Çanakkale (Filmi Hatalardan) Geçilmez!
25 yıldır tarih konulu maket, 15 yıldır da askerî obje koleksiyonu yapan iş adamı ve ekonomist Nejat Çuhadaroğlu, ‘Çanakkale 1915’ filmindeki tarihî hataları Derin Tarih okurları için açıkladı.
İtiraf etmeliyim ki 'Çanakkale 1915' filmine kötünün iyisini seyredeceğim beklentisiyle gittim. Mutlaka iyi bir şeyler olmalıydı; çünkü filmin senaryosunu Turgut Özakman gibi önemli bir kalem yazmış ve yapıma büyük bir bütçe ayrılmıştı.
Biliyordum ki bu tür tarihî filmlerde çok hata yapılıyor; bu nedenle yapım aşamasında “Size yardımcı olabilirim” diye yapımcılarla konuşmuştum. Baştan önerime sıcak baksalar da sonra kabul etmediler, belki de işlerine gelmedi. Eğer devreye girseydim, 3 ay gibi komik ve kısa olan çekim süresi herhalde 1 yıla uzardı.
Dönem filmi çekmek, hele ki dönem savaş filmi çekmek çok zordur. Yoğun araştırma ister; tecrübe, birikim ister. Film için ayrılan bütçenin haricinde konuyu seçmek, işlemek ve bunu hem duygusal, hem de aksiyon anlamında ciddi bir bağlantı ve senaryo ile sunmak gerekir. Ancak biz tarihî olayları sinema diliyle anlatmayı bilmiyoruz, beceremiyoruz; belki de ucuza kotarma yolunu tuttuğumuz için olmuyor. Sadece Çanakkale Savaşı'ndan 15-20 ayrı senaryo çıkarılabilirken biz bir tanesini bile yapamıyoruz.
Çanakkale Savaşı bu ulusun en önemli savaşlarından biridir. Dünya tarihine etkilerinden dolayı da muazzam bir savaştır. Bu denli öneme haiz tarihsel bir konuyu titizlikle ele almak gerekir. Senaryosunun üzerinde senelerce düşünülmeli, çekimi de aceleyle değil, en az 1 senede ince eleyip sık dokunarak gerçekleştirilmeli. Tarihî film 3 ayda dizi film çeker gibi çekilmez; dünyada böyle bir uygulama yok. Çekilince de 'Çanakkale 1915' oluyor; yani tam bir komedi!
Atatürk'ün ceplerinin dikişlerine dikkat!
Filmde bütçenin düşük olmasından kaynaklanan hatalar var, bir de kısa sürede çekilmiş olmasından kaynaklanan ciddiyetsizlik, bilgisizlik ve cahillikten doğan yanlışlar...
Başlayalım: Birincisi; özel efektler yetersiz ve çok zayıf. Belgesellerdeki canlandırma savaş sahneleri gibi efektler. Bunlar belgeselde sizi kurtarır ama sinemada kolaya kaçmaktan başka bir şey değil. İkinci olarak kılık kıyafetler yanlışlarla dolu. Giysi seçimi tarihî bir filmde çok önemlidir; öyle olmasa Kostüm Oscar'ı verilir miydi?
Filmde hatasız üniforma bulmak neredeyse imkansız. Örneğin ay-yıldızlı düğme o dönemde er üniformalarında hiçbir şekilde kullanılmamıştır, subaylar dahi kullanmamıştır. Yalnızca tören kıyafetlerinde ya da 1. Dünya Savaşı öncesindeki subay ve paşa üniformalarında rastlarsınız.
Atatürk'ün ceketi de hatalı; ceketinin üst cepleri dıştan dikim değildi. O dönemde dıştan dikim üst cep Osmanlı ordu üniformasında yoktu zaten; İngiliz, Fransız ve İtalyanlarda vardı. “O dönemdeki Atatürk resimlerine de mi bakılmadı?” diye sormadan edemiyor insan. Ayrıca Atatürk Çanakkale'de gününe göre farklı üniformalar kullanmıştır, o da ayrı konu.
