DEAŞ'ın ilham kaynağı Ezrakilerdi!
Hilafete geliş şekli ve Kerbelâ vahşeti yüzünden Yezid büyük bir muhalefetlekarşılaşmış; şiddetin tırmandığı bu dönemde Müslümanlar arasındakiçatışmalar da alevlenmişti. Bu ortamda Haricîler arasından çıkanEzrakîliğin DEAŞ’ın ilham kaynağı olduğunu söyleyebilir miyiz?
Son zamanlarda Hz. Ali’nin (ra) yönetimine karşı çıkan Haricîlerin ilk büyük fırkası Ezrakîleri, DEAŞ’ın 13 asır önceki selefi kabul eden görüşler sıkça dillendiriliyor. Kur’an-ı Kerim’e yüzeysel vurgu yaparak şiddeti dine dayandırmak ve tutucu fikirlere sahip olmak gibi benzerlikler üzerinden yapılan DEAŞ-Ezrakîler karşılaştırması gerçeği ne ölçüde yansıtıyor? Cevap için İslam tarihine bakmakta fayda var.
Muaviye’nin ardından halife olan Yezid’in iktidar döneminde (Eylül 683-Ağustos 684) fikir ayrılıkları ve muhalefetin yükselmesiyle sancılı gelişmeler yaşandı. Hz. Hüseyin (ra) ve beraberindekilerin Kerbelâ’da katliama maruz kalmalarıyla Emevîlere karşı ciddi bir muhalefet oluşmuştu. Ayrıca Yezid’in sosyal barışı bozup muhaliflere yaşama hakkı tanımaması dolayısıyla genel gidişattan memnun olmayanların sayısı azımsanmayacak ölçüde artmıştı.
Medine’de Abdullah b. Hanzale ve taraftarları önde gelen muhaliflerdendi. Yezid’i eleştirip kafaları karıştırdıkları gerekçesiyle Medine valisi tarafından Şam’a gönderildiler. Abdullah burada Yezid’in iltifatı ve hediyelerle karşılanmış olmasına rağmen Medine’ye döndükten sonra eleştirilerinin dozunu daha da arttırdı. Bir süre sonra da halktan biat almaya başladı. Aynı dönemde Mekke’de bulunan Abdullah b. Zübeyr de Yezid’in şahsında Emevîlere yönelik ağır eleştirilerde bulunuyordu.
Yezid, Abdullah b. Hanzale’ye karşı Müslim b. Ukbe el-Mürrî komutasında bir ordu gönderdi. Ordu Medine’yi itaat altına aldıktan sonra Mekke’ye yönelecek ve Abdullah b. Zübeyr’i etkisiz hâle getirecekti. Şam ordusu Medine’de volkanik taşlarla kaplı Harre bölgesinde Abdullah b. Hanzale’nin kuvvetleriyle karşılaştı. Abdullah ve taraftarlarının ölümüyle sonuçlanan savaşın ardından Şam ordusu Medine’yi itaat altına aldı. Oldukça yaşlı ve hasta olan komutan Müslim, ordunun Mekke’ye ilerleyişi sırasında vefat edince Yezid’in emri doğrultusunda komutayı üstlenen Husayn b. Nümeyr kısa sürede Mekke’yi kuşattı.
Bu dönemde Irak valisi Ubeydullah b. Ziyad’ın yoğun baskısı altındaki Haricîler, Yezid’in ordusuna karşı Abdullah b. Zübeyr’i desteklemeye karar verdiler. İki taraf arasındaki görüşmeleri Nâfi b. el-Ezrak yürüttü. Başlangıçta Haricîlerin Abdullah b. Zübeyr hakkındaki kanaatleri pek de olumlu değildi. Cemel Savaşı’nda Hz. Ali’ye (ra) karşı savaştığı için onlara göre meşru halifeyle savaşan bir günahkârdı. Ancak yine de Emevîlere karşı onu destekleme kararlarından vazgeçmediler.
Mekke kuşatması devam ederken Şam’dan beklenmedik bir haber geldi; Yezid vefat etmişti. Bunun üzerine Mekke’deki Emevî ordusuna komuta eden Husayn, destek olmak üzere Abdullah b. Zübeyr’i Şam’a götürmek istediyse de o bu teklifi kabul etmedi. Şam ordusu kuşatmayı sonlandırıp Mekke’den ayrılırken Haricîler yeni gelişmeler karşısında nasıl hareket edeceklerini tartışıyorlardı. Sonunda Abdullah’a destek vermelerinin onun tutumuna bağlı olduğu hususunda uzlaştılar ve kanaatini öğrenmek üzere kendisiyle görüşmeye karar verdiler.
“Seninle birlikte savaştık. Ancak bizden olup olmadığını öğrenmek için görüşlerini sorgulamadık. Osman hakkındaki görüşünü bize söyle” sözleri üzerine Abdullah b. Zübeyr’in etrafına bakındı. Adamlarının az olduğunu görünce de, “Yanıma gelip beni bulduğunuz şu anda namaz kılmak üzere ayağa kalkmış durumdayım. Sorduğunuz hususta size bilgi vermem için yatsıya kadar bekleyin” diye karşılık vermişti.
Haricîler ayrıldıktan sonra Abdullah b. Zübeyr arkadaşlarının silahlanıp yanına gelmelerini istedi. Haricîler geri geldiklerinde adamlarının silahlı olarak Abdullah’ın etrafında beklediklerini gördüler. Hz. Osman (ra) hakkındaki görüşlerini dile getirerek Abdullah b. Zübeyr’i bunları kabule davet ettilerse de kat’i red cevabı üzerine Mekke’den ayrıldılar. Bir kısmı Yemâme’ye giderken önemli bir kısmı Basra’yı tercih etti. Bu karar sonraki yıllarda Haricîler içinde bölünmelere ve farklı grupların tezahürüne yol açacaktı.
Mezhep içi bölünmeler
Yemâme’ye gidenler Necde b. Âmir’e biat ettiler. Buradaki hâkimiyet alanını genişleten Necde bir süre sonra arkadaşlarıyla aralarında çıkan ihtilaflar sebebiyle öldürüldü (691). Basra’ya giden Haricîler arasında da bazı hususlarda fikir ayrılıkları baş gösterdi. Bunlardan biri kendileriyle aynı görüşleri paylaşmayan Müslümanların durumuydu. Bunlar müşrik ya da kâfir olarak mı nitelenecekler, yoksa Müslüman olarak mı görüleceklerdi? Nâfi b. Ezrak diğerlerinden daha sert bir tutuma sahipti. Haricîlerin, “Hüküm ancak Allah’ındır” şeklindeki sloganları çerçevesinde devlet yönetiminin Kur’an’a dayanması gerektiğini savunuyordu. Bu yüzden Kur’an’a muhalif olduğunu iddia ettiği herhangi bir icraatı ya da görüşü tekfir sebebi saydı. Cihadın her Müslümana farz olduğunu söyleyerek kendi görüşlerini paylaşmayanlara karşı cihad ilan ediyordu. Haricî olup da ortamın cihad için uygun olmadığını düşünenleri de tekfir ederek diğerleriyle aynı kategoride değerlendirmekten geri kalmadı. Bir Müslüman cihad etmesi gerekirken oturamazdı.
Öte yandan kendileri için “Haricî” tabirinin kullanılmasına karşı çıkan, bu ismin Nâfi ve taraftarları için kullanılması gerektiğini savunan Abdullah b. İbâz ve arkadaşları, kendileri gibi düşünmeyen Müslümanların İslama girmeyen kâfirlerle aynı kategoride değerlendirilemeyeceğini söyleyerek küfrü ikiye ayırıyorlardı. Birincisine “küfr-ü millet” diyerek İslam dışında bir dine mensup olanlar için kullandılar. Müslüman olup da kendileriyle aynı görüşte olmayanların ise “küfr-ü nimet” içinde olduklarını söylediler. Bu “fasık” kavramının karşılığıydı.
Nâfi müşriklerle aynı kategoride gördüğü diğer Müslümanları öldürmek, çocuklarını ve kadınlarını esir etmek gerektiği kanaatindeydi. Kendileriyle aynı görüşte olmayanlarla oturulmaz, onların şahitlikleri kabul edilmez, kestikleri yenmez, onlarla evlenilmezdi; mirasları da haramdı. Aynı şekilde kaade ehlini (oturup cihada katılmayanları) öldürmek de caizdi. Bu arada kendisi gibi düşünmeyen Müslümanlara yaşama hakkı tanımazken, zimmet ehli olan Yahudi ve Hıristiyanlara dokunmamıştı. Nâfi’nin yaklaşımında ne denli tutucu olduğunu anlamak için kendisiyle hemfikir olmayan babasının cenaze namazını bile kılmadığı yönündeki rivayet yeterlidir sanırım.
Mekke’de bir dönem derslerine devam ettiği Abdullah b. Abbas’a Kur’an’dan bazı kelimelerle ilgili sorduğu sorular kaynaklarda mevcuttur.
Basra’ya gittikten sonra etrafına topladığı takipçileriyle Emevîlere isyan etti. Gittiği yerlerde terör estiren Nâfi’nin kısa süre sonra bir çatışmada öldürüldüğünü biliyoruz (685). Yeni lider seçilen Abdullah b. Mâhûz da çatışmalar sırasında öldürülünce yerine kardeşi Ubeydullah b. Mâhûz getirildi. Onun da öldürülmesi üzerine Ezrakîlerin başına diğer kardeşleri Zübeyr b. Mâhûz, ardından Katarî b. el-Fücâe (697) geldi. Şairliği ve hatipliğiyle tanınan Katarî’nin öldürülmesinden sonra Ezrakîler bir daha toparlanamadılar.
Nasıl taraftar buldular?
Yezid’in oğlu II. Muâviye’nin halifelikten feragat etmesi Şam’da bir yönetim krizine sebep olmuştu. Bu süreçte birçok eyaletin Abdullah b. Zübeyr’e itaat ettiği bilinir. Nâfi ve arkadaşlarının faaliyet gösterdikleri Irak ve İran da onun yönetimindeydi. Haricîlerin faaliyetleri sebebiyle ciddi güvenlik problemlerinin baş gösterdiği bu topraklarda yolların güvenliği sağlanamadığından ticaret de felce uğramıştı. Basralılar güvenliğin tesisi için bir komutan görevlendirmeye karar vererek Mühelleb b. Ebi Sufre ile görüştüler. Mühelleb, ordusunu teçhiz etmek ve hizmetinin karşılığını almak üzere yüklü miktarda para talebi kabul edilince hemen bir ordu kurarak Haricîlerle mücadeleye başladı. Hareket kabiliyeti yüksek olan Haricîlerin süvari birliklerine karşı riskleri azaltacak bir strateji geliştirdi. Abdullah b. Zübeyr Irak bölgesine hâkim olunca mücadeleyi onun adına yürütmeye devam etti. Abdullah’ın Emevîler tarafından öldürülmesinden sonra da Emevîler adına hareket etti.
Mühelleb’in komuta ettiği ordu daha donanımlı olduğu halde hareket kabiliyeti yüksek küçük süvari birlikleriyle savaşan Ezrakîlere karşı zafer elde etmek kolay olmuyordu. Nitekim Mühelleb, Emevîler döneminde Irak Valisi olan Haccac b. Yusuf es-Sekafî’nin işi bilerek geciktirdiği yönündeki eleştirilerine muhatap olmaktan kurtulamadı. Ancak Haricî sorununu kalıcı şekilde çözmek için sabırlı olmak ve karşı tarafın açıklarını bulmak gerektiği kanaatindeydi. Ayrıca askerlerini riske atmamak da önemliydi.
Ezrakîler geçtikleri yerlerde halkı katletmekten geri durmuyor; mallarına el koyup esir ettikleri kadın, erkek ve çocukları köleleştiriyorlardı. Yaklaşık 15 yıl kadar yöneticileri meşgul eden Ezrakîler Kur’an’ı Kerim’i bağlamını dikkate almadan, yüzeysel bir bakış açısıyla ve sadece zahirî anlamını merkeze alarak yorumladılar. Nâfi ve arkadaşlarının en önemli özelliği dışlayıcı olmalarıydı. Kendilerinden farklı görüşlere sahip insanları kolaylıkla tekfir edebiliyorlar; Hz. Peygamber (sas)’in uygulamalarını ve onun döneminin şartlarını dikkate almadan, kendi anlayışlarının ilahî kasıt olduğunu ileri sürüyorlardı.
Taraftar bulmalarının en önemli sebebi, devlet otoritesinin zayıflamasıyla bölgede büyük bir kaosun yaşanmasıydı. Böylece şiddet eğilimli olanlardan ya da çıkar peşindekilerden katılım sağlanabilmişti. Ayrıca yoğun şekilde Kur’an okumaları da yeterli dinî donanıma sahip olmayanları etkileyebiliyordu. Ezrakîlere katılanlar arasında âlimlerin bulunmaması ve taraftarlarının çoğunlukla mevcut düzen yüzünden mağduriyet yaşamış kimselerden olması da dikkate değer.
Başta da belirttiğimiz gibi günümüzdeki şiddet eğilimli bazı hareketlerle, mesela DEAŞ’la Ezrakîler arasında benzerlikler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Kur’an-ı Kerim’e yüzeysel vurgu, şiddeti dine dayandırmak, kendileri gibi düşünmeyen kişi ya da grupları tekfir etmek ve yaşama hakkı tanımamak dikkat çeken benzerliklerden. Bu tür oluşumlar halk desteği almadıkları halde şiddet ve baskıyla insanları sindirebilirler. Ezrakîlerin zimmîlere gösterdikleri hoşgörüyü Müslümanlardan sakındıklarını biliyoruz. Günümüzdeki benzer hareketlerin de tahrip edici enerjilerini Müslümanlara karşı kullandıkları malum.
İki grup arasında hiç fark olmadığı iddiası ise tarihî gerçeklikle örtüşmez. Bugünkü şiddet hareketlerinin hadis literatürünü daha fazla dikkate almaları ve muhtemelen uluslararası bazı ilişkilerin parçası olmaları farklılıklar arasında zikredilebilir. İslam tarihindeki radikal oluşumlar ile modern dünyada varlık gösteren örgütler arasında karşılaştırma yaparken ilmî perspektiften uzaklaşmamak için benzerlikler kadar farklılıkları da göz önünde bulundurmak gerekir.