Hitlerin merhamet duyduğu tek kişi Mussolini
Hitler ile Mussolini arasında pek çok benzerlikler mevcuttu. Toplumsal statüleri, siyasete başlama şekilleri, ideolojileri, “tek adam” olma saplantıları ve nihayetinde ülkelerini felakete sürüklemeleri. İkisi de yine benzer bir son yaşadı. Başarısızlık ve hayal kırıklığı…
Norman Stone
___________________________________________________
Duce’ye (Mussolini) bu yaptığı için onu asla unutmayacağımı söyleyin, asla, asla, asla.” Bu sözlerin sahibi 11 Mart 1938 gecesi 23:00’te Roma’daki ajanıyla heyecanlı bir şekilde telefonda konuşan Adolf Hitler’di. O sırada Hitler’in birlikleri, Avusturya’yı Almanya topraklarına katmak üzere yapılacak taarruz için hazırlıklarını tamamlamıştı. O dönemde güçlü ordusuyla Avusturya’nın hamisi olan İtalya, bu girişimi durdurabilirdi. Mussolini o gün olanlara göz yumdu ve Hitler’e planını uygulamasını söyledi. Bu Hitler’in ilk büyük saldırısıydı ve tamamıyla başarıya ulaşmıştı. Alman birlikleri Avusturya’da coşkuyla karşılandı, bu savaşın bir diğer adı da “Çiçek Savaşı”ydı. 14 Mart’ta Viyana’daki büyük Heldenplatz Meydanı’nda devasa bir kalabalık önünde konuşan Führer, Avusturya ve Almanya’nın birleştiğini ilan ediyordu. Bu tarih onun için olağanüstü üç yıllık bir dönemin başlangıcıydı. Kısa bir süre içinde Alman birlikleri Paris’i ele geçirdi, Moskova eteklerine ulaştı.
Hitler genelde verdiği sözleri tutmayı dert edecek biri değildi, ancak acı sona dek gerçekten de Mussolini’ye verdiği sözleri hep tuttu. Hitler’in zaferlerinin başlangıcı, Mussolini’nin çöküşünün başlangıcıydı. Duce 1938 yılına kadar aslında epey başarılı da olmuştu. Nüfusla ilgili problemlere sahip yoksul bir ülke olan İtalya artık bir Süper Güç’tü. Ancak 1939’a gelindiğinde o daha çok yardımcı bir oyuncuydu ve İtalya 1940’ta savaşa girdiğinde yenilgi üzerine yenilgi aldı. 1942 yılında Yunanistan bile bu ülkeyi mağlup etti. Yine aynı yıl Afrika’da kolonilerini İngilizlere kaptırdı, donanmasının büyük bir bölümü de yine onlar tarafından batırıldı. İtalya Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda Mussolini’nin damadı Kont Ciano, İtalya’nın genel hatlarıyla içinde bulunduğu umutsuz durumu şu sözlerle özetliyordu: “Eğer İngiltere kazanırsa, biz kaybederiz; eğer Almanya kazanırsa mahvolduk demektir.” Kont Ciano kayınpederine karşı bir komplo planına dahil oldu. 15 Temmuz 1943’te Kral ile muhalif generaller Mussolini’yi devirdi ve tutukladı. Nihayetinde o orta İtalya’nın yüksek dağlarında mahkum edildi, halefleri ise batılı Müttefiklerle ayrı bir barış görüşmesine çoktan başlamıştı.
Hitler, Duce’yi kurtardı. Planörlerle gerçekleştirilen bu son derece gözü kara operasyonda komando birlikleri dağdan Mussolini’yi kaçırdı. Daha sonra Hitler eski dostunu halen Alman işgali altında bulunan İtalya topraklarının başına getirdi. Mussolini burada merkezi Garda Gölü yakınlarındaki küçük bir kasaba olan Salo’da bulunan “İtalyan Sosyal Cumhuriyeti”ni kurdu. Tekrar sol eğilimlerine döndü. 1867 yılında İmparator Maximilian’ı vurduran kilise düşmanı Meksikalı Devrimci Juarez’in anısına ona “Benito” deniliyordu. Geçmişte kendisine ihanet edenlerden -eline geçirebildiklerinden- intikamını aldı: Damadını idam ettirdi, kızı ise ailenin özel belgeleriyle İsviçre’ye kaçtı.