Dahası filmde erlerde kemer tokası yok, oysa gerçekte erlerde ay-yıldızlı kemer tokası olmak zorundaydı. (Enver Paşa Almanlardan propaganda amaçlı ve güzel görüntü için almış.)
Üniformalar da önce yeni olmalı, zamanla eskiyip yıpranmalı. Ancak film boyunca bir leke bile göremiyorsunuz. Yamalar bu kadar da uyduruk olmaz ki. Toz yok, kir yok, pas yok... Sonunda taş yıkamayla biraz eskitmeye çalışmışlar ama olmamış.
Üniformalar o döneme uygun kumaştan değil adi pamuklu kumaştan yapıldığı için gerçekçilikten son derece uzaklar.
Tozluk meselesine gelelim. O dönemde askerlik yapmış herkes bilir ki tozluklar bilekten diz altına kadar yapılırdı. Ancak filmde bilekten 10 santim sonra kesiliyor tozluk. Öyle bir tozluk modeli yok ki. Hele bir de göbeğin altına sokulmuş süngülere bakın! Halbuki süngüler arkaya kayışla bağlanır, göbeğin altına sokulmaz. Bu uygulama değil Türk ordusunda, dünyadaki hiçbir orduda yoktur.
Filmde sancak var ancak sancakların üzerinde alem yok. Ayrıca sancak püskülü, sancak kurdelesi ve sancak Kur'an'ı olur. Bayrakların, 2. sınıf dahi diyemeyeceğim, 5. sınıf taklit olduğu açıkça sırıtıyor. Alay sancağı ise herhalde çıkartma boyayla yapılmış, o denli kötü. Halbuki normalde altın telkâri işlenir.
Silahlar hususunda “Genelkurmayla konuştuk ve orijinal silahlar aldık” denildi bana. Orijinal silahlar alınmış alınmasına fakat Amerikan 2. Dünya Savaşı silahlarını almışlar sanırım. M1 Amerikan silahını mavzer tüfeği diye Türk askerinin eline veremezsiniz. Tüfekler yanlış olduğundan süngüler de yanlış tabii; zira tüfeğe uygun Amerikan süngüsü kullanılmış.
Liman Von Sanders'le alakası yok
Bomba patlamalarındaki hata diğer pek çok savaş filminde karşılaştığımız cinsten: Top mermileri toprağa değdiği zaman alev çıkarmaz. Bu filmde ise sanki benzin yanıyormuş gibi topraktan ateş çıkıyor.
Koskoca bataryanın içine tuhaf çadırlar konulmuş. Bataryada sadece bir top görünüyor, diğer yerlerde ise yok. 250 kişi olması gerekirken 50 kişi ancak var bataryada. Bir tarafı çalışıyor, diğer tarafı terk edilmiş gibi!
Filme göre savaşta kararlar sanki bir masa, bir kasa tarafından veriliyor. Koskoca 5. Kolordu Çanakkale Kurmay Heyeti diye bir heyet yok. Esat Paşa ve kurmayları 1-2 kişi ile savaş stratejisi yapıyorlar. Ne Alman subayı, ne de başka subaylar görünüyor ortalıkta. Gerçekteyse bu toplantılar en az 15 kişiyle yapılırdı.
Filmdeki Liman Von Sanders denilen adamcağız ise evlere şenlik. Aslıyla arasında fiziksel olarak en ufak bir benzerlik olmadığı gibi limon bile satamayacak kadar beceriksiz, ruhsuz, tecrübesiz ve saygısız gösterilmiş. Kelli felli koskoca mareşal yerine genç bir adam çıkıyor karşınıza. Oysa Liman Von Sanders kesinlikle böyle biri değil. Hatalar yapmış olabilir ama onu gerçekle bu denli çelişir ölçüde aşağılık ve zavallı biri olarak göstermek büyük bir tarihî hatadır.
Filmde Mustafa Kemal'in varlığı ağırlıklı olarak hissettiriliyor. Ancak orada sadece Mustafa Kemal yoktu, daha birçok ciddi komutan vardı; izleyiciye bunların eşit ağırlıkta sunulması gerekirdi.
