Çanakkale bunca zamandır anılıyor da Kûtu’l-Amâre’yi niye unuttuk?
Necdet Özgelen 1923 doğumlu bir doktor. 21 yaşındayken Kûtu’l-Amâre kahramanı Halil Paşa’yı tanımış, onun ağzından hatıralarını dinlemiş. 1. Dünya Savaşı, Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve yakın tarihin pek çok karanlık hadisesi hafızasında kayıtlı.Derin Tarih dergisi yazı işleri şefi Halil Solak okurları için güzel bir bahar günü, şirin bir Ege kasabasında ikâmet eden Necdet Özgelen’in kapısını çaldı.. İşte ‘doktor amca’ ile saatler süren sohbetten nasibinize düşenler…
Necdet Özgelen 13 sene ‘Paşa Baba’ diye hitap ettiği Halil Kut ile Arnavutköy’deki yalısında görüşmüş. “Paşa Babam olmasaydı, ben olmazdım” diyen Özgelen, bizi “Burada konuşan ben değilim, Halil Paşa” diye uyardı.
Halil Paşa ile yollarınız nasıl kesişti?
Nihal Atsız’ın kardeşi Nejdet Sançar Balıkesir Lisesi’nde edebiyat hocamdı. Beni o yetiştirdi. Lisedeyken tarihi o kadar çok sevmiştim ki, tarih öğretmeni olmak istiyordum. Varsa yoksa tarih! Babamın maddi durumu kötüydü. İş, meslek seçimine geldiğinde bana doktor olmamı söyledi. Ben de istemeye istemeye İstanbul’a gelip Tıp Fakültesi’ne kaydoldum. Tabii gözüm tıp falan görmüyor. İki sene rahmetli Prof. Muharrem Ergin’le Fındıklı’da Türkoloji derslerini takip ettim. Prof. Ali Nihad Tarlan’ın derslerini hayran hayran dinlerdim mesela… Çok büyük bir hocaydı. Bir beyti iki saatte şerh ederdi. 3. sınıfa geçince Nihal (Atsız) ağabeyi tanıdım ve çok sevdim.
Yıl kaç bu arada?
1942. Harp içindeyiz. İngiliz, Fransız ve Ruslarla müttefiktik ama son anda girdik savaşa. O zamanlar yerli yabancı pek çok komünist Türkiye’deydi. Üniversitede Türkçü-Komünist kavgası vardı. O günlerde ikide bir “Rus yardımı olmasaydı Millî Mücadele kazanılmazdı” gibi laflar dolaşmaya başladı ortalıkta. Tam o esnada Başbakan Şükrü Saracoğlu Meclis kürsüsünden bir beyanat vererek “Biz Türküz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız” dedi. O güne kadar duyulmadık sözlerdi bunlar. Hayret ettik! Nihal ağabeyim de cesaretlendi. Orhun’da Saracoğlu’na iki açık mektup yazdı. Kıyamet de o zaman koptu. Bu arada Atsız, Sabahattin Ali’nin Türkçülere hakareti karşısında onu tenkit eden bir broşür neşretti. Bunun üzerine Hasan Ali Yücel’in teşvikiyle Sabahattin Ali, Atsız’a hakaret davası açtı.
Atsız’ın Hasan Ali hakkındaki kanaatleri nelerdi?
Sevmezdi. Atatürk bir gün ona demiş ki, “Bana sıfırı tarif et.” O da yağcıların şahı ya, “Sizin yanınızda ben” demiş. Biz de ona kendi aramızda “Bay sıfır” demeye başladık (gülüyor).
Sabahattin Ali dava açtı, sonra?
