Atatürk’e samsun vizesini veren İngiliz, sûfî çıktı!
John Godolphin Bennett 1. Dünya Savaşının ardından 5 yıl süren işgalin ünlü İngiliz istihbarat görevlisidir. Türkiye'nin yakın tarihine derin izler bırakan Yüzbaşının sıra dışı öyküsünü ve 1972 yılında yaptığı görüşmeyi Merhum Nezih Uzel 2012'de Derin Tarih okurları için kaleme aldı.
Bir cihan devleti Osmanlı İmparatorluğu, tarihin en büyük uluslararası kapışması olan 1. Dünya Savaşı'ndan yenik çıktı. “Harbi Umumi" adı ile de bilinen bu faciada ordusu dağıldı, 3 kıtaya yayılmış toprakları yabancı ellere geçti, başkenti işgale uğradı.
İstanbul'un işgali, 500 yıldır Osmanlı gücünü dünya haritasından silmeye uğraşan Batılı ülkelerin, bu ulusu bütünü ile imha etme planlarının son noktasıydı. Ancak o sırada dünyada değişen siyasi dengeler buna imkân bırakmadı. İstanbul 13 Kasım 1918'den 6 Ekim 1923'e kadar işgal altında kaldı. Harbin galip devletleri, başta İngiliz, Fransız ve İtalyanlar İstanbul'u işgal ettiler. Bu işgal 5 yıl sürdü. 500 yıl hiçbir yabancı ayağının basmadığı bu şehir, 5 yıl karanlıkta kaldı.
Ayasofya kilise olsun!
İşgal sırasında İngiltere'de bir ara “İstanbul'u Yunanlılara verelim, Ayasofya'yı kilise yapsınlar" fikri doğmuştu. Buna karşı çıkanlar oldu. İngiliz kamuoyu, inanılması güç biçimde “İstanbul'un Türklerden geri alınması"nı tartışıyordu. Bu fikir o sırada toplanmış olan Paris Konferansı'nda da görüşülmüş, fakat karara bağlanamamıştı. Sonunda müttefikler yüksek risk taşıyan bu konuda geri adım atarak İstanbul'un Türklerin elinde kalmasına rıza gösterdiler ve bu kararı, o günlerde başlayan milliyetçi hareketleri ezmek için kullandılar. Müttefik kumandanlığı bu amaçla bir bildiri yayınladı ve “İstanbul'u sizden almaktan vazgeçtik, daha ne istiyorsunuz, artık milliyetçi davranışlara son verin ve mütareke şartlarına uyun." dedi. Ancak bu tedbir işe yaramadı ve milliyetçi hareketler başta “Karakol" teşkilatının faaliyetleri olmak üzere tüm hızı ile devam etti.
Doğu uzmanı istihbaratçı
John Godolphin Bennett, 5 yıl süren bu işgalin ünlü İngiliz istihbarat görevlisiydi. Savaşta subay kalmadığı için onu 20 yaşında yüzbaşı yapmışlardı. Savaş öncesinde “Doğu Bilimleri" eğitimi almış, Türkçe öğrenmişti. Londra'da doğmuş olmakla birlikte babası vaktiyle İstanbul'da bulunmuş ve Düyun-u Umumiye idaresinde yabancı uzman olarak çalışmıştı. Ailede güçlü bir Doğu kültürü esintisi vardı. Bennett, küçük yaşlardan itibaren Doğu dilleri, tarihi, felsefesi, sanatı ve günlük yaşamı konusunda temel bilgilere ulaşmıştı. İleri derece Türkçe konuşuyordu. Osmanlıcanın inceliklerini biliyor, akıcı konuşması sırasında bunları rahatça kullanıyordu. O, tam bir Türkçe ve Türk kültürü uzmanıydı. Savaşta Türkçe bilenlere fazlasıyla ihtiyaç duyulunca Bennett'e “istihbarat" işini verdiler. İstanbul'daki ilk görevi General Milne'nin tercümanlığıydı. Bu sırada defalarca Saray'a gidip geldi ve General Milne ile Sultan arasındaki konuşmaları tercüme etti.