Bu arada oyuncuların rol kabiliyeti de son derece zayıf. Duygusuz, samimiyetsiz, yapmacık ve gerçekçilikten çok uzaklar. Konu olmadığı için rol de olmuyor herhalde!
Gerçekte Çanakkale'de savaşan askerlerin çoğu gencecikti; liseli denecek yaştaydılar. Ama bu gerçek, çekim kalitesi ve açısıyla sunulabilmeli, o delikanlıların cansiperane çarpışmalarındaki hazin duygu perdeye yansımalıydı.
Traji-komik bir Seyit Onbaşı sahnesi
Gelelim filmdeki en önemli kahramanlardan birine, yani Seyit Onbaşı'ya. Tarihî bir gerçeği kafanıza göre uydurabilir misiniz? Asla! Konuya kayda değer bir pay ayrılmış yapımda. İyi ama gerçek hadisede Seyit Onbaşı'nın bulunduğu bataryaya bomba düşüyor, herkes ölüyor, Seyit Onbaşı dışında birkaç kişi hayatta kalıyor. Bu arada bataryadaki topun vinç ve asansör sistemi bozuluyor. Bu yüzden mermiyi tek başına kaldırmak zorunda kalıyor Seyit Onbaşı.
Filmdeyse mermiyi 3 kere götürüp getiriyor, şaka gibi... Kimse de el atmıyor mermiyi taşımasına. O kadar 'Vatan millet Sakarya' diyorsunuz, peki oradaki insanlar bu kadar mı duygusuzdu? Ağzından burnundan kan gelirken insanlar ona bakıyorlar! 50 kişi orada sağlam dururken filmdeki Seyit Onbaşı tek başına neden taşısın bu mermiyi? Bunun bütçeyle, parayla, pulla alakası yok. Tarihi değiştirmekle, üstelik bunu aptalca mantık hatalarıyla yapmakla ilgili bir durum bu.
Siper sahnesine gelirsek, o da akıllara ziyan. Siperde insanlar gömülü kalıyor; bu ne demek? Michael Jackson'un Trailer adlı klibindeki zombiler ayaklanıyor sandım. Hiçbir bombanın etrafa saçtığı topraktan insanlar yere gömülmez. Eğer sağsan ve ölü gibi hareketsiz yatıyorsan, ancak o zaman toprak altında kalırsın. Ayakta ve siperde duran hareketli bir adam bomba sonucu toprağın 2 metre altında kalamaz. Heyelan mı oldu? O zaman bunu belirtmelisiniz, böylece en azından inandırıcı bir mantık çerçevesi çizersiniz. İnsanları toprağa gömüyorsunuz, sonra da diriltiyorsunuz!
Olmayan bir piyade saldırısı yapılıyor bir de. İnsanın sorası geliyor: Nerede okudunuz bu piyade saldırısını? Çanakkale'nin engebeli arazisine de mi gitmediniz? Yüzlerce atlıyla nereye saldırıyorsunuz? Sakarya'ya mı, Dumlupınar'a mı? Gerçek şu ki Çanakkale'de at, eşek zor yürür. Birtakım süvariler Çanakkale Savaşı'na gitmiş ama araziden dolayı kullanılamamışlardır
Güleriz ağlanacak halimize
Konu o kadar kötü işlenmiş ki insan belli bir yerden sonra filmden soğuyup ciddiyetini kaybederek gülmeye başlıyor. İnanır mısınız, göğsüm kabararak, hatta gözümden yaşlar gelerek izlemem gereken filmden kahkaha atarak çıktım. Bu iş reklam filmi çekmeye benzemiyor. Tarihî bilgileri çarpıtıyorsunuz; eksilterek, yanlışlarla, mantık hatalarıyla sunuyorsunuz. Bu kadar çok hatayı aynı anda yapma lüksümüz var mı?