Her şey bundan sonra başladı işte… Nihal ağabeyim Ankara’ya gitti. Dava günü milliyetçileri almadılar adliyeye. Ben İstanbul’daydım. Öyle bir kalabalık olmuş ki, Çankaya’nın yolları almamış. Bir nümayiş ki, emsali görülmemiş. Hatta rivayet ederler, İsmet İnönü korkmuş isyan mı oluyor diye. Tabii ertesi gün tevkifat başladı: Orhan Şaik Gökyay, Hüseyin Namık Orkun, Atsız… hepsi hapse girdi. Bu arada ben de Hasan Ali’nin emriyle önce fakülteden, sonra da yurttan kovuldum. Oysa aynı Hasan Ali bana 3 sene evvel imzalı hediye gönderdi fakültede, iftihar tablosuna geçtiğim için.
Siz ne yaptınız?
Olaylardan sonra bir gün kaldığım yurttan çıktım, hemen siyasî polis enseme yapıştı. Sirkeci’deki meşhur Sansaryan Han’da bir hücreye attılar beni. Aylarca kaldım orada.
Kaç yaşındaydınız?
21 yaşımdaydım. Aylarca sadece yüzümü yıkadım. Dayak da yedik, işkence de gördük. Neyse… Sonra ben dışarıya çıktım şükür ki.
Ne hissettiniz?
“Mahvoldum” dedim. Para yok, pul yok, kalacak yer yok. Okul da yarım kaldı. Bir tanıdığa rastgeldim o esnada. Hâlime acımış, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri (Killigil) Paşa’ya benden bahsetmiş. O da “Bana getir, onu tornacı yapayım” demiş. Ben her şeye razıyım tabii. Nuri Paşa’nın Sütlüce’de bir silah fabrikası vardı. Gittim. Muhasebe memuru üniversiteli olduğunu öğrenince ambar kâtibi yaptı beni. Kalacak yer de verdi, yemek de. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa da müdürdü fabrikada.
Halil Paşa’ya geldik nihayet!
Çok şükür! (Gülüyor). Paşa Babamın evi Arnavutköy’deydi, fabrika Haliç’te. Uzak tabii. Bu yüzden o da fabrikada kalırdı bazı geceler. 70 yaşlarındaydı o zamanlar. Geceleri sohbet, muhabbet derken biz ahbap olduk çıktık. Bir süre sonra ayrıldı fabrikadan. Ben de artık hafta sonlarımı Arnavutköy’deki yalıda geçirmeye başladım. O söyledi, ben hatıralarını yazdım Paşa Babamın. Hatta ona bir isim bile koymuştuk: “Bitmeyen Savaş”. Şevket Süreyya’nın yayınladığı hatıraların ana kaynağı benim yazdığım hatıralardır aslında.
Şimdi nerede onlar?
Ben o zaman yazıp verdim, herhalde ailede olmalı.
O hatıralardan neler kaldı sizde?
Şimdi bak evlat, Enver Paşa, Mustafa Kemal ve Halil Paşa, üçü de askerî okula gider. Paşa Babam mezun olduktan sonra Makedonya’nın en belalı yerine tayin olmak istemiş. Ben Paşa Babamın saç sakal birbirine karışmış dağlarda dolaşırken bir resmini görmüştüm. Bu arada Enver Paşa daha atak tabii Makedonya’da. Şanı şöhreti İstanbul’u zapt etmiş. Mustafa Kemal de Selanik’te. 1. Dünya Savaşı ve Millî Mücadele’de hep Enver Paşa ve Mustafa Kemal çekişmesi var. M. Kemal çok hırslı, Enver Paşa ondan daha hırslı! Bu arada mutedil olan Halil Paşa.
Halil Paşa’nın yorumu neydi bu duruma?
Halil Paşa “Mustafa Kemal baş olmak isterdi, Enver de. Bir ipte iki cambaz oynamaz” derdi. Akraba olduklarından dolayı Enver Paşa ile beraberdi. İkisi ile Mustafa Kemal arasında devamlı bir mücadele vardı.
Atatürk’le arası nasıldı Halil Paşa’nın?
Şimdi İttihat Terakki’nin genç subaylar devri… Merkez-i Umumî toplanmış, Mustafa Kemal’in öldürülmesine karar vermiş.