Bennett ve “Hacegân Hanedanı"
Bennett Türk tarihinin kaynaklarını incelemiş, “Orta Asya Türk Horasan Tasavvufu"nun ana eserlerine inmişti. Değerli Türk yazarı Hasan Lutfi Şüsut'un, pek yerinde olarak “Hanedan" değimi ile tanıttığı ilk Orta Asya Türk Sufileri hakkında fevkalade önemli bir çalışması olan Hacegan Hanedanı isimli kitabını Masters of Wisdom adı ile İngilizceye çevirmişti. Bu kitap daha sonra Fransızca olarak da yayınlanacak ve ilim dünyası “ilk Türkistan Sufi"lerini yakından tanıyacaktı. Hasan Lutfi Şüsut, “Hacegan Hanedanı" efendilerimizi kitabında şöyle anlatmaktadır:
“Hacegan hanedanı 5 asır sürmüştür. Harzemşahlar devletine, Cengiz Han ve Timur Gürkan devirlerine, Timur sülalesi saltanatına rastlamıştır. Halen de Nakşibendiyye olarak temadi etmektedir. Hace unvanı Orta Asya'da ilim ve irfan büyüklerine, eşraf ve âyâna verilmiştir. Yusuf Hemedanî hazretleri böyle yâd edilen ilk mühim şahsiyettir."
Tarikatların ilham kaynağı
Hasan Lutfi Şüsut'un “Hacegan Hanedanı"nın kurucusu olarak adını hürmetle andığı Ebu Yakub Hace Yusuf Hemedanî, 1048 tarihinde Hemedan yakınlarında doğmuş,1140 tarihinde Bamyan'da 95 yaşında vefat etmiştir. Hemedanlı Yusuf veya daha yaygın olarak Yusuf Hemedanî ismi ile Türk Tasavvuf tarihinin başlangıcı olan bu değerli şahsiyet, silsile yoluyla kendisinden sonra gelen Nakşibendiyye, Bektaşiyye, Halvetiyye, Bayramiyye ve Yeseviyye tarikatlarının ilham kaynağıdır.
Bennett, Hacegan Hanedanı kitabının çevirisinde, bu grup hakkında şu çarpıcı hükmü vermektedir:
“Nesilden nesle geçen bir bilgeliğe sahip insanlar vardır. Bunlar gizlidir, bugün de aziz varlıklarını sürdürüyorlar. Bunlar normal anlayışta insanlardır. Farklılıkları; durumun gerçeğini görme kapasiteleri, egoizmden kurtuluşları ve birbirleri ile ilişki kurmaları sayesinde, sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkmaları, insanlar arasında denge kurmaları, yaşamın akışı sırasında onlara her zaman yeni bir spiritüel güç sağlamaları ve kamuoyunu etkilemeleridir. Yeryüzünün tamamını gözlem altında tutan büyük Hikmet'le her an beraberdirler. Bu hayatın nereden geldiğini bilir ve nereye gideceğini de bilirler."
Bennett'in anlatımı ile XVI. yüzyılın sonuna kadar sürmüş olan “Hacegan Hanedanı" hakkında Batı ülkeleri hiçbir bilgiye sahip değildir. Oysa bu insanların bir başka benzeri şimdiye kadar yeryüzüne gelmemiştir. Belki öncesinde de yoktur.
Tarihe tanık oldu
Bennett İstanbul'da 5 yıl kaldı ve Türkiye'nin yakın tarihinde derin bir iz bıraktı. İstanbul'un uzun tarihinde yaşadığı en karanlık ve en esrarengiz yıllara tanık oldu. Dünya tarihinde eşine az rastlanır bir ömür süren büyük bir imparatorluğun dağılışını ve yerine modern bir cumhuriyetin kuruluşunu gördü. Atatürk'ün Samsun'a gidişinde, heyetin Boğaz'dan çıkış vizesini Bennett imzalamıştı.
Bennett İstanbul'da bulunduğu yıllarda, o sırada çevresindeki bir grup insanla Bolşeviklerden kaçarak Türkiye'ye gelmiş olan ünlü yazar ve kültür adamı George İvanovich Gurdjieff ile tanışmış ve Beyoğlu'nda Kumbaracıbaşı Sokağı'nda oturan Gurdjieff ve arkadaşları ile yakın ilişkiler kurmuştu. Kars'ta 1866'da İstanbullu Rum bir baba ve Ermeni bir anadan doğan Gurdjieff, “hakikat arayıcıları" adını verdiği grubu ile uzun yıllar Asya'da dolaşmış ve yaşlı kıtanın pek çok gizemli yönü ile esrarengiz bağlantılar kurmuştu. Gurdjieff ile tanışması Bennett'in Doğu hayranlığına yeni boyutlar kazandırdı.