Buradan çıkacak sonuç şu: Önce yaptığınız işe, sonra da izleyiciye saygınız yok; onu aptal ve enayi yerine koyuyorsunuz. Özenerek bezenerek yaptık deniyor ama bana sorarsanız emeğe de yazık, paraya da yazık. Daha da hazini, cânım konuya yazık.
Amaç “Kendim çektim, kendim izleyeyim” gibi bir zihniyetle 1-2 milyon kişiye bunu izlettirmek mi? Hollywood starları da getirilerek dört başı mamur bir film çekilmeli ki sadece Türkler değil tüm dünya izlesin. Ancak dünyaya seyrettirebiliyorsanız başarılı bir film yapmışsınız demektir. Tek taraflı yaklaşılmayan objektif bir film çekilmeli ki tüm dünyada izlenebilsin. Çanakkale'yi çekiyorsan Avustralya tarafını da çekeceksin yani.
Üzerine binlerce kitap yazılmış bir konu bu kadar beceriksizce çekiliyorsa planlanan 'Ermeni 1915' filmini düşünmek bile istemiyorum. Bu tür çalışmaların ciddi bir tarih konseyinden geçmesi gerek. Gerçekler konusunda hemfikir olunmalı.
Tarihî sinema neden önemli?
Dünyada okuma oranı günden güne düşüyor. Buradan sinemanın öneminin daha da arttığı sonucunu çıkarabiliriz. Tarihi, sinemayla ve belgesel filmlerle anlatmak şart oluyor bu durumda. Milyonlara ulaşmanın aracı bu. İyi bir filmi 100 milyonlarca kişi izliyor. Ancak biz kendimizi anlatacak ciddi, düzgün, tarafsız bir film çekemiyoruz; haklıyken haksız duruma düşüyoruz.
Türkiye'de sinemaya tarihî filmler adına önem verilmesinin altını bu yüzden çizmek istiyorum. Devletin de destek olması gerekiyor. Devlet bu tür filmlere önderlik etmeli mesela. Gerektiğinde 20 milyon doları ortaya koyup, geri kalanını da özel şirketlerden sağlayarak mükemmel bir film çekilmesini talep edebilir. Filmin kalitesi, iyi oyuncular, bütçe, müzikler, hepsi bütün olmalı.
Biliyordum ki bu tür tarihî filmlerde çok hata yapılıyor; bu nedenle yapım aşamasında “Size yardımcı olabilirim” diye yapımcılarla konuşmuştum. Baştan önerime sıcak baksalar da sonra kabul etmediler, belki de işlerine gelmedi. Eğer devreye girseydim, 3 ay gibi komik ve kısa olan çekim süresi herhalde 1 yıla uzardı.
Dönem filmi çekmek, hele ki dönem savaş filmi çekmek çok zordur. Yoğun araştırma ister; tecrübe, birikim ister. Film için ayrılan bütçenin haricinde konuyu seçmek, işlemek ve bunu hem duygusal, hem de aksiyon anlamında ciddi bir bağlantı ve senaryo ile sunmak gerekir. Ancak biz tarihî olayları sinema diliyle anlatmayı bilmiyoruz, beceremiyoruz; belki de ucuza kotarma yolunu tuttuğumuz için olmuyor. Sadece Çanakkale Savaşı'ndan 15-20 ayrı senaryo çıkarılabilirken biz bir tanesini bile yapamıyoruz.
Çanakkale Savaşı bu ulusun en önemli savaşlarından biridir. Dünya tarihine etkilerinden dolayı da muazzam bir savaştır. Bu denli öneme haiz tarihsel bir konuyu titizlikle ele almak gerekir. Senaryosunun üzerinde senelerce düşünülmeli, çekimi de aceleyle değil, en az 1 senede ince eleyip sık dokunarak gerçekleştirilmeli. Tarihî film 3 ayda dizi film çeker gibi çekilmez; dünyada böyle bir uygulama yok. Çekilince de 'Çanakkale 1915' oluyor; yani tam bir komedi!
Atatürk'ün ceplerinin dikişlerine dikkat!
