Bizde kalem düelloları

Kalem düelloları
Kalem düelloları

Eserlerini hayranlıkla okuduğumuz ve ulaşılmaz varlıklar olarak gördüğümüz ustalar öyle bir zaman geliyor ki, nefret dolu cümleler kurabiliyorlar. Bir gün edebiyat tarihinde polemikler ayrı bir tür olarak incelenirse göklere çıkardığımız o efsunlu yazarlarımızı yerin dibine de indireceğiz kuşkusuz.

İyi yazar olmak iyi insan olmayı gerektirmiyor elbette. Bilelim ki, dedikodunun en çekilmezi aydınlarca yapıldığı gibi polemiklerin en acımasızı da onların kaleminden çıkabiliyor.

Şüphesiz, en kaliteli polemik bile kötü yazılmış bir eserden daha kalıcı olmaz. Bugün zaman zaman gazete ve dergi köşelerinde aydın atışmalarına şahit olsak da, onlar yerini önce internet sitelerine ve elektronik postalara, ardından da sosyal medyaya bırakmakta.

Peki Cumhuriyet döneminde aydınlar arasında yaşanan kavgalar neler üzerinde kopmuştu? Bu tartışmaların entelektüel hayata katkıları var mıydı? Bu sorulara son yıllarda aydınlar arasında yaşanan polemikler de eklenince tarihin tozlu raflarına eğilmek kaçınılmaz hale geldi.

Kalem kavgalarını incelediğimizde Peyami Safa, Nâzım Hikmet, Yakup Kadri, Ahmet Haşim ve Necip Fazıl’ın öne çıkan isimler olduğu gözden kaçmıyor. Duruma göre Peyami Safa-Yakup Kadri, Peyami Safa-Nâzım Hikmet veya Peyami Safa-Necip Fazıl kavgasına şahit olmuş okurlar.

Çok ses getiren ve yabancı basının dahi ilgisini çeken ‘Ekmek Kavgası’ tartışması edepli olması gereken ediplerin üslubunun ne denli bozulabileceğini de gösteren çarpıcı bir örnekti. Yakup Kadri sözü dinlenen ve devletçe desteklenen, deyiş yerindeyse ‘tuzu kuru’ bir edebiyatçıydı, Peyami Safa ise 30 yaşında genç bir edip. Safa, 11 Mayıs 1929 tarihli Hareket adlı edebiyat gazetesinde genç edebiyatçıları överken, Yakup Kadri, 30 Mayıs tarihli Milliyet’te şöyle seslenir:

“İşte bugünkü gençlik, bu kaosun içinden, bu uğultulu karanlık ve dolaşık inkılap dehlizinden çıktı. İtilerek, kakılarak, ezilerek, sürünerek, bin zahmet ve mahrumiyet arasında bu devrin aydınlığına doğru yürüdü. (...) Düşünün ki en büyüğü Harb-i Umumi’de daha yirmisini bulmamış bu gençler ekmek yerine samanla karışık hamurla beslendiler ve irfan yerine Babıali(nin) gündelik matbuatının ısmarlama harp edebiyatından başka bir şey okumadılar. (...) Onun içindir ki, şimdi onlardan bir şey istemeğe hakkımız yoktur.”

Burada genç yazarlara yapılan göndermeler, özellikle ‘saman ekmeği yiyen nesil’ sözü üniversite gençliği ve münevverlerden büyük tepki toplayacaktı. Nitekim üniversite hocaları gençlerin aşağılamasını protesto etmekte gecikmeyeceklerdi.

Peyami Safa da boş durmayacak, 5 Haziran 1929’da Hareket’te “Biz sizden değiliz” başlığıyla Yakup Kadri’yi hedef alarak şunları yazacaktı: “Bugünkü gençlik onlara diyor ki: Cihan harbinde siz has (somun) ekmek yediğiniz için biz saman ekmeği yedik. Sizi doyurmak için aç kaldık. Sizi yaşatmak için öldük!”