Mussolini, Hitler’i en son 20 Temmuz 1944’te ziyaret etti. Treni Doğu Prusya’da bulunan Rastenburg’daki Alman ordu karargâhında durmuştu. Bu Faşizm tarihindeki pek çok sürreal anlardan biriydi. O sabah üst rütbeli komplocu subaylar Hitler’in elemanlarına konferans verdiği ahşap kulübede bomba patlatmış, pek çok kişi hayatını kaybetmiş ancak Hitler kurtulmuştu. Ne var ki bu olaydan fazlasıyla etkilenen Hitler bir daha kendine gelemedi. Kolunu kaldıramadan, titreyerek Mussolini’yi resmî olarak karşılaması gerekiyordu. Garsonlar beyaz eldivenleriyle kalabalığa hizmet ederken Nazi şefleri birbirlerine bağırıyor ve birbirlerini hainlik ve becerisizlikle suçluyorlardı. Bu aşamada Müttefik Devletler neredeyse Paris’e varmış, Ruslar ise Varşova ve Bükreş’e ulaşmıştı. Berlin’de her gece ölüm ve felaket saçan bombardıman uçakları kol geziyordu. Ne Hitler ne de Mussolini bu tarihten sonra uzun süre hayatta kalamadı. Nisan 1945’te ikisi de öldü: Birisi intihar etti, öbürü ise öldürüldü.
Ortak yönleri neydi?
Peki bu iki adamı bu kadar uzun süre bir arada tutan şey neydi? Gerçek şu ki Hitler Mussolini’ye çok şey borçluydu ve bunu kabul ediyordu. Geçmişleriyle ilgili de şaşırtıcı bir benzerlik vardı. Her ikisi de taşrada doğmuştu ve mütevazı ailelerden geliyorlardı. İkisi de politikaya girdiklerinde çeşitli sıkıntılar yaşadı. Bir toplantı sırasında Hitler nerede ve ne zaman oturacağını bilemez haldeydi, ya çok sessizdi ya da bağırıyordu. Mussolini’nin İngiliz elçilerinin yanında hangi çatalla yemek yiyeceğini öğrenmesi gerekiyordu ve bir at battaniyesi olduğu düşünülen bir elbise giymişti. Hitler’in kayda değer entelektüel iddiaları vardı ancak Mussolini gibi o da bir kitabın yalnızca dokuz sayfasını okurdu: ilk üç, son üç ve ortadan üç sayfa. Öte yandan Hitler yazı yazdığında durmak bilmezdi. Gerçi kendisi Kavgam’ı (Mein Kampf) asla yazmamış olmayı dilediğini söylüyordu, bir sonraki cildi gayet yerinde bir kararla, okunamaz olduğu gerekçesiyle rafa kaldırmıştı.
“Faşist” kelimesi kökeni itibariyle İtalyancadır (aynı şey garip bir şekilde derin devlet söz grubu için de geçerlidir). “Faşist” bir arada dik bir şekilde duran ancak birbirlerinden ayrıldıklarında düşen birkaç çubuk anlamına gelen fasci kelimesinden türetilmiştir. Bu kelime Roma kökenli olsa da, 1890’lı yıllarda Sicilya’da gerçekleştirilen saldırı harekâtının sembolü haline gelmişti. İtalya’da 1. Dünya Savaşı’ndan sonra 500 bin eski asker ve astsubay vardı. Ülkede derin bir ekonomik kriz yaşandığından yapacak hiçbir şeyleri yoktu. Vatansever duyguları da zarar görmüştü çünkü ülkelerinin 1918 itibariyle zafer sayabileceği çok az başarısı vardı. Siyasî sahne de aynı şekilde kasvetliydi. Parlamentoda İtalya Devleti’ni meydana getiren liberaller arasında üç köşeli bir çatışma yaşanıyordu: Devletin laik yapısından hoşnut olmayan ruhban sınıfı, yani Hıristiyan Demokratlar ve sistemi tamamen yıkmayı savunan sosyalistler. Mussolini ise “Faşistler Birliği” adında, birbirine bağlı çubuklardan oluşan armasıyla, sağda veya solda bulunma düşüncesini reddeden ve eşitlikçi bir milliyetçilik vaat eden yeni bir siyasî grup kurdu.
Faşistler demokrasiden nefret ediyor, bunun yerine güce ve liderliğe inanıyorlardı. Orta ve Kuzey İtalya’da bir dizi kasabayı ele geçirdiler. Bazı liberaller bunlara karşı koydu çünkü saldırıları zorla bastırabiliyorlardı. Sosyalistler ise beceriksizlikleriyle meşhurdu, hiçbir zaman kendi aralarında bir mutabakata varamıyorlardı. Ortak almış oldukları tek eylem kararı, 1922 yazında gerçekleştirilen genel grev de felaketle sonuçlandı. Bu şartlar şüphesiz Mussolini’ye dönük devasa bir desteğin ortaya çıkmasıyla neticelendi. Ekim 1922’de Kral, başbakan olması için onu davet etti.
Duce’nin ilk yılları büyük başarılarla doluydu. İtalya krizin etkilerinden kurtulmuş, büyümüş ve dışarıda izlenen agresif politika meyvelerini vermeye başlamıştı. İtalyan arabaları ve uçakları ödüller kazanıyordu; bataklıklar kurutulmuş, sıtma yenilmiş, çevre yolları ve toplu konutlarla büyük bir inşaat patlaması yaşanmıştı. Ancak siyasî ortam son derece çirkindi çünkü Faşistler rakiplerine karşı zor kullanıyor ve hileye başvuruyorlardı. Bu muhaliflerden biri 1924 yılında ölü bulundu. Mussolini derinlemesine bir soruşturmanın yapılmasına izin vermek yerine, pratikte Parlamentoyu kapattı ve tek parti rejimi kurdu. Herhangi bir yere varabilmek için Faşistlere katılmak zorundaydınız. Buna ilaveten devasa boyutta örgütlenmiş olan “Ulusal Güvenlik Gönüllüleri” adlı bir örgüt vardı ki, kısa süre içerisinde haraç karşılığında güvenlik hizmeti veren bir gruba dönüştü. Küçük dükkân sahiplerinden haraç alıyor ve karşılığında onları “koruyorlardı”.
O Hitler’in modeliydi
Hitler’in Alman geleneğinde bakıp örnek alabileceği hiçbir şey yoktu ama Faşizmi benimseyebilirdi. Faşizm elbette ki parlamento düşmanıydı ve ortaklaşa karar alma mekanizmaları yerine liderliği öne çıkarıyordu: Mussolini Lider ya da Duce adını kullanmaya ve her şeyin kararını kendisi vermeye başladı. Hitler de aynı şekilde kendine Führer adını verdi (İrlanda Başbakanı’nın unvanı Taoiseach da aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir. Hitler kendini öldürdüğünde İrlanda Başbakanı Almanya Büyükelçiliği’ne gidip başsağlığı dileklerini iletmişti). Mussolini müritlerine Bersaglieri adlı bir elit İtalyan alayından ilhamla siyah üniforma giydirirdi. Hitler’in de adamları için bir renge ihtiyacı vardı ve 1921 yılında eline bir fırsat geçti. Avusturyalı bir işadamı Adana’da içi Alman askerlerin Filistin ve Doğu Afrika’da giymesi için hazırlanmış kahverengi gömleklerle dolu bir depo buldu. Bunları ucuz bir fiyattan satın alan işadamı, teklifi memnuniyetle karşılayan Führer’e hediye etti. “Kahverengi Gömlekliler” de böylece ortaya çıktı. İdeoloji açısından bakıldığında burada da Mussolini Hitler’i beslemiştir: Ülke içinde kendine yeten ekonomi, ülke dışında çıkarlarını savunma. Tabii Duce bunu milyonlarca kelime kullanarak anlatıyordu. Ve her ikisi de muhteşem birer hatipti. Elbette bu hitabetin gücünü yabancılara nakletmek kolay değildir çünkü her ülkenin, tıpkı şiir gibi, kendine has bir söylem tarzı vardır ki, bu söylevlerin tercümesi neredeyse imkânsızdır. Ancak Hitler kâğıt üzerinde son derece düz ve içi boş görünen konuşmalarla yüzbinlerce insanı büyüleye biliyordu.
1939 yılında Hitler dünyanın bir numaralı Faşisti olarak Mussolini’nin yerini aldığında, Mussolini bu duruma içerlemişti. Çok kolay bir şekilde tıpkı İspanya’da general Franco’nun yaptığı gibi 2. Dünya Savaşı’na girmeyebilirdi ve İtalya da İspanya gibi NATO ile kurulan uzun süreli bir ittifak neticesinde 1975 yılında nihayet demokrasiye dönebilirdi. Duce bunu yapmak yerine Hitler’i taklit etti ve ülkesinin başına felaketler getirdi. Bu özellikle de Führer’in epey yaratıcı olduğu bir alanı kapsıyordu: Yahudi karşıtı kampanya. Mussolini başlarda bir Yahudi düşmanı değildi, asıl düşmanı Katolik Kilisesi’ydi, ancak onu taklit ederek Yahudi düşmanlığını da benimsedi. Hitler’in bu fikre nereden kapıldığı halen bir muammadır. Başarılı bir biyografi yazarı olan ve el yazmalarını gören Brigitte Hamann’a göre Hitler 1. Dünya Savaşı’ndan önce Viyana’dayken Yahudi düşmanı değildi, 1919 yılında Münih’te olmuştu. Bayan Hamann oldukça ilginç bir belge bulmuştur. Buna göre 1938 yılında Naziler Avusturya’yı ele geçirdiğinde, Yahudi dükkân sahipleri dükkânlarını kapatmak zorunda kaldılar. Yaşlı bir Yahudi çift Hitler’e bir mektup yazarak “Ekselanslarına Siebensterngasse’de yağmurlu bir günde resimlerini satmaya çalışırken bu çiftin dükkânına sığınıp çay içtiğini” hatırlamasını istediler. “Acaba Ekselansları yeni Viyana Yönetimine bu çiftin dükkânlarının kapatılmaması doğrultusunda bir talimat verebilir miydi?” Hitler mektubun üzerini karaladı ve çöpe attı. Onun hayatta gerçekten merhamet duyduğu tek insanın Mussolini olması ise gerçekten çok ilginçtir.