Filmde bütçenin düşük olmasından kaynaklanan hatalar var, bir de kısa sürede çekilmiş olmasından kaynaklanan ciddiyetsizlik, bilgisizlik ve cahillikten doğan yanlışlar...
Başlayalım: Birincisi; özel efektler yetersiz ve çok zayıf. Belgesellerdeki canlandırma savaş sahneleri gibi efektler. Bunlar belgeselde sizi kurtarır ama sinemada kolaya kaçmaktan başka bir şey değil. İkinci olarak kılık kıyafetler yanlışlarla dolu. Giysi seçimi tarihî bir filmde çok önemlidir; öyle olmasa Kostüm Oscar'ı verilir miydi?
Filmde hatasız üniforma bulmak neredeyse imkansız. Örneğin ay-yıldızlı düğme o dönemde er üniformalarında hiçbir şekilde kullanılmamıştır, subaylar dahi kullanmamıştır. Yalnızca tören kıyafetlerinde ya da 1. Dünya Savaşı öncesindeki subay ve paşa üniformalarında rastlarsınız.
Atatürk'ün ceketi de hatalı; ceketinin üst cepleri dıştan dikim değildi. O dönemde dıştan dikim üst cep Osmanlı ordu üniformasında yoktu zaten; İngiliz, Fransız ve İtalyanlarda vardı. “O dönemdeki Atatürk resimlerine de mi bakılmadı?” diye sormadan edemiyor insan. Ayrıca Atatürk Çanakkale'de gününe göre farklı üniformalar kullanmıştır, o da ayrı konu.
Dahası filmde erlerde kemer tokası yok, oysa gerçekte erlerde ay-yıldızlı kemer tokası olmak zorundaydı. (Enver Paşa Almanlardan propaganda amaçlı ve güzel görüntü için almış.)
Üniformalar da önce yeni olmalı, zamanla eskiyip yıpranmalı. Ancak film boyunca bir leke bile göremiyorsunuz. Yamalar bu kadar da uyduruk olmaz ki. Toz yok, kir yok, pas yok... Sonunda taş yıkamayla biraz eskitmeye çalışmışlar ama olmamış.
Üniformalar o döneme uygun kumaştan değil adi pamuklu kumaştan yapıldığı için gerçekçilikten son derece uzaklar.
Tozluk meselesine gelelim. O dönemde askerlik yapmış herkes bilir ki tozluklar bilekten diz altına kadar yapılırdı. Ancak filmde bilekten 10 santim sonra kesiliyor tozluk. Öyle bir tozluk modeli yok ki. Hele bir de göbeğin altına sokulmuş süngülere bakın! Halbuki süngüler arkaya kayışla bağlanır, göbeğin altına sokulmaz. Bu uygulama değil Türk ordusunda, dünyadaki hiçbir orduda yoktur.
Filmde sancak var ancak sancakların üzerinde alem yok. Ayrıca sancak püskülü, sancak kurdelesi ve sancak Kur'an'ı olur. Bayrakların, 2. sınıf dahi diyemeyeceğim, 5. sınıf taklit olduğu açıkça sırıtıyor. Alay sancağı ise herhalde çıkartma boyayla yapılmış, o denli kötü. Halbuki normalde altın telkâri işlenir.
Silahlar hususunda “Genelkurmayla konuştuk ve orijinal silahlar aldık” denildi bana. Orijinal silahlar alınmış alınmasına fakat Amerikan 2. Dünya Savaşı silahlarını almışlar sanırım. M1 Amerikan silahını mavzer tüfeği diye Türk askerinin eline veremezsiniz. Tüfekler yanlış olduğundan süngüler de yanlış tabii; zira tüfeğe uygun Amerikan süngüsü kullanılmış.
Çanakkale'de savaşan askerlerin çoğu gencecikti. Ama bu gerçek, çekim kalitesi ve açısıyla sunulabilmeli, o delikanlıların çarpışmalarındaki hazin duygu perdeye yansımalıydı.
