Büyük Dogu’yu kapattıran şiir
Filozof Rıza Tevfik, gurbette Sultan II. Abdülhamid’in ruhundan özür dilerken, "31 Mart’ı biz tezgâhladık" itirafında bulunmuştu. Abdülhamid Han'a yaftalananların büyük hayıflanmaları da beraberinde getirdiği gerçekleri Salih Mercan Derin Tarih okurları için kaleme aldı.
Aleyhindeki onca İttihatçı iddia ve iftiraya, hücum ve karalamaya rağmen halkın bunlara zerre kadar itibar etmediği, ölüm haberini nereden duyduğu bilinmeyen muazzam bir kalabalığın kendiliğinden toplandığı hazin cenaze töreninde anlaşılmıştı. Cenazesinin evlerinin önünden geçtiğini gören kadınlar, “Ekmeği ucuza yediren Sultan, bizi bırakıp nerelere gidiyorsun?" diyerek ağlamış, basında aylarca “Sultan Hamid başta olsaydı bizi savaşa sokmaz, bu felaketleri yaşamamıza ne yapar eder mani olurdu" türünden yazıklanmalar birbirini takip etmişti.
Nitekim devrin şairlerinden biri, arkasından “Senin tabutunu getirip tahta oturtsak bunların canlısından daha iyi yönetirdi" diyebilmiş ve birilerinin “Kızıl Sultan" diye yaftaladığı Abdülhamid Han'a duyduğu hasreti aşağıdaki beyitte dile getirmişti:
Sen değil, nâşın hükümdar olsa elyâkdır bize
Dönsün etsin taht-ı Osmânîye tabutun cülûs.
Vefatıyla başlayan bu pişmanlık salgınının başlıca iki sebebi vardı:
1) Abdülhamid'in 30 yıl boyunca binbir emekle kurtlardan sakındığı ülkenin sadece 9,5 yılda paramparça edilmiş olması ve başkentinin dahi esarete düşmesi,
2) İstikrarlı bir siyasî yönetimin sağladığı büyüme sayesinde Osmanlı'nın son “asr-ı saadeti"nin onun devrinde yaşanmış olması. Üstelik bu büyüme dışarıdan büyük ölçüde yeni borç alınmadan sağlanmıştı. Bunu, binlerce kilometrelik demiryolu ve binlerce yeni okuldan daha çarpıcı dillendiren grafik zor bulunur.
Dolayısıyla tahttan indirilmiş Sultan'ın 1918 Şubat'ında uzun zamandır halkın gözünden uzakta, metrûk bir saray köşesindeki ölümü, toplumsal hafızayı, Abdülhamid'in iktidar dönemini, insanların karnının doyduğu ve bir 'devlet' onurunun korunduğu mutlu zamanlar olarak hatırlamaya zorlamıştı. Hem o, asker öldürmeyen Sultan değil miydi?
Böylece bazı aydınlarımızın, ardından yaşanan büyük çözülüş karşısında, bir zamanlar kıyasıya eleştirdikleri 'Baba'yı pişmanlık içinde yeniden keşfetmelerine şaşırmamak gerekir.
“Meşrutiyet Devrimi"nin önde gelen İttihatçılarından Filozof Rıza Tevfik (1869–1949) de Sultan Abdülhamid'in büyüklüğünü ve aslında ne yapmak istediğini, Cumhuriyet devrinde alnına “hain" damgası vurularak yurt dışına gönderildikten sonra fark etmişlerden biridir.
Büyük Doğu'yu kapattıran şiir
Burada ilk kez aslını yayınladığımız manzume ilk olarak 1937'de Kahire'de çıkan Müsâvat dergisinde “Lâyemût bir şiir" başlığıyla yayınlandı (sayı: 35). “Sultan Hamid'in maneviyetinden istimdad" başlıklı şiir Abdullah Uçman'ın arşivinden temin edildi. Muhtemelen Rıza Tevfik'in el yazısıyla kaleme alınmış orijinalini yayınlamak suretiyle tarihe karşı görevimizi yapmış oluyoruz. Bundan sonrası, araştırmacıların alanına girer.