Neden?
Çünkü Mustafa Kemal’in cemiyet aleyhine sesi çok çıkıyordu. Bu toplantıda Halil Paşa da varmış ve demiş ki, “Siz yanlış yapıyorsunuz, Mustafa Kemal’i ben tanırım, iyi biridir, gidip bir vaziyete bakayım.” Nihayet karar çıkmış ve Halil Bey Selanik’e vaziyeti tetkike gönderilmiş.
- Az Kalsın saraya damat olacaktı
- Enver Paşa ve Hafız Hakkı Paşa saraya damat olur. Sıra Mustafa Kemal’e gelir. O da Vahdettin’in kızı Sabiha Sultan’ı ister ama evlenemez.
- Sıra gelir Paşa Babama. Halil Paşa heykel gibi, insan güzeli bir adamdı. Halife Abdülmecid Efendi’nin Halil Paşa’yı evlendirme teşebbüsleri olmuş. Bu arada Halil Paşa’nın babası, Abdülmecid Efendi’nin has adamlarından. Halil Paşa bir gece biraz çakırkeyifken annesine mahallelerinde münasip bir kız sormuş. Annesi de Safiye Hanım’ı bulmuş, hemen söz kesmişler. Bir hafta sonra Abdülmecid Efendi çağırmış Halil Paşa’yı. Yine evlilikten bahis açmış, o da sözlendiğini söylemiş. Aslında istese saraya damat olabilirdi pekâlâ. Prensip adamı işte…
Öldürecek yani?
İcap ederse öldürecek. Paşa Babam Selanik’e gider, beraber bir hafta geçirirler, yerler içerler… Bir hafta sonra Halil Paşa İstanbul’a gelir ve Mustafa Kemal’in memleket için faydalı olacağını, öldürülmesinin uygun olmayacağını belirtir. Şimdi ben fakültede okurken Cumhuriyet gazetesinde Kılıç Ali hatıralarını neşrediyordu. Halil Paşa’nın da olduğu Çankaya toplantılarından birinde Atatürk “Paşa, Paşa, sen beni vurmaya geldin, korktun vuramadın” demiş. Bunun üzerine Halil Paşa da, “Affet, biz kusur yaptık, sen büyüksün Paşam” diye mukabele etmiş. Ben bu satırları okuyunca gazeteyi kaptığım gibi doğru Arnavutköy’e gittim. Paşa Babama işin aslını astarını sordum. Evet, Atatürk bu meseleyi açmış Çankaya’da, o da “Ben seni vurmaya gelmedim ama isteseydim vururdum!” demiş.
Hiç korkmamış mı peki?
Ben de sordum aynı soruyu Paşa Babama. “Hiç korkmadın mı? Atatürk’ün bir kaş göz işaretiyle seni öldürürlerdi, kim vurduya giderdin” dedim. “Korkmaz olur muyum, çok korktum. Arka cebimde küçük bir tabanca duruyordu, en ufak şüphede Atatürk’ü vuracaktım” dedi. Bu olaydan sonra Halil Paşa ile Atatürk bir daha bir araya gelmemiş.
Mütareke’den sonra Halil Paşa’ya herhangi bir görev veriliyor mu?
Ne gezer! Görev verilmeyi bırakın, hapsediliyor Bekirağa bölüğünde. Sebebi de Ermeni tehciri. Fakat onun bu işlerle hiç alakası yok. Neyse ki davaya bakan savcı Halil Paşa’nın okuttuğu bir gençmiş. Ona demiş ki, “Paşam kaç, yoksa biz seni idam edeceğiz!”
Yahya Kaptan’ın çetesi vasıtasıyla buradan kaçırılmış. Üsküdar açıklarında Tosyalı Ali Çavuş ve Küçük Talat ile buluşmuş. Tabii şehir merkezlerine uğramadan, tepelerden giderek güç bela İzmit’e ulaşmışlar. Hedefleri Eskişehir’e gitmek. Orada bir kadının yardımıyla Eskişehir’den Sivas’a gelmişler.
- Ölümü Sakin Karşıladı
- Anadolu’daki mecburî hizmetlerden sonra Haydarpaşa’da çalışmaya başladım. Onun karşısında da askerî hastane var. 1957 senesinde Paşa Babam gırtlak kanseri teşhisiyle hastaneye yatırıldı. Aşağı yukarı 10 gün başında bekledim. Bir gün bana “Artık öleceğim, beni evime götür” dedi. Gayet sakindi söylerken. Evine götürüp yatırdık, o gece de vefat etti zaten. Yatağının bir yanında eşi Safiye Hanım vardı, bir yanında ben. Basit bir merasimle Yahya Efendi Dergâhı’nın haziresine defnettik.
Halil Paşa’nın aklında ne var peki?
Fikri şu: “Vatan tehlikede, düşmanlık değil, birlik zamanı.” İşte prensip adamı bu! Sivas’a gelir ama Mustafa Kemal onu atlatmaya kararlı. Nasıl atlatsın? Der ki, “Bizim buradaki vaziyetimiz de şüpheli. Sen Doğu’yu iyi bilirsin, oraya git.”
Paşa’nın tepkisi ne olur?
Atlatıldığının farkında tabii. Kafkasya üzerinden Rusya’ya giderler. Bu arada pek çok ölüm tehlikesi de yaşarlar. Moskova’ya gelirler, kızıl liderler Paşa Babama bir otelde yer verir, bütün kızıl liderlerle ahbaplık kurar. Millî Mücadele’de “Rus yardımı” diye meşhur bir hadise var ya, işte onu temin eder. 1944’te komünistlerin ileri sürdüğü gibi Rus yardımı falan değil o aslında. Rus çarlığı bitmiş, kızıllar hâkim olmuş. Orta Asya karmakarışık. Azerbaycan’da Mehmed Emin Resulzâde, Neriman Nerimanov var. Kazan’da Sultan Galiyev var. Bunlar aralarında para toplamışlar. Moskova’ya bu parayı verelim, onlar da Ankara’ya versin demişler. Bize bir kısmını veriyorlar bu paranın, o da çeşitli şartlarla. Komünistlerin övüne övüne anlattıkları yardım bu işte. Bunu Halil Paşa alarak heyetle beraber Kars’a gelir. Ankara’dan bir emir ulaşır: “Halil Paşa’nın getirdiği para, silah vs. ne varsa alın, Paşa’yı sınır dışı edin.”
Yardımı alıyorlar, ama Paşa’yı istemiyorlar.
Evet. 1900’lerde başlayan münafereti Mustafa Kemal sonuna kadar sürdürüyor, ta ki Enver Paşa ölünceye kadar… Paşa Babama bu duruma kızıp kızmadığını sormuştum. “Niye kızacağım, ben vazifemi yaptım” dedi. O “Ayrılık gayrılık yok, vatanı kurtaralım” fikrindeydi sonuna kadar.
Sonrasında ne yapıyor peki?
Moskova’ya geri dönüyor. Bu arada orada akciğer tüberkülozuna yakalanmış. Doktorlar ılıman bir yer tavsiye etmişler. O da çaresiz Trabzon’a gelmiş. Tabii hemen arkasından yine Ankara’dan emir: “Halil Paşa’yı sınır dışı edin”… Eşi Safiye hanım üç çocuğuyla eşini görmeye gelmiş İstanbul’dan Trabzon’a. Bir süre hasret gidermişler. Sonra Safiye hanım çocukları alıp İstanbul’a dönmüş, Halil Paşa da Moskova’ya.
Bu arada Yunan ordusu Sakarya’ya dayanmış. Batum’da da Enver Paşa var tabii. Kuşçubaşı Hacı Sami ona demiş ki, “Gidelim Ankara’ya, Mustafa Kemal’i saf dışı bırakalım.” Enver Paşa’yı Türkiye’ye girmemesi için ikna eden Halil Paşa’dır. “Bu anda Türkiye’ye girmen fayda değil zarar verir. Ankara’yı müşkül durumda bırakır” demiş.