Liman Von Sanders'le alakası yok
Bomba patlamalarındaki hata diğer pek çok savaş filminde karşılaştığımız cinsten: Top mermileri toprağa değdiği zaman alev çıkarmaz. Bu filmde ise sanki benzin yanıyormuş gibi topraktan ateş çıkıyor.
Koskoca bataryanın içine tuhaf çadırlar konulmuş. Bataryada sadece bir top görünüyor, diğer yerlerde ise yok. 250 kişi olması gerekirken 50 kişi ancak var bataryada. Bir tarafı çalışıyor, diğer tarafı terk edilmiş gibi!
Filme göre savaşta kararlar sanki bir masa, bir kasa tarafından veriliyor. Koskoca 5. Kolordu Çanakkale Kurmay Heyeti diye bir heyet yok. Esat Paşa ve kurmayları 1-2 kişi ile savaş stratejisi yapıyorlar. Ne Alman subayı, ne de başka subaylar görünüyor ortalıkta. Gerçekteyse bu toplantılar en az 15 kişiyle yapılırdı.
Filmdeki Liman Von Sanders denilen adamcağız ise evlere şenlik. Aslıyla arasında fiziksel olarak en ufak bir benzerlik olmadığı gibi limon bile satamayacak kadar beceriksiz, ruhsuz, tecrübesiz ve saygısız gösterilmiş. Kelli felli koskoca mareşal yerine genç bir adam çıkıyor karşınıza. Oysa Liman Von Sanders kesinlikle böyle biri değil. Hatalar yapmış olabilir ama onu gerçekle bu denli çelişir ölçüde aşağılık ve zavallı biri olarak göstermek büyük bir tarihî hatadır.
Filmde Mustafa Kemal'in varlığı ağırlıklı olarak hissettiriliyor. Ancak orada sadece Mustafa Kemal yoktu, daha birçok ciddi komutan vardı; izleyiciye bunların eşit ağırlıkta sunulması gerekirdi.
Bu arada oyuncuların rol kabiliyeti de son derece zayıf. Duygusuz, samimiyetsiz, yapmacık ve gerçekçilikten çok uzaklar. Konu olmadığı için rol de olmuyor herhalde!
Gerçekte Çanakkale'de savaşan askerlerin çoğu gencecikti; liseli denecek yaştaydılar. Ama bu gerçek, çekim kalitesi ve açısıyla sunulabilmeli, o delikanlıların cansiperane çarpışmalarındaki hazin duygu perdeye yansımalıydı.
Traji-komik bir Seyit Onbaşı sahnesi
Gelelim filmdeki en önemli kahramanlardan birine, yani Seyit Onbaşı'ya. Tarihî bir gerçeği kafanıza göre uydurabilir misiniz? Asla! Konuya kayda değer bir pay ayrılmış yapımda. İyi ama gerçek hadisede Seyit Onbaşı'nın bulunduğu bataryaya bomba düşüyor, herkes ölüyor, Seyit Onbaşı dışında birkaç kişi hayatta kalıyor. Bu arada bataryadaki topun vinç ve asansör sistemi bozuluyor. Bu yüzden mermiyi tek başına kaldırmak zorunda kalıyor Seyit Onbaşı.
Filmdeyse mermiyi 3 kere götürüp getiriyor, şaka gibi... Kimse de el atmıyor mermiyi taşımasına. O kadar 'Vatan millet Sakarya' diyorsunuz, peki oradaki insanlar bu kadar mı duygusuzdu? Ağzından burnundan kan gelirken insanlar ona bakıyorlar! 50 kişi orada sağlam dururken filmdeki Seyit Onbaşı tek başına neden taşısın bu mermiyi? Bunun bütçeyle, parayla, pulla alakası yok. Tarihi değiştirmekle, üstelik bunu aptalca mantık hatalarıyla yapmakla ilgili bir durum bu.
Siper sahnesine gelirsek, o da akıllara ziyan. Siperde insanlar gömülü kalıyor; bu ne demek? Michael Jackson'un Trailer adlı klibindeki zombiler ayaklanıyor sandım. Hiçbir bombanın etrafa saçtığı topraktan insanlar yere gömülmez. Eğer sağsan ve ölü gibi hareketsiz yatıyorsan, ancak o zaman toprak altında kalırsın. Ayakta ve siperde duran hareketli bir adam bomba sonucu toprağın 2 metre altında kalamaz. Heyelan mı oldu? O zaman bunu belirtmelisiniz, böylece en azından inandırıcı bir mantık çerçevesi çizersiniz. İnsanları toprağa gömüyorsunuz, sonra da diriltiyorsunuz!
Olmayan bir piyade saldırısı yapılıyor bir de. İnsanın sorası geliyor: Nerede okudunuz bu piyade saldırısını? Çanakkale'nin engebeli arazisine de mi gitmediniz? Yüzlerce atlıyla nereye saldırıyorsunuz? Sakarya'ya mı, Dumlupınar'a mı? Gerçek şu ki Çanakkale'de at, eşek zor yürür. Birtakım süvariler Çanakkale Savaşı'na gitmiş ama araziden dolayı kullanılamamışlardır
Güleriz ağlanacak halimize
Konu o kadar kötü işlenmiş ki insan belli bir yerden sonra filmden soğuyup ciddiyetini kaybederek gülmeye başlıyor. İnanır mısınız, göğsüm kabararak, hatta gözümden yaşlar gelerek izlemem gereken filmden kahkaha atarak çıktım. Bu iş reklam filmi çekmeye benzemiyor. Tarihî bilgileri çarpıtıyorsunuz; eksilterek, yanlışlarla, mantık hatalarıyla sunuyorsunuz. Bu kadar çok hatayı aynı anda yapma lüksümüz var mı?
Buradan çıkacak sonuç şu: Önce yaptığınız işe, sonra da izleyiciye saygınız yok; onu aptal ve enayi yerine koyuyorsunuz. Özenerek bezenerek yaptık deniyor ama bana sorarsanız emeğe de yazık, paraya da yazık. Daha da hazini, cânım konuya yazık.
Amaç “Kendim çektim, kendim izleyeyim” gibi bir zihniyetle 1-2 milyon kişiye bunu izlettirmek mi? Hollywood starları da getirilerek dört başı mamur bir film çekilmeli ki sadece Türkler değil tüm dünya izlesin. Ancak dünyaya seyrettirebiliyorsanız başarılı bir film yapmışsınız demektir. Tek taraflı yaklaşılmayan objektif bir film çekilmeli ki tüm dünyada izlenebilsin. Çanakkale'yi çekiyorsan Avustralya tarafını da çekeceksin yani.
Üzerine binlerce kitap yazılmış bir konu bu kadar beceriksizce çekiliyorsa planlanan 'Ermeni 1915' filmini düşünmek bile istemiyorum. Bu tür çalışmaların ciddi bir tarih konseyinden geçmesi gerek. Gerçekler konusunda hemfikir olunmalı.
Tarihî sinema neden önemli?
Dünyada okuma oranı günden güne düşüyor. Buradan sinemanın öneminin daha da arttığı sonucunu çıkarabiliriz. Tarihi, sinemayla ve belgesel filmlerle anlatmak şart oluyor bu durumda. Milyonlara ulaşmanın aracı bu. İyi bir filmi 100 milyonlarca kişi izliyor. Ancak biz kendimizi anlatacak ciddi, düzgün, tarafsız bir film çekemiyoruz; haklıyken haksız duruma düşüyoruz.
Türkiye'de sinemaya tarihî filmler adına önem verilmesinin altını bu yüzden çizmek istiyorum. Devletin de destek olması gerekiyor. Devlet bu tür filmlere önderlik etmeli mesela. Gerektiğinde 20 milyon doları ortaya koyup, geri kalanını da özel şirketlerden sağlayarak mükemmel bir film çekilmesini talep edebilir. Filmin kalitesi, iyi oyuncular, bütçe, müzikler, hepsi bütün olmalı.
Diyeceğim odur ki sinema filmi çekmek ciddi bir iştir, 3. sınıf sit-com çekmeye benzemez!