Şiir Türkiye'de ilk defa “Abdülhamid'in ruhaniyetinden istimdat" başlığıyla Büyük Doğu'nun 30 Mayıs 1947 tarihli 65. sayısında neşredilmiştir. Dergi bir sayı sonra bu şiir sebebiyle kapatılmış ve Necip Fazıl aleyhinde, “Türklüğe hakaret" gerekçesiyle dava açılmıştır. Şiiri yayınlarken Necip Fazıl aşağıdaki yorumu yapmayı ihmal etmemiş:
“Yukarıdaki manzume, Rıza Tevfik'in bundan 15-20 yıl evvel kaleme alıp sığınağı olan yabancı ülkede neşrettiği ve anavatanda kimsenin bilmediği müthiş bir şiirinden birkaç parçadır. Anavatan sınırları içinde intişar etmemiş olan bu şiiri ilk defa olarak umumi vicdana takdim ederken, duyduğumuz zevk ve zafer duygusu bir tane değildir.
1) En genç fikir nesli biz olduğumuza göre, Abdülhamid devrini ne şahsi bir menfaat, ne de şahsi bir garazla mütalaa etmemize imkân bulmadan sırf öz ilim ve saf hakikat adına ortaya attığımız “Abdülhamid Devrinin ve Abdülhamid'e ait şahsiyetin baştanbaşa bir siyaset yalanı olarak Meşrutiyet'ten sonraki nesillere yutturulduğu" hakkındaki tezimizin tam bir teyide kavuşması; ve üstelik bu teyidin Abdülhamid'e karşı bizzat mücadeleye girişmiş bir şahıstan fışkırıvermesi...
2) Devirler ve inkılaplar boyu gidişimizin, Meşrutiyet hareketi gibi, mason locaları eliyle idare edilmiş en sığ ve kısır bir hareket mensubu tarafından bile görülmemiş olması...
3) En küçük samimiyet ve halisiyet anının, bir zamanlar neler söylemiş bulunanlara şimdi neler söylettiği hikmeti..."
31 Mart'ı biz tertipledik!
1949'da Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde hasta yatmakta olan Rıza Tevfik, mahkeme kararıyla kendisini sorguya çekmek üzere gelen Avukat Abdurrahman Şeref Laç'a bu şiir hakkında şunları söylemiştir (bu sırada yanlarında bir hakim bulunmaktadır):
“Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyle değil, tamamiyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han'a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart Vak'asını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük Hükümdar, bu isnadla, sadece iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen İttihadçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben de varım! 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulağını kabartsın!" (Hilmi Yücebaş, Filozof Rıza Tevfik: Hayatı, Hâtıraları, Şiirleri, İst. 1978, s. 347.)
Nitekim devrin şairlerinden biri, arkasından “Senin tabutunu getirip tahta oturtsak bunların canlısından daha iyi yönetirdi" diyebilmiş ve birilerinin “Kızıl Sultan" diye yaftaladığı Abdülhamid Han'a duyduğu hasreti aşağıdaki beyitte dile getirmişti:
Sen değil, nâşın hükümdar olsa elyâkdır bize
Dönsün etsin taht-ı Osmânîye tabutun cülûs.
Vefatıyla başlayan bu pişmanlık salgınının başlıca iki sebebi vardı:
1) Abdülhamid'in 30 yıl boyunca binbir emekle kurtlardan sakındığı ülkenin sadece 9,5 yılda paramparça edilmiş olması ve başkentinin dahi esarete düşmesi,
2) İstikrarlı bir siyasî yönetimin sağladığı büyüme sayesinde Osmanlı'nın son “asr-ı saadeti"nin onun devrinde yaşanmış olması. Üstelik bu büyüme dışarıdan büyük ölçüde yeni borç alınmadan sağlanmıştı. Bunu, binlerce kilometrelik demiryolu ve binlerce yeni okuldan daha çarpıcı dillendiren grafik zor bulunur.
Dolayısıyla tahttan indirilmiş Sultan'ın 1918 Şubat'ında uzun zamandır halkın gözünden uzakta, metrûk bir saray köşesindeki ölümü, toplumsal hafızayı, Abdülhamid'in iktidar dönemini, insanların karnının doyduğu ve bir 'devlet' onurunun korunduğu mutlu zamanlar olarak hatırlamaya zorlamıştı. Hem o, asker öldürmeyen Sultan değil miydi?
Böylece bazı aydınlarımızın, ardından yaşanan büyük çözülüş karşısında, bir zamanlar kıyasıya eleştirdikleri 'Baba'yı pişmanlık içinde yeniden keşfetmelerine şaşırmamak gerekir.