Nasıl ikna etmiş?
Vallahi ben de bilmiyorum. Çünkü bana göre Enver Paşa, paranoyak bir adam. Bugün dahi böyle birini kimse ikna edemez. Bana göre Paşa Babam psikiyatristlerin şahı (gülüyor).Paşa geri döner dönmesine ama Ruslar istemez onu artık Moskova’da. O da Viyana’ya gelir. Bu arada böbrek tüberkülozu olur. Ankara’ya haber salar, memlekete girişinde bir mahzur olup olmadığını sorar tekrar.
Cevap?
Bir mahzur yok derler.
Allah Allah! Nasıl olumlu cevap vermişler acaba bu sefer!
Çünkü Enver Paşa vefat etmiştir. Paşa Babam derdi ki, “Halil ve Enver ikilisi Ankara ve Atatürk için daima tehlikeydi.” Enver Paşa öldü ya, artık Halil Paşa bir mânâ ifade etmiyor onun gözünde. Paşa Babam dönmüş, Ankara’ya gemiş. Tecrübeli bir asker olarak bir vazife istemiş. “Siz bir müddet istirahat edin, biz bir düşünelim” demişler.
Netice ne olmuş?
Hâlâ düşünüyorlar işte. Bildiğim şu: 1. Dünya Savaşı’nın Osmanlı tarafında Mustafa Kemal dahil en büyük komutanı Halil Paşa’dır. Çanakkale bu kadar zamandır anılıyor da Kûtu’l-Amâre’yi niye unuttuk? Mustafa Kemal onu Arnavutköy’e çiviledi. Büyük bir değerdi, yeni dönemde çok iyi işler yapabilirdi ama heder oldu. Resmî bir sıfatla milletine hizmet etmesi engellendi. Yalısına hapsedildi. Orgenerallikten korgeneralliğe indirdiler rütbesini.
Atatürk’ün kendi yakın arkadaşlarını dahi idama mahkûm ettirdiği bir devir bu. Emekli maaşı o zamanlar 120 liraydı, ben fabrikada 58 lira maaş alıyordum. Atatürk öldükten sonra Merkez Bankası’na murakıb falan oldu. Bir de evi çok büyük olduğu için bazı kısımlarını kiraya vermişti. Onlarla geçinirdi.
13 sene yanında bulundum, onun ağzından Atatürk aleyhine hiçbir şey duymadım.
"Meğer 'Paşa Babam'ı hiç tanımamışım"
- Halil Paşa ile tanıştığımda çok zor durumdaydım. 20’li yaşlarımda genç bir adamım. Gururum incinir diye para da teklif edemiyor. Bana nasıl yardım edebileceğini sordu. Ben de Cumhuriyet Halk Partisi’nin talebeye yardım fonu olduğunu, oradan bana burs ayarlayabileceğini söyledim. Bolu mebusu Hasan Cemil (Çambel) Bey’den rica etmiş, 30 lira burs verildi. Bir ay evvel genç araştırmacı Erhan Çiftçi, bana bir belge getirdi. Meğerse ben hiç tanımıyormuşum Paşa Babamı (Gözleri doluyor).
- Belge neyle ilgiliydi?
- Paşa Babamın devrin CHP genel sekreteri Memduh Şevket Esendal’a benim hakkımda yazdığı bir mektuptu. Beni bir methediyor ki Allah Allah… Sağolsun. Bak evlat, saatlerdir Halil Paşa’yı anlatıyorum. Düşün böyle bir adam benim Paşa Babamdı ya… Pedagog, asker, diplomat, empatisi yüksek, vatanperver… Ne dersen de. Ben yok oldum, beni ortaya çıkaran Halil Paşa’dır. Ne yaparsam yapayım hakkını ödeyemem.