı takip ederek daha büyük bir özerklik, uygarlık ve ilerleme vaat ediyordu:
“Hollanda yönetimi, medeniyetsizler için bir nimettir ve kolonileştirilmiş kişilerin çıkarlarını korumakta, etkili ve adil sömürge kuralları uygulamaktan kaçınmayacaktır.”
Bu doğrultuda Endonezya halklarının hayat standartlarının iyileştirilmesine, eğitim ve sağlık hizmetlerinin kalitesini arttırmaya yönelik programlar hazırlandı. Telgraf sistemi kuruldu ve Avrupa’daki gelişmeler yakından takip edilmeye başlandı. Hollandalı Tijdschrift voor Nederlands-Indië ve liberal Indische Gids gibi dergiler de halkın hizmetine sunuldu. Böylece yerli halkların kültürel iklimi değişmeye başladı. Kraliçe Wilhelmina Endonezya’ya yapılan yatırımların oranını %90’dan %167’ye çıkarttı. 1870-1913 yılları arasında bu yatırımlar iki katına çıkarılırken millî gelire yapılan katkı da %2-3 arasında artarak %10’a çıktı. Bu politikalar sayesinde Batı’nın üstünlüğüne vurgu yapan düşünce ve kültür sistemi yerli halka kolayca aşılanabildi.
“Ahlakî politika” adını verdikleri bu yeni politika, çok fazla insan ve maddi kayba yol açan, 1873’te başlayan Açe savaşları sebebiyle gündeme gelmişti. Hollanda ve Açe Sultanlığı arasında gerçekleşen ve resmî kaynaklara göre 1903 yılına kadar süren bu savaşta “Hollanda Krallığı Doğu Hindistan Ordusu (KNIL)” çoğu sivil 70 bin Açeli Müslümanı katletti. Sömürge ordusu komutanı General J. B. van Heutsz savaşın başlamasından bir ay sonra Açe savaşını destekleyen şu ifadeleri kullanmıştı:
“... Hollanda modern ve girişimci bir sömürge gücüdür. Bu yüzden Açe halkıyla mücadelemizde uygarlığı ve insanlığı temsil ediyoruz. Açe Savaşı’nı devam ettirmeliyiz ve Hollanda bayrağını tüm Endonezya takımadalarında insanlık adına dalgalandırmalıyız.”
Sonuç olarak Endonezya’ya sözde “medeniyet” götüren Hollanda bir taraftan “ahlakî politika” gibi süslenmiş kavram ve politikalarla meşruiyet kazanmaya çalışırken, diğer taraftan da yerli halkları asimile etti. Böylece sömürge yönetimine karşı direnci kırmayı ve eleştirileri engellemeyi amaçladı. Liberal emperyalizm dedikleri bu olsa gerek.