“Meşrutiyet Devrimi"nin önde gelen İttihatçılarından Filozof Rıza Tevfik (1869–1949) de Sultan Abdülhamid'in büyüklüğünü ve aslında ne yapmak istediğini, Cumhuriyet devrinde alnına “hain" damgası vurularak yurt dışına gönderildikten sonra fark etmişlerden biridir.
Büyük Doğu'yu kapattıran şiir
Burada ilk kez aslını yayınladığımız manzume ilk olarak 1937'de Kahire'de çıkan Müsâvat dergisinde “Lâyemût bir şiir" başlığıyla yayınlandı (sayı: 35). “Sultan Hamid'in maneviyetinden istimdad" başlıklı şiir Abdullah Uçman'ın arşivinden temin edildi. Muhtemelen Rıza Tevfik'in el yazısıyla kaleme alınmış orijinalini yayınlamak suretiyle tarihe karşı görevimizi yapmış oluyoruz. Bundan sonrası, araştırmacıların alanına girer.
Şiir Türkiye'de ilk defa “Abdülhamid'in ruhaniyetinden istimdat" başlığıyla Büyük Doğu'nun 30 Mayıs 1947 tarihli 65. sayısında neşredilmiştir. Dergi bir sayı sonra bu şiir sebebiyle kapatılmış ve Necip Fazıl aleyhinde, “Türklüğe hakaret" gerekçesiyle dava açılmıştır. Şiiri yayınlarken Necip Fazıl aşağıdaki yorumu yapmayı ihmal etmemiş:
“Yukarıdaki manzume, Rıza Tevfik'in bundan 15-20 yıl evvel kaleme alıp sığınağı olan yabancı ülkede neşrettiği ve anavatanda kimsenin bilmediği müthiş bir şiirinden birkaç parçadır. Anavatan sınırları içinde intişar etmemiş olan bu şiiri ilk defa olarak umumi vicdana takdim ederken, duyduğumuz zevk ve zafer duygusu bir tane değildir.
1) En genç fikir nesli biz olduğumuza göre, Abdülhamid devrini ne şahsi bir menfaat, ne de şahsi bir garazla mütalaa etmemize imkân bulmadan sırf öz ilim ve saf hakikat adına ortaya attığımız “Abdülhamid Devrinin ve Abdülhamid'e ait şahsiyetin baştanbaşa bir siyaset yalanı olarak Meşrutiyet'ten sonraki nesillere yutturulduğu" hakkındaki tezimizin tam bir teyide kavuşması; ve üstelik bu teyidin Abdülhamid'e karşı bizzat mücadeleye girişmiş bir şahıstan fışkırıvermesi...
2) Devirler ve inkılaplar boyu gidişimizin, Meşrutiyet hareketi gibi, mason locaları eliyle idare edilmiş en sığ ve kısır bir hareket mensubu tarafından bile görülmemiş olması...
3) En küçük samimiyet ve halisiyet anının, bir zamanlar neler söylemiş bulunanlara şimdi neler söylettiği hikmeti..."
31 Mart'ı biz tertipledik!
1949'da Haydarpaşa Numune Hastanesi'nde hasta yatmakta olan Rıza Tevfik, mahkeme kararıyla kendisini sorguya çekmek üzere gelen Avukat Abdurrahman Şeref Laç'a bu şiir hakkında şunları söylemiştir (bu sırada yanlarında bir hakim bulunmaktadır):
“Ben bu şiiri Türk milletine hakaret kasdıyle değil, tamamiyle aksi olarak, Türk milletini ölüme götüren bir zümreyi teşhir ve Abdülhamid Han'a edilen iftiraları tesbit gayesiyle yazdım. 31 Mart Vak'asını tertiplediği isnadı altında tahtından alaşağı edilen büyük Hükümdar, bu isnadla, sadece iftiraların değil, tertiplerin de en hainine hedef tutulmuştur. 31 Mart'ı tertipleyen İttihadçılar ve bu işe memur edilenler arasında bizzat ben de varım! 31 Mart'ı kışkırtma ve körükleme işini Selim Sırrı Tarcan ile Rıza Tevfik idare etti. Hasta yatağımdan söylediğim bu sözlere tarih kulağını kabartsın!" (Hilmi Yücebaş, Filozof Rıza Tevfik: Hayatı, Hâtıraları, Şiirleri, İst. 1978, s. 347.)