Bir zamanlar yatırım üssüydü şimdi köhne bir kasaba!
Gelibolu’nun hemen ardından fethedilen günümüzde esamesi dahi okunmayan Malkara, erken dönem Osmanlı tarihinin en önemli yerleşimlerinden biriydi. Bir zamanlar Rönesans yaşayan Malkara'nın sevgisizlik, bilinçsizlik ve ihmalle gelen yıkımını Ümit Bayazoğlu Derin Tarih okurları için kaleme aldı.
Avrupa’ya henüz ayak basmış bulunan genç Osmanlı devleti nezdinde Malkara’nın önemi Bursa, İznik ve Gelibolu’dan sonra geliyordu. Edirne’nin fethine kadar kasaba kısa fakat parlak bir dönem yaşamıştı. Edirne’nin başkent olması üzerine yıldızı sönmeye başladı.
Orhan Gazi’nin oğlu, Nilüfer Hatun’un şehzadesi Gazi Süleyman Paşa ve Evrenos Gazi, Hacı İlbey, Lala Şahin, Balaban Bey, Küçükhıdır Bey, Evrenbey, Hacı Sungur Bey, Müstecep Bey ve Paşa Yiğit gibi ünlü komutanlar 1354’ten itibaren 10 yıl içinde Trakya’nın neredeyse tamamını fethetmişlerdi. Bu, yerel bir başarıdan çok, İstanbul’un fethiyle kıyaslanabilecek önemde çığır açan bir olaydı. Eğer Türkler Avrupa fütuhatını başlatmasaydı, öteki Türkmen beylikleri gibi tarih sahnesinden silinip gideceklerdi.
Trakya’nın iskânı, yani Müslümanlaştırılması ve Türkleştirilmesi I. Murad döneminde (1362- 1389) başladı. Buralara, başta Karesi (Balıkesir-Biga- Bergama) olmak üzere Manisa, Konya, Aydın ve Muğla civarından getirilen Türkmenler yerleştirildi. Ankara ve Çankırı dolaylarından bazı Ahi grupları da getirilmişti. Bunlar, zanaat erbabı olarak Malkara ve köylerine yerleştirildi. Artık kasabada Hıristiyanlar (Rum, Bulgar ve Ermeniler) küçük bir azınlığa dönüşmüştü. 1456 tarihli sayım defterine göre Malkara’da 763 hane (3-5 bin) Müslüman varken, Hıristiyanlar 9 haneden ibaretti.
Balkanlara yapılan seferlerde Akıncıların (Alperenlerin) toplanma ve talim merkezi haline gelen Malkara bu dönemde iyice şenlendi, zira fetih ordularının ihtiyaçları buradan temin ediliyordu. Ayrıca fethedilen yerlere iskân edilmek üzere Anadolu’dan getirilen Türkmenler için bir ara konak vazifesi de görüyordu. Bu yüzden nüfusu çok hareketli ve çok yoğundu.
Zaten fetihten önce de Malkara Bizans’ın önem verdiği hem askerî bir üs, hem de zengin bir ticaret merkeziydi. Tekirdağ (Rodosto), Gelibolu, Enez ve Selanik yolunu kontrol eden Malkara surlarla çevrili bir kale (garnizon) şehirdi. Bizans’ın başkentine ipek, bal, mum, şarap, ceviz, halı-kilim, kömür ve deri buradan gidiyordu.
Sultan Murad, Malkara’yı en güvendiği komutanlarından Paşa Yiğit oğlu Turahan Bey ile daima fikir alışverişinde bulunduğu önde gelen şahsiyetlerden Ahi Musa, Debbahlar Pîrî Ahi Evren, Kassab Mahmud, Yegan Reis gibi tasavvuf ehline emanet etmişti. Bu sayede Malkara kısa zamanda bir Osmanlı kasabasına dönüştü.
Kasabanın ilk yöneticileri olan bu kişiler aralarında hizmet yarışına giriştiler. I. Murad da bunlara öncü ve örnek olmak için Malkara’ya adını taşıyan bir selatin cami ile bir medrese yaptırdı. Murad Hüdavendigar Camii Avrupa’da inşa edilen ilk cami, Murad Hüdavendigar Medresesi ise Avrupa’da kurulan ilk medrese olarak tarihe geçti. (Ne acı ki bu iki eserden günümüze hiçbir iz kalmadı.)
Malkara’ya yatırımlar II. Murad devrinde (1421- 1451) devam etti. Kassaboğlu Mahmud Bey ve oğlu Ali Bey iki medrese, bir imaret (aşevi) ve bunlara gelir temin etmek üzere bir kervansaray (yolcu evi), bir hamam, bir debbağhane (deri atölyesi) ve çok sayıda dükkân vakfetmişti. Malkara’nın ikinci imaretini Kasım Bey oğlu Kaya Bey yaptırmış, masraflarını temin için bir hamam, bir kervansaray, 13 dükkân ve bir değirmen vakfetmişti. Üçüncü imareti ise bir cami, bir kervansaray ve medrese ile birlikte Paşa Yiğit oğlu Turahan Bey vakfetmişti. Atina Fatihi Turahan Bey oğlu Gazi Ömer Bey de (şükürler olsun bugün ayakta olan) ve adıyla anılan çarşı camiini hatıra bıraktı bizlere. Bunlardan başka kasabada kimin tarafından ve ne zaman kurulduğu bilinmeyen İbrahim Paşa Medresesi de mevcuttu.
22 mescit ve 33 mahalle
Özetlersek, 1500’lü yılların başında Malkara’da, beş medrese, üç imaret, üç kervansaray, üç hamam, çok sayıda ahi ve derviş tekkesi ile dört cami, 22 mescit ve 33 mahalle bulunuyordu. Erken dönem Osmanlı Avrupa’sında en çok medrese Edirne’den sonra Malkara’da kurulmuştu. Bu yıllarda kasabanın sokaklarında 20’den fazla fakih yani İslam hukuk bilgini dolaşıyordu. Murad Hüdavendigar Medresesi’nde görev yapan Molla Muhyiddin Kocavî bunların en meşhuruydu.
Kassaboğlu Mahmud Bey Medresesi 1434’te faaliyete geçti. Burada müderrise (öğretmene) günde 10 akçe ücret ödeniyordu. Ayrıca yarım akçe alan beş yardımcısı vardı. Medresenin öğrencilerine, imamına, müezzinine, tahsildarına, meydancısına ve mutfak çalışanlarına her gün ikindiden sonra pişirilecek bir şinik (9.25 litre) buğday, et, çorba ve ekmek veriliyor, kalanı da muhtac olanlara dağıtılıyordu.
Kassaboğlu Ali Bey de babasını örnek almış ve 1456’da adını taşıyan bir medrese kurmuştu. Turahan Bey Medresesi’nde de müderrise verilen yevmiye 10 akçeydi. Bu medreselerde Kur’an, dil, tarih, coğrafya, hukuk ve yazı dersleri alarak yetişen gençlere ‘danişmend’ deniyordu.
Sonra bunlar fethedilen yerlerin din, eğitim ve üst kültür ihtiyacını karşılamak üzere bürokrasiye tayin ediliyordu. Bunlardan ihtisasını ilmiye üzerine yapmış olan Hasanzade adında bir müderris, uzun yıllar Malkara’da çalıştıktan sonra Rumeli Kazaskerliğine kadar yükselmişti. Gittikleri yerler Hıristiyan diyarı olduğu için bunların İslam’ın ilkelerini en donanımlı şekilde öğretebilecek kapasitede olmaları şarttı.
Dönmeler ve Kefere Mahallesi
Danişmentlerin imamlık yaptığı yerlerde genellikle mühtedilere, yani din değiştirenlere verilen ‘veled-i Abdullah’ isimli şahısların çokluğu dikkat çekicidir. (Resmî yazışmalarda rencide edici olmasınlar diye ‘dönme’ yerine veled-i Abdullah demeyi tercih ediyorlardı.) Mühtediler, Müslümanların haklarının hepsine sahipti. Malkara’da 1456 yılında 12 hane, 1519’da 94 hane mühtedi yaşıyordu. Bunların bazıları din görevlisi olabilmişti. (Mesela Bahadır Mescidi Mahallesi’nde müezzinlik yapan, bir veled-i Abdullah’tı. Doğancı Mahallesi müezzini de azat edilmiş bir köleydi.) Biri imam olup altısı Hacı Siyah Mahallesi’nde ikâmet ediyordu. Thomas oğlu Hamza ve Nikola oğlu Mukbil, Ahi Musa’nın torunu Ahi Tayfur’un azat ettiği kölelerden sadece ikisiydi. Kefere ya da Gebran Mahallesi’nde oturmaya mecbur olan ve özel vergiye tabi tutulan Hıristiyanlar ise 1456’da dokuz, 1519’da 20 hane kadardı.
Bu erken dönem kültür merkezinin Malkara’da ortaya çıkışı, bilinçli bir tercihti. Kasaba, Gelibolu ve Tekirdağ liman kentleri arasındaki ticaret yolunun tam ortasında, asıl önemlisi fetih yolunun başında yer alıyordu. Dolayısıyla burada sürekli bir insan ve mal akışı yaşanıyordu. Uzaklara giden tüccarlar, değerli eşyalar taşıyanlar Malkara’da güvenle konaklayabiliyordu. Cephelere sevk edilecek asker ve askerî malzeme de kasabadan geçiyordu. Akıncıların çizmelerinden eyer koşumlarına kadar deri ihtiyacı burada temin ediliyor, işleniyor ve sevk ediliyordu.
Padişaha yan bakan soluğu burada alırdı
Hıristiyan tebaadan seçilip hayatı bağışlanmış tesis sahibi iş adamları, işinin ehli ustalar, fenden, bilimden, mekanikten, hekimlik ve eczacılıktan anlayanlar bildiklerini Türklere öğretiyorlardı. Bu yıllarda nüfusunun 30 binden fazla olduğu tahmin edilen Malkara, tarihinin en parlak günlerini yaşıyordu. Evliya Çelebi (1611-1682) Seyahatname’sinde, Malkara’nın 1,150 haneden oluştuğunu, evleri kiremit örtülü bu yerin bakımlı bir şehir olduğunu belirtir.
Fatih Sultan Mehmed devrinin ilk yıllarından kalma 1456 tarihli sayım defterinde Malkara’da 763 hane kayıtlıyken, 1519 tarihli sayımda kayıtlı hane sayısı 596’dır. Yani kasaba 167 hanelik bir nüfus kaybı yaşamıştı. Bunun nedeni, yeni fethedilen İstanbul’un cazibesi ve yükselişe geçen Edirne şehriydi. Bursa ve Edirne’de kurulan çok daha iddialı ve büyük bütçeli medreseler, Malkara medreselerini gölgede bırakmıştı. Önemli hocalar Edirne ve İstanbul’a taşındılar.
Yine de Malkara Balkanların fethi tamamlanıncaya kadar önemini korudu. Türklere batıda ilerleyecek daha fazla yurt kalmayınca Malkara da yavaş yavaş gözden düşmeye başladı. Giderek unutuldu.
Kasaba vaktiyle çok kanlı çarpışmaların ardından fetholunmuştu. Ama 1357’den 1828’e kadar 471 yıl bir daha savaş yüzü görmedi. Asırlar boyunca istikrar içinde müreffeh yaşayan Malkara artık bir ‘kültür başkenti’ değildi. Parlak şöhret yerini korku ve dehşet uyandıran bir makama terk etmişti.
Heyhat! Artık bir sürgün yeriydi Malkara. Devrin padişahına yan bakanlar soluğu burada alıyordu. Bunlar arasında Hadım Süleyman Paşa (1548), Vezir-i Azam Koca Sinan Paşa (1596), Sadrazam Sofu Mehmed Paşa (1469), Hüsrev Mehmed Paşa, Melek Ahmed Paşa, Topal Mustafa Paşa, Boynu Eğri Mahmud Paşa, Hacı Evhad (Kanuni’nin özel öğretmeni), Bedri Mustafa Paşa gibi tarihe malolmuş isimler de bulunuyordu. Ölen ya da idam edilen paşalardan bazıları burada defnedilmişti. (Paşa Mezarlığı 1950’nin sonlarına kadar duruyordu. Sonra taşları kaldırımlarda süründü, tek tek yok oldular, yerine askerî mahfel, lise, Kızılay binası vs. yapıldı.)
Gelen ağlar, giden ağlar
Fethinden 1870 yılına kadar Gelibolu’ya bağlı bir kazayken, bu tarihten sonra Edirne’ye, ardından Tekfurdağ Sancağına (Tekirdağ) bağlanan Malkara’daki Hıristiyan tebaaya gelirsek…
Balkan Savaşı öncesi Malkara’dan ilk Bulgarlar, ardından da Rumlar gitti. Çünkü Bulgaristan ve Yunanistan istiklallerini ilan etmişti.
Gidenlerin yerine, Anadolu’da Kürt saldırılarından yılmış kalabalık bir Ermeni kafilesi geldi ve bunlar Bizans devrinden kalma kadim Ermenilere karışıp Malkara’yı mesken tuttular. Aynı kafileden Tekirdağ ve Çorlu’yu tercih edenler de oldu. Ermenilerin gelişiyle kasaba yeniden bir nebze olsun canlandı. İpekçilik, tütüncülük, dericilik ve balcılık dirildi. Ancak bu sıra da patlak veren 1. Dünya Savaşı kasabanın felaketi oldu.
Malkara’da hüküm süren dört asırlık istikrar ve sükûn ortamı 1877’de patlayan Osmanlı-Rus Savaşı’yla bozuldu. Ruslar doğu Trakya’yı işgal ettiler. Bundan Malkara da nasibini aldı. İlk muhacirler geldi. Ardında Balkan Savaşı başladı. 9 Kasım 1912’de Bulgarlar tarafından işgal edilen Malkara ateşe verildi; camiler, türbeler, mezarlıklar önce soyuldu, sonra yıkıldı. 500’den fazla genç-yaşlı sivil öldürüldü. Bunlar arasında Türklerle iyi ilişkileri olan Ermeniler de vardı. 8,5 ay süren işgal, 14 Temmuz 1913’te Mustafa ve Enver Paşa’nın birlikleri tarafından bastırıldı. İki yıl sonra 1915’te Ermeniler tehcir edildi. Bunlardan kalan mülk, kasabanın ekabirleri arasında arsızca paylaşıldı.
Malkara son kez 20 Temmuz 1920’de Yunanlar tarafından işgal edildi. Bunlar da Bulgarların yıkamadıklarını yıktılar. Böylece İzmir mağlubiyetinin intikamı Trakya’da alınmış oldu. İki yıl fazla süren Yunan işgali 14 Kasım 1922’de sona erdi.
Savaşlar ve işgallerle gelen yıkım Cumhuriyet devrinde de sürdü. Bu defa yıkan ‘gavur kazması’ değil, sevgisizlik, bilinçsizlik, önyargı, ihmal ve suistimaldi.
Balkanların fethinde ve sonrasında kendi çapında bir Rönesans yaşayan Malkara’da dört işgalden sonra ayakta kalabilmiş son Osmanlı eserleri de Cumhuriyet kuşaklarınca yok edildi. Camiler, mescitler, kiliseler, medreseler, imaretler, hamamlar, kervansaraylar, bedestenler, çeşmeler, köprüler tek iz bırakılmadan ortadan kaldırıldı. Malkara artık o ‘kültür başkenti’ne hiç benzemiyor.
Kaynak: Aziz Nazmi Şakir Taş, Adrianapol’den Edirne’ye, Boğaziçi Üniversitesi.