Derin hayatları tanımak
Biyografiler akil adamların samimiyeti kadar mahremiyetlerini de ortaya koyan incelemelerdir. Kamuya mal olmuş insanların fikirleri kadar kendilerini de bilmek derin hayatların inceliklerine inmek fikirlerini daha anlamlı kılacaktır.
Batılının biri, büyük imparatorluklar intihar eder, diyordu ki çok doğru ve enteresan bir tespittir. Aslında bizi de (Osmanlı) intihara teşebbüs ettirmişlerdir.” Bu sözler merhum Ziya Nur Aksun’a ait. 20. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış bu değerli kültür insanının tespitleri bir zamanların ünlü Marmara Kıraathanesi’nden yurt sathına yayılmış, nice nesillerin milliyetçi fikirlerle donanmasına katkıda bulunmuş. Şimdi de o günden bugüne çizgisini bozmamış olan Ötüken Neşriyat tarafından kitaplaştırılarak tarihin sinesine havale ediliyor: Bir Millet Mistiği: Ziya Nur Aksun.
İçinde bu “akil adam”ın çocukluğu, üniversite yılları, iş hayatı, düşünceleri, mektupları vs. mevcut. Tercüman gazetesinden eski yazar arkadaşımız olan kardeşi Belma Aksun Hanım tarafından kaleme alınmış, ellerine sağlık.
Ben biyografileri önemsiyorum. Kamuya mal olmuş insanların sadece fikirlerini değil, bizatihi kendilerini de bilmek lazım, yani hayatlarının derinine inmek… O derin hayatları tanıdıkça o fikirler mana ifade ediyor.
Bu yöntemle kimi akil adamın ne kadar gayrısamimi, kimi delinin de ne kadar mert olduğunu görebiliyorsunuz. Başka bir deyişle, “tebliğ” kadar “temsil” de önemlidir derim.
Biyografiler akil adamların samimiyeti kadar mahremiyetlerini de ortaya koyan incelemelerdir bana kalırsa. Burada mahremiyetle magazini değil, derindeki özgeçmişi kastediyorum.
Eğer biyografiler, “şerh-i sâdır” ile o zatın gönlünün içindekileri deşifre edebiliyorsa, bence kalemin hakkı verilmiş olur.
Madem biyografilerle başladık, oradan devam edelim. Bir alkış da benden aziz dost, iyi bilim adamı Prof. Dr. Mehmet İpşirli’nin öğrencilerine… Türkiye’nin en değerli fakat o kadar da mütevazı tarihçilerinden olan hocaları için bir anı kitap hazırlamışlar. Düşünce de güzel, uygulaması da… Ekranlarda her dem boy göstermeye ihtiyacı olmayan bu değerimize ciddi bir vefa göstermişler, kadirşinaslıkta bulunmuşlar. Aferin.
Türkistan Federasyonu
İşte bu cümleden bir biyografi var önümde:Ruzi Nazar: CIA’nın Türk Casusu.
Orta Asya, 19. yüzyıldan beri Büyük Güçler’in mücadele alanı olmuştur. Casusların da kapıştığı bu stratejik bölge üzerinde cereyan eden hadiselere tarihçiler “Büyük Oyun” adını vermişlerdir.
Turan’daki espiyonaj savaşı yabancılarca hayli deşildi; ama meselenin çağdaş boyutu, hele bizim inisiyatif aldığımız kısımlarına nedense pek temas edilmemişti.
Ruzi Nazar, 2. Dünya Savaşı’nda gamalı haçla (Naziler) çekiç (komünistler) arasında kalmış bir Özbek Türküdür. Kader onu CIA saflarına taşır, Türkiye’de 11 yıl çalışır, darbelere şahit olur.
Şimdi emekli olmuş bu ünlü casusun öyküsü, dostu Enver Altaylı tarafından belgesel roman tadında satırlara dökülmüş.
Bana göre saklı hayatların metafiziksel derinliğidir onları diri kılan ve yalpalamadan yürümelerini sağlayan. İnanmıyorsanız, Altaylı’nın Libya’da medfun Abdüsselam el-Esmer Hazretleri’nin türbesinde yaşadıklarını, Ruzi Nazar’ın da Üsküdar Özbekler Tekkesi’nde şeyh Necmettin Efendi’den işittiklerini okuyun, bana hak vereceksiniz.
Nazar’ın asıl hedefinin Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına kavuşmaları ve bunların Türkistan Devletler Federasyonu adı altında bir araya gelmeleri olduğunu vurguluyor Enver Altaylı ve ekliyor:
“Beni ve Ruzi’yi dost yapan ve bu dostluğun yarım asırdır sürmesini sağlayan temel sebep de buydu.”
ABD için Sovyetleri yıkmanın yolu milliyetler meselesiydi. Bu nedenle CIA ajanları Turan’a açılmışlardı. Ama işte tam da burada bir bit yeniği vardı: Niye sonuna kadar gitmediler ki?
Bu sorunun cevabını bir gün merhum Alpaslan Türkeş’ten aldım:
“(NATO’daki yıllarından bahisle) ABD, Yeşil Kuşak’ı inşa etmeye harcadığı paranın onda birini Türkistan’ın bağımsızlığı için harcasaydı, Moskova çökerdi. Yapmadılar; çünkü o zaman karşılaşacakları “Büyük Türk Dünyası” onlar için tehdit ve tehlike olabilirdi!”
Suriye’de tarih yok oluyor
Türk dünyasından sonra en yakın komşumuza bir nazar kılalım.
Lütfen bir bize, bir de Suriye’ye bakın. Biz 30 yıllık kavgadan sonra barış ve kardeşlik için nasıl da çırpınırken, komşumuz Suriye kendi halkını imha etmek üzere çıldırıyor. Hangisi doğru ya da güzel? Sorarım size.
Suriye’de bir tarih yıkılıyor, hem de üzerindeki tüm kültürel mirasla birlikte.
Yarın Esed gitse bile bu ülke ne kadar zamanda ayağa kaldırılabilecektir, tahmin edeninizvar mı? Suriye, Suriye olalı böyle zulüm yaşamamıştı.
Genç akademisyen Ömer İshakoğlu tarafından kaleme alınan Suriye Tarihi: Osmanlı Dönemi Suriye’sinde Edebi ve Kültürel Hayat (1800 - 1918) adlı kitapta Osmanlı’nın Suriye’de nasıl bir barış ve huzur tesis edip canlı bir edebî ve kültürel hayat ortaya koyduğuna bir bakın derim.
Haydi ben ‘şovenlik’ yapmayayım, okuyun ve Osmanlı ecdadımız Suriye’de neler yapmış, kararınızı siz verin.
Dostlarım, ben Türk’ün tarihini çok pala salladığı için değil, farklılıkları bir arada huzur içinde yaşatabilmeyi becerdiği için seviyorum.