“Besili domuz”

Resimli Ay Sabiha-Zekeriya Sertel’lerin çıkardıkları, dönemin canlı dergilerindendir. Mütareke döneminde çıkan ve İngilizlerce sansürlenen dergi, 1928’de yayın hayatına yeniden başlar ve kadrosuna birçok önemli ismi katar. Nâzım Hikmet de onlar arasındadır. “Putları yıkıyoruz” başlığı altında edebî eserleri ve edebiyat devlerini acımasızca eleştirir. Yakup Kadri’nin ‘Saman ekmeği’ yazısı da eleştirilerden nasibini alacaktır.

Bunun üzerine Yakup Kadri “Anadolu harbi sırasında düşmana karşı çıkmaktan ürkerek Maarif Vekaleti’ni dolandıran ve çaldıkları para ile Karadeniz’i aşıp Bolşeviklere iltihak eden iki vatansızdan biri” diye yazar. Nâzım geri kalır mı?

Behey!
Kara maça bey!
Halka ahmak diyen sendin.
Halkın soyulmuş derisinden
Sırtına fırak giyen sendin.
Yala bal tutan beş parmağını
Beş çürük muz gibi,Homurdanarak dolaş besili bir domuz gibi.
Meydan senin…

Yakup Kadri, Nâzım Hikmet’i topa tuttuğu yazısında Peyami Safa’ya da saydırmayı ihmal etmez: “Hele bunlar arasında bir tanesi var ki, büyük bir edibimizin isabetli tarifine göre bir çekirge vücudu üzerinde bir katır kafası taşır!”

Mesele dallanıp budaklanır, hatta Avrupa medyasına malzeme olur. Halktan tepki görmeye başlar. Sonra ciddiyetini kaybederek alaya alınır.

Dostluktan düşmanlığa

Şaşırtıcıdır ama Nâzım Hikmet’i Peyami Safa’nın yanında görürüz. Yakup Kadri’nin elitist tavrına karşı genç edebiyatçıları korumaktan yanadır. Bunun üzerine Peyami Safa, ‘komünist’ dergisi kabul edilen Resimli Ay çevresinde yer alır.

Tahmin edersiniz, çok geçmeden bu defa kendisi ‘Bolşevik’ suçlamasıyla karşı karşıya kalacaktır. Hemen Bolşevik olmadığını vurgulayan bir cevap kaleme aldığını söylemeye gerek yok herhalde.

Derken Nâzım Hikmet ile Peyami Safa yakınlaşıp dost olurlar. Ancak dostlukları uzun sürmez. Peyami Safa 6 yıl sonra, 14-20 Temmuz 1935 tarihli Hafta dergisinde Nâzım Hikmet’e sataşır: “Nâzım su katılmamış bir burjuvadır ve en sahte tarafı Komünist tarafıdır.” Bunun üzerine Nâzım Hikmet “Bir provokatör üzerine hiciv denemeleri” şiirini kaleme alacaktır:

Bir düşün oğlum
Bir düşün ey yetim-i Safa
Bir düşün ki son defa anlayabilesin
Sen bu kavgada
Bir nokta bile değil,
Bir küçük, eğri virgül,
Bir zavallı vesilesin!

Haliyle çok öfkelenen Peyami Safa “Cingöz Recai’den Nâzım Hikmet’e” başlıklı zehir zemberek bir hicviye kaleme alır:

Baban üç yıl önce ölünceye kadar
Zavallıdan para kopardın
Nefesi kokan Türk işçilerinin vekâletini apardın
Götürüp sonra el altından
Enternasyonale zula ettin
Kim bilir kaç
Aç biilaç
Türk işçisinin ciğerini pirzola ettin!

Nâzım Hikmet’in bir yazısında Namık Kemal’i eleştirmesi üzerine tartışmaya Nihal Atsız da karışır. Aralık 1935’te bir broşür yayınlayıp Nâzım Hikmet’i eşeklikle itham eder. Çok değil, 6 yıl önce Yakup Kadri’ye karşı yeni edebiyatın ve edebiyatçıların yanında yer alan Peyami Safa, bu defa Atsız’la Nâzım düşmanlığı ortak paydasında buluşmuştur.

Nâzım’ın putları, N. Fazıl’ın mahkemeleri

Polemik edebiyatını bir tür olarak inceleyecek olursak, iki vazgeçilmez temsilcisinin Nâzım Hikmet ile Necip Fazıl olduğunu görürüz. Nâzım, “Putları Yıkıyoruz” köşesinde bu defa Abdülhak Hamid Tarhan’a Dâhi-i Âzam diyenleri eleştirir:

“Dahi sanatkârın umumi vasfı mensup bulunduğu milletin içtimai inkişaf merhalesini, beynelmilel bir ehemmiyet alacak derecede ifade etmektir. Fakat kendisi sarayından çıkmayan bir beyzadedir. (...) Hamid Bey, devri için yeni, ancak geleceği görememiş, halkıyla bütünleşememiş kuvvetli bir Osmanlı şairidir, işte o kadar.”

Bunun üzerine Abdülhak Hamid ne mi yapar? İnanmayacaksınız ama Nâzım Hikmet’i Maçka Palas’taki evine akşam yemeğine davet eder, böylece yazıyı olgunlukla karşıladığını ince bir jestle göstermiş olur.

Tarihe damgasını vuran kalem savaşlarımızdan bir tablo Akbaba dergisinin 20 Eylül 1945 tarihli sayısında yayımlanan Şevki’nin karikatüründe çok partili hayatın başlamasıyla kalem dalaşına giren yazarlar temsilî olarak gösterilmiş. Basınımızın önde gelen isimleri birbirlerinin başından aşağı kaynar sular döküyor. Karikatürün altındaysa şu anlamlı ifade yazılı: “Basın hürriyetinden bir sahne: Demokrasi!”
Tarihe damgasını vuran kalem savaşlarımızdan bir tablo Akbaba dergisinin 20 Eylül 1945 tarihli sayısında yayımlanan Şevki’nin karikatüründe çok partili hayatın başlamasıyla kalem dalaşına giren yazarlar temsilî olarak gösterilmiş. Basınımızın önde gelen isimleri birbirlerinin başından aşağı kaynar sular döküyor. Karikatürün altındaysa şu anlamlı ifade yazılı: “Basın hürriyetinden bir sahne: Demokrasi!”

Nâzım Hikmet’in sıradışı eleştiri geleneğini yıllar sonra Necip Fazıl Büyük Doğu’da yapacaktır. “Edebiyat Mahkemeleri” adlı yazı dizisinde sıra dışı bir konseptle çıkar okurunun karşısına.

Bir hayalî mahkeme kurarak ölmüş yazarları davet edip eserlerini ele alır. Tevfik Fikret, Yahya Kemal, Mehmet Akif ve Nurullah Ataç’ın ruhları çağırılarak(!) Necip Fazıl’ın ağzından kendilerini savunmaları sağlanır. Tanık olarak da dönemin şair, yazar ve edebiyat tarihçileri davet edilir. Necip Fazıl’ın polemikten ziyade farklı bir ‘edebî tenkit’ anlayışı geliştirdiği dikkatten kaçmaz.

Her ne kadar sabit bir köşesi olmasa da, polemikleriyle gündemde gördüğümüz Peyami Safa’nın adını bir kez daha anmak gerekir. Zira yayın hayatına 1929’da başlayan Hareket’in satış grafiğindeki uzun süreli yükselişi onun polemiklerine borçlu olduğunu görürüz. Nitekim polemiklerin sona ermesiyle kan kaybeden dergi, kısa süre sonra kapanacaktır.

Sonuç olarak divan edebiyatından devralınan hicviye geleneği, tarihî akışta önce nazım (şiir) kültürüyle, Tanzimat döneminden itibarense hem nazım, hem de nesirle (düzyazı) zenginleşerek günümüze gelmeyi başardı. Son zamanlarda şiirin geniş kitleler üzerindeki etkisini kaybetmesiyle hicviye de yerini düzyazıya bırakarak aydınlar arasında silah olarak kullanıldı. Halen yer yer devam eden kalem atışmaları, edebî bir tür olmaktan çok, yazılı kavga kültürünün bir ürünüdür.

Kalemlerden damlayan sert kelimeler kimi zaman tadımızı kaçırsa da, zengin kültürlü toplumlarda polemik, edebiyatın tadı tuzu olmuştur. Ne var ki şimdilerde artık o tuz da kokuyor mu ne?