Bennett'in tasavvuf okulu
Bennett, Londra'ya döndükten sonra Doğu kültürü ve Türkçe çalışmalarına devam etti. Yaşamının sonuna doğru Londra yakınlarında Sherborne isimli bir şatoda “tasavvuf okulu" kurmuştu. Burada Türkçe dersleri veriyordu. Bu derslerde amaç, ilgilileri Türkçe konuşturmaktan ziyade Türk dilinin sırları üzerinde yoğunlaştırmaktı. Türkçenin kelimelerden çok kavramlar ve imajlarla konuşulan bir dil olduğunu ben ilk defa ondan duymuştum. Bu dilde asıl anlatımın kelimelerde değil satır aralarında olduğunu söylüyordu. Tarih, edebiyat, felsefe ve sanat dersleri veren, yayınları olan Sherborne, Bennett'in daha önce aynı amaçla kurduğu “Coombe Spring" hafta sonu okulunun devamıydı.
Bennett ile ölümünden 2 yıl evvel, 1972 yazında, Üsküdar Sultantepe'de, 50 yıl önce milliyetçileri kovaladığı Özbekler Tekkesi'nde görüştüm. 4 saat süren görüşme sırasında Bennett, Türkiye'nin yakın tarihi ile ilgili, çeşitli siyasi nedenlerle gizli kalmış, gündeme gelmemiş ve resmî düşüncenin donuk çarkları arasında sıkışmış pek çok konuya açıklık getirmişti. Savaş sonrasında hemen hemen hiç konuşmamış, büyük ümitlerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal barış dengesine ve küresel barış idealine aşırı saygı göstermiş, siyasî ve askerî konularda sessiz kalmayı tercih etmişti. Ölümünden az önce gerçekleşen bu söyleşide Bennett, adeta İngiltere ve İngiliz kültürü adına bir “itirafname" bırakmış gibiydi.
Mustafa Kemal'e nasıl vize verdi?
Atatürk'ün Samsun'a gidişinde, heyetin Boğaz'dan çıkış vizesini Bennett imzalamıştı. Bu yüzden, Nezih Uzel'in 1972 yılında Bennett ile görüşme kayıtları, tarihin karanlık bir sayfasına ışık tutan bir belge olması açısında önem arz eder. Bir "itirafname" değerindeki bu konuşma metninin en can alıcı bölümlerinden birini, orijinal konuşma ifadelerine dokunmadan sizlerle paylaşıyoruz.
...
- Daha sonra istihbarat dairesine geçtiğinizde…
- Mustafa Kemal'in seyahatinden daha… Sormadınız…
- Şimdi soracağım, oraya geçiyoruz. Mustafa Kemal'in daha sonra size, İstihbarat şubesine geçtiğiniz zaman, vize için müracaat yapıldığında,
- Ha… Fakat bu o zaman, ben irtibat zabiti iken, o zaman müracaat ettiler.
- Öyle mi oldu?
- Tabii bu, beş-on gün sonra, ben ilk defa Mayıs bidayetinde 1. Mayıs veya 2. Mayıs… 1. Mayıs çünkü o davetli değildi, büyük bir ziyafet vardı o tarafta, Mustafa Kemal davet edilmemişti.
– Galatasaray Lisesi'nde mi?
- Gitmedi değil mi?
- Öyle bir kayıt yok.
- Fakat o zaman, onun, 10-15 gün zarfında onun nasıl diyorlar? Misyon heyet toplayacağı, müfettişlik için ve on gün, Mayıs onunda, on ikisinde bizden şey istemişler değil mi? ruhsatname, permisyon…
- Vize…
- Boğazı geçmek için bir türk zabit o zaman vize lazım geldi.
- Vize talebi olduğu zaman siz onu tanıyordunuz, kim olduğunu?
- Tanıyordum.
- Sultan'a yakınlığını da biliyor muydunuz?
- Biliyordum… Hatta Sultan adamı bir insan, öyle anladık. Padişahın emin olduğu bir adam olduğunu anladık.
- Ayrıca gitmeden önce Padişah Vahdeddin ile görüştüğü söyleniyor…
- Öyle, biliyorum… Herhalde oraya gitti, biliyorum. Evet.
- Vahdeddin gönderiyor onu…
- Padişah Vahdeddin ona çok güveniyordu.
- Siz onun güvenmesinde şüphelenmediniz mi? Acaba bu adam aldatıyor mu onu falan gibi?
- Öyle anlamadım, yok, yalnız heyet büyük olduğu için, üç-dört kişi yerine otuz beş kişi ve büyük zabitan, miralay, mirliva falan, bunlar Erkan-ı Harp'ten, en mühimler gidiyordu, yalnız bir müfettişlik için çok gördüm ben.
- Oradan şüphelendiniz…
- Evet, bunun için benim mesuliyetimin fevkinde gördüm bunların hepsine vize vermek, çünkü bana üç-dört kişi gidecek, vize vereceksiniz, yani talimat, emir verildi. otuz beş kişi ve bunlar hep büyük adamlar. Yani, levazım falan değildir, mülazım değildir. Ben bunun için bütün evrakı, dosyayı aldım. Harbiye mektebi orada, İngiliz kumandanlığı Şişli'de değil mi?
- Şişli'de…
- Evet, oraya gittim, dedim ki: Şöyle şöyle… Üç-dört kişi yerine otuz beş kişi gitmek ister, vizeyi verebilir miyim? onlar telefon ettiler ve cevap geldi ki: Padişah buna itimat eder, siz veriniz…
- Kime telefon ettiler?
- Biz evvela İngiliz Başkomiserliği'ne, o zaman Rumbolt komiserdi, sefir yoktu. Onlar bize cevap verdiler: Mustafa Kemal gitsin ve ne ki lazımsa yapsın. Ben derhal gittim, vizeyi verdim. Vizelere imza ettim ve teslim ettim ve ben anladım ki, orada bir heyecan var, anladım ki yani bir şey var, fakat ben hiçbir şey söylemedim, ben şimdi rahat. Mesuliyet bana ait değildi. Fakat ben biraz, bizimkilerin anlamadığı bir şey vardı, hissettim, çünkü ben bunları tanımaya başladım ve gördüm ki en ileri gelen, en zeki zabitanı seçmiş idi. Bu yalnız bir müfettişlik için, fakat tabii kimse o zaman buradaki Milliyetçilerin bir tanzimat, bir ordu olabileceğine hiç kimse inanmazdı.
İstanbul'un işgali, 500 yıldır Osmanlı gücünü dünya haritasından silmeye uğraşan Batılı ülkelerin, bu ulusu bütünü ile imha etme planlarının son noktasıydı. Ancak o sırada dünyada değişen siyasi dengeler buna imkân bırakmadı. İstanbul 13 Kasım 1918'den 6 Ekim 1923'e kadar işgal altında kaldı. Harbin galip devletleri, başta İngiliz, Fransız ve İtalyanlar İstanbul'u işgal ettiler. Bu işgal 5 yıl sürdü. 500 yıl hiçbir yabancı ayağının basmadığı bu şehir, 5 yıl karanlıkta kaldı.
Ayasofya kilise olsun!
İşgal sırasında İngiltere'de bir ara “İstanbul'u Yunanlılara verelim, Ayasofya'yı kilise yapsınlar" fikri doğmuştu. Buna karşı çıkanlar oldu. İngiliz kamuoyu, inanılması güç biçimde “İstanbul'un Türklerden geri alınması"nı tartışıyordu. Bu fikir o sırada toplanmış olan Paris Konferansı'nda da görüşülmüş, fakat karara bağlanamamıştı. Sonunda müttefikler yüksek risk taşıyan bu konuda geri adım atarak İstanbul'un Türklerin elinde kalmasına rıza gösterdiler ve bu kararı, o günlerde başlayan milliyetçi hareketleri ezmek için kullandılar. Müttefik kumandanlığı bu amaçla bir bildiri yayınladı ve “İstanbul'u sizden almaktan vazgeçtik, daha ne istiyorsunuz, artık milliyetçi davranışlara son verin ve mütareke şartlarına uyun." dedi. Ancak bu tedbir işe yaramadı ve milliyetçi hareketler başta “Karakol" teşkilatının faaliyetleri olmak üzere tüm hızı ile devam etti.
Doğu uzmanı istihbaratçı
John Godolphin Bennett, 5 yıl süren bu işgalin ünlü İngiliz istihbarat görevlisiydi. Savaşta subay kalmadığı için onu 20 yaşında yüzbaşı yapmışlardı. Savaş öncesinde “Doğu Bilimleri" eğitimi almış, Türkçe öğrenmişti. Londra'da doğmuş olmakla birlikte babası vaktiyle İstanbul'da bulunmuş ve Düyun-u Umumiye idaresinde yabancı uzman olarak çalışmıştı. Ailede güçlü bir Doğu kültürü esintisi vardı. Bennett, küçük yaşlardan itibaren Doğu dilleri, tarihi, felsefesi, sanatı ve günlük yaşamı konusunda temel bilgilere ulaşmıştı. İleri derece Türkçe konuşuyordu. Osmanlıcanın inceliklerini biliyor, akıcı konuşması sırasında bunları rahatça kullanıyordu. O, tam bir Türkçe ve Türk kültürü uzmanıydı. Savaşta Türkçe bilenlere fazlasıyla ihtiyaç duyulunca Bennett'e “istihbarat" işini verdiler. İstanbul'daki ilk görevi General Milne'nin tercümanlığıydı. Bu sırada defalarca Saray'a gidip geldi ve General Milne ile Sultan arasındaki konuşmaları tercüme etti.
Bennett ve “Hacegân Hanedanı"
Bennett Türk tarihinin kaynaklarını incelemiş, “Orta Asya Türk Horasan Tasavvufu"nun ana eserlerine inmişti. Değerli Türk yazarı Hasan Lutfi Şüsut'un, pek yerinde olarak “Hanedan" değimi ile tanıttığı ilk Orta Asya Türk Sufileri hakkında fevkalade önemli bir çalışması olan Hacegan Hanedanı isimli kitabını Masters of Wisdom adı ile İngilizceye çevirmişti. Bu kitap daha sonra Fransızca olarak da yayınlanacak ve ilim dünyası “ilk Türkistan Sufi"lerini yakından tanıyacaktı. Hasan Lutfi Şüsut, “Hacegan Hanedanı" efendilerimizi kitabında şöyle anlatmaktadır:
“Hacegan hanedanı 5 asır sürmüştür. Harzemşahlar devletine, Cengiz Han ve Timur Gürkan devirlerine, Timur sülalesi saltanatına rastlamıştır. Halen de Nakşibendiyye olarak temadi etmektedir. Hace unvanı Orta Asya'da ilim ve irfan büyüklerine, eşraf ve âyâna verilmiştir. Yusuf Hemedanî hazretleri böyle yâd edilen ilk mühim şahsiyettir."
Tarikatların ilham kaynağı
Hasan Lutfi Şüsut'un “Hacegan Hanedanı"nın kurucusu olarak adını hürmetle andığı Ebu Yakub Hace Yusuf Hemedanî, 1048 tarihinde Hemedan yakınlarında doğmuş,1140 tarihinde Bamyan'da 95 yaşında vefat etmiştir. Hemedanlı Yusuf veya daha yaygın olarak Yusuf Hemedanî ismi ile Türk Tasavvuf tarihinin başlangıcı olan bu değerli şahsiyet, silsile yoluyla kendisinden sonra gelen Nakşibendiyye, Bektaşiyye, Halvetiyye, Bayramiyye ve Yeseviyye tarikatlarının ilham kaynağıdır.
Bennett, Hacegan Hanedanı kitabının çevirisinde, bu grup hakkında şu çarpıcı hükmü vermektedir:
“Nesilden nesle geçen bir bilgeliğe sahip insanlar vardır. Bunlar gizlidir, bugün de aziz varlıklarını sürdürüyorlar. Bunlar normal anlayışta insanlardır. Farklılıkları; durumun gerçeğini görme kapasiteleri, egoizmden kurtuluşları ve birbirleri ile ilişki kurmaları sayesinde, sıkıntılı dönemlerde ortaya çıkmaları, insanlar arasında denge kurmaları, yaşamın akışı sırasında onlara her zaman yeni bir spiritüel güç sağlamaları ve kamuoