Çanakkale (Filmi Hatalardan) Geçilmez!

Çanakkale 1915
Çanakkale 1915

25 yıldır tarih konulu maket, 15 yıldır da askerî obje koleksiyonu yapan iş adamı ve ekonomist Nejat Çuhadaroğlu, ‘Çanakkale 1915’ filmindeki tarihî hataları Derin Tarih okurları için açıkladı.

İtiraf etmeliyim ki 'Çanakkale 1915' filmine kötünün iyisini seyredeceğim beklentisiyle gittim. Mutlaka iyi bir şeyler olmalıydı; çünkü filmin senar­yosunu Turgut Özakman gibi önemli bir kalem yazmış ve yapıma büyük bir bütçe ayrılmıştı.

Biliyordum ki bu tür tarihî filmlerde çok hata yapılıyor; bu nedenle yapım aşamasında “Size yardımcı olabilirim” diye yapımcılarla konuş­muştum. Baştan önerime sıcak baksalar da sonra kabul etmediler, belki de işlerine gelmedi. Eğer devreye girseydim, 3 ay gibi komik ve kısa olan çekim süresi herhalde 1 yıla uzardı.

Dönem filmi çekmek, hele ki dönem savaş filmi çekmek çok zordur. Yoğun araştırma ister; tecrübe, birikim ister. Film için ayrılan bütçenin haricinde konuyu seçmek, işlemek ve bunu hem duygusal, hem de aksiyon anlamında ciddi bir bağlantı ve senaryo ile sunmak gerekir. Ancak biz tarihî olayları sinema diliyle anlatmayı bilmi­yoruz, beceremiyoruz; belki de ucuza kotarma yolunu tuttuğumuz için olmuyor. Sadece Çanak­kale Savaşı'ndan 15-20 ayrı senaryo çıkarılabilir­ken biz bir tanesini bile yapamıyoruz.


Çanakkale Savaşı bu ulusun en önemli savaşla­rından biridir. Dünya tarihine etkilerinden dolayı da muazzam bir savaştır. Bu denli öneme haiz tarihsel bir konuyu titizlikle ele almak gerekir. Senaryosunun üzerinde senelerce düşünülmeli, çekimi de aceleyle değil, en az 1 senede ince ele­yip sık dokunarak gerçekleştirilmeli. Tarihî film 3 ayda dizi film çeker gibi çekilmez; dünyada böyle bir uygulama yok. Çekilince de 'Çanakkale 1915' oluyor; yani tam bir komedi!

Atatürk'ün ceplerinin dikişlerine dikkat!
Filmde bütçenin düşük olmasından kaynakla­nan hatalar var, bir de kısa sürede çekilmiş olma­sından kaynaklanan ciddiyetsizlik, bilgisizlik ve cahillikten doğan yanlışlar...

Başlayalım: Birincisi; özel efektler yetersiz ve çok zayıf. Belgesellerdeki canlandırma savaş sahneleri gibi efektler. Bunlar belgeselde sizi kur­tarır ama sinemada kolaya kaçmaktan başka bir şey değil. İkinci olarak kılık kıyafetler yanlışlarla dolu. Giysi seçimi tarihî bir filmde çok önemlidir; öyle olmasa Kostüm Oscar'ı verilir miydi?

Filmde hatasız üniforma bulmak neredeyse imkansız. Örneğin ay-yıldızlı düğme o dönemde er üniformalarında hiçbir şekilde kullanılmamış­tır, subaylar dahi kullanmamıştır. Yalnızca tören kıyafetlerinde ya da 1. Dünya Savaşı öncesindeki subay ve paşa üniformalarında rastlarsınız.

Atatürk'ün ceketi de hatalı; ceketinin üst cep­leri dıştan dikim değildi. O dönemde dıştan di­kim üst cep Osmanlı ordu üniformasında yoktu zaten; İngiliz, Fransız ve İtalyanlarda vardı. “O dönemdeki Atatürk resimlerine de mi bakılma­dı?” diye sormadan edemiyor insan. Ayrıca Ata­türk Çanakkale'de gününe göre farklı üniforma­lar kullanmıştır, o da ayrı konu.

Dahası filmde erlerde kemer tokası yok, oysa gerçekte erlerde ay-yıldızlı kemer tokası olmak zorundaydı. (Enver Paşa Almanlardan propagan­da amaçlı ve güzel görüntü için almış.)

Üniformalar da önce yeni olmalı, zamanla es­kiyip yıpranmalı. Ancak film boyunca bir leke bile göremiyorsunuz. Yamalar bu kadar da uydu­ruk olmaz ki. Toz yok, kir yok, pas yok... Sonunda taş yıkamayla biraz eskitmeye çalışmışlar ama ol­mamış.

Üniformalar o döneme uygun kumaştan değil adi pamuklu kumaştan yapıldığı için ger­çekçilikten son derece uzaklar.

Tozluk meselesine gelelim. O dönemde asker­lik yapmış herkes bilir ki tozluklar bilekten diz altına kadar yapılırdı. Ancak filmde bilekten 10 santim sonra kesiliyor tozluk. Öyle bir tozluk modeli yok ki. Hele bir de göbeğin altına sokul­muş süngülere bakın! Halbuki süngüler arkaya kayışla bağlanır, göbeğin altına sokulmaz. Bu uy­gulama değil Türk ordusunda, dünyadaki hiçbir orduda yoktur.

Filmde sancak var ancak sancakların üzerinde alem yok. Ayrıca sancak püskülü, sancak kurde­lesi ve sancak Kur'an'ı olur. Bayrakların, 2. sınıf dahi diyemeyeceğim, 5. sınıf taklit olduğu açıkça sırıtıyor. Alay sancağı ise herhalde çıkartma bo­yayla yapılmış, o denli kötü. Halbuki normalde altın telkâri işlenir.

Silahlar hususunda “Genelkurmayla konuştuk ve orijinal silahlar aldık” denildi bana. Orijinal si­lahlar alınmış alınmasına fakat Amerikan 2. Dün­ya Savaşı silahlarını almışlar sanırım. M1 Ameri­kan silahını mavzer tüfeği diye Türk askerinin eline veremezsiniz. Tüfekler yanlış olduğundan süngüler de yanlış tabii; zira tüfeğe uygun Ame­rikan süngüsü kullanılmış.

Çanakkale'de savaşan askerlerin çoğu gencecikti. Ama bu gerçek, çekim kalitesi ve açısıyla sunulabilmeli, o delikanlıların çarpışmalarındaki hazin duygu perdeye yansımalıydı.



Liman Von Sanders'le alakası yok
Bomba patlamalarındaki hata diğer pek çok savaş filminde karşılaştığımız cinsten: Top mer­mileri toprağa değdiği zaman alev çıkarmaz. Bu filmde ise sanki benzin yanıyormuş gibi toprak­tan ateş çıkıyor.

Koskoca bataryanın içine tuhaf çadırlar konul­muş. Bataryada sadece bir top görünüyor, diğer yerlerde ise yok. 250 kişi olması gerekirken 50 kişi ancak var bataryada. Bir tarafı çalışıyor, diğer tarafı terk edilmiş gibi!

Filme göre savaşta kararlar sanki bir masa, bir kasa tarafından veriliyor. Koskoca 5. Kolordu Ça­nakkale Kurmay Heyeti diye bir heyet yok. Esat Paşa ve kurmayları 1-2 kişi ile savaş stratejisi ya­pıyorlar. Ne Alman subayı, ne de başka subaylar görünüyor ortalıkta. Gerçekteyse bu toplantılar en az 15 kişiyle yapılırdı.

Filmdeki Liman Von Sanders denilen adamcağız ise evlere şenlik. Aslıyla arasında fiziksel olarak en ufak bir benzerlik olmadığı gibi limon bile sa­tamayacak kadar beceriksiz, ruhsuz, tecrübesiz ve saygısız gösterilmiş. Kelli felli koskoca mareşal yerine genç bir adam çıkıyor karşınıza. Oysa Liman Von Sanders kesinlikle böyle biri değil. Hata­lar yapmış olabilir ama onu gerçekle bu denli çelişir ölçüde aşağılık ve zavallı biri olarak göstermek büyük bir tarihî hatadır.

Filmde Mustafa Kemal'in varlığı ağırlıklı olarak hissettiriliyor. Ancak orada sadece Mus­tafa Kemal yoktu, daha birçok ciddi ko­mutan vardı; izleyiciye bunların eşit ağırlıkta sunulması gerekirdi.

Bu arada oyuncuların rol kabiliyeti de son de­rece zayıf. Duygusuz, samimiyetsiz, yapmacık ve gerçekçilikten çok uzaklar. Konu olmadığı için rol de olmuyor herhalde!

Gerçekte Çanakkale'de savaşan askerlerin çoğu gencecikti; liseli denecek yaştaydılar. Ama bu gerçek, çekim kalitesi ve açısıyla sunulabilme­li, o delikanlıların cansiperane çarpışmalarındaki hazin duygu perdeye yansımalıydı.


Traji-komik bir Seyit Onbaşı sahnesi
Gelelim filmdeki en önemli kahramanlardan birine, yani Seyit Onbaşı'ya. Tarihî bir gerçeği kafanıza göre uydurabilir misiniz? Asla! Konuya kayda değer bir pay ayrılmış yapımda. İyi ama gerçek hadisede Seyit Onbaşı'nın bulunduğu ba­taryaya bomba düşüyor, herkes ölü­yor, Seyit Onbaşı dışında birkaç kişi hayatta kalıyor. Bu arada bataryadaki topun vinç ve asansör sistemi bozuluyor. Bu yüzden mermiyi tek başına kaldırmak zorunda kalıyor Seyit Onbaşı.

Filmdeyse mermiyi 3 kere götürüp getiriyor, şaka gibi... Kimse de el atmıyor mermiyi taşıma­sına. O kadar 'Vatan mil­let Sakarya' diyorsunuz, peki oradaki insanlar bu kadar mı duygusuzdu? Ağzından burnundan kan gelirken insanlar ona bakıyorlar! 50 kişi orada sağlam dururken filmdeki Seyit Onbaşı tek ba­şına neden taşısın bu mermiyi? Bunun bütçeyle, parayla, pulla alakası yok. Tarihi değiştirmekle, üstelik bunu aptalca mantık hatalarıyla yapmak­la ilgili bir durum bu.

Siper sahnesine gelirsek, o da akıllara ziyan. Siperde insanlar gömülü kalıyor; bu ne demek? Michael Jackson'un Trailer adlı klibindeki zombi­ler ayaklanıyor sandım. Hiçbir bombanın etrafa saçtığı topraktan insanlar yere gömülmez. Eğer sağsan ve ölü gibi hareketsiz yatıyorsan, ancak o zaman toprak altında kalırsın. Ayakta ve siperde duran hareketli bir adam bomba sonucu topra­ğın 2 metre altında kalamaz. Heyelan mı oldu? O zaman bunu belirtmelisiniz, böylece en azından inandırıcı bir mantık çerçevesi çizersiniz. İnsan­ları toprağa gömüyorsunuz, sonra da diriltiyor­sunuz!

Olmayan bir piyade saldırısı yapılıyor bir de. İnsanın sorası geliyor: Nerede okudunuz bu piya­de saldırısını? Çanakkale'nin engebeli arazisine de mi gitmediniz? Yüzlerce atlıyla nereye saldı­rıyorsunuz? Sakarya'ya mı, Dumlupınar'a mı? Gerçek şu ki Çanakkale'de at, eşek zor yürür. Bir­takım süvariler Çanakkale Savaşı'na gitmiş ama araziden dolayı kullanılamamışlardır


Güleriz ağlanacak halimize
Konu o kadar kötü işlenmiş ki insan belli bir yerden sonra filmden soğuyup ciddiyetini kaybe­derek gülmeye başlıyor. İnanır mısınız, göğsüm kabararak, hatta gözümden yaşlar gelerek izle­mem gereken filmden kahkaha atarak çıktım. Bu iş reklam filmi çekmeye benzemiyor. Tarihî bilgileri çarpıtıyorsunuz; eksilterek, yanlışlarla, mantık hatalarıyla sunuyorsunuz. Bu kadar çok hatayı aynı anda yapma lüksümüz var mı?

Buradan çıkacak sonuç şu: Önce yaptığınız işe, sonra da izleyiciye saygınız yok; onu aptal ve enayi yerine koyuyorsunuz. Özenerek bezenerek yaptık deniyor ama bana sorarsanız emeğe de ya­zık, paraya da yazık. Daha da hazini, cânım ko­nuya yazık.

Amaç “Kendim çektim, kendim izleyeyim” gibi bir zihniyetle 1-2 milyon kişiye bunu izlet­tirmek mi? Hollywood starları da getirilerek dört başı mamur bir film çekilmeli ki sadece Türkler değil tüm dünya izlesin. Ancak dünyaya seyret­tirebiliyorsanız başarılı bir film yapmışsınız de­mektir. Tek taraflı yak­laşılmayan objektif bir film çekilmeli ki tüm dünyada izlenebilsin. Çanakkale'yi çekiyor­san Avustralya tara­fını da çekeceksin yani.

Üzerine binler­ce kitap yazılmış bir konu bu kadar beceriksizce çeki­liyorsa planlanan 'Ermeni 1915' filmi­ni düşünmek bile istemiyorum. Bu tür çalışma­ların ciddi bir tarih konseyinden geçmesi gerek. Gerçekler konusunda hemfikir olunmalı.

Tarihî sinema neden önemli?
Dünyada okuma oranı günden güne düşüyor. Buradan sinemanın öneminin daha da arttığı so­nucunu çıkarabiliriz. Tarihi, sinemayla ve belge­sel filmlerle anlatmak şart oluyor bu durumda. Milyonlara ulaşmanın aracı bu. İyi bir filmi 100 milyonlarca kişi izliyor. Ancak biz kendimizi an­latacak ciddi, düzgün, tarafsız bir film çekemiyo­ruz; haklıyken haksız duruma düşüyoruz.

Türkiye'de sinemaya tarihî filmler adına önem verilmesinin altını bu yüzden çizmek istiyorum. Devletin de destek olması gerekiyor. Devlet bu tür filmlere önderlik etmeli mesela. Gerektiğin­de 20 milyon doları ortaya koyup, geri kalanını da özel şirketlerden sağlayarak mükemmel bir film çekilmesini talep edebilir. Filmin kalitesi, iyi oyuncular, bütçe, müzikler, hepsi bütün olmalı.

Diyeceğim odur ki sinema filmi çekmek ciddi bir iştir, 3. sınıf sit-com çekmeye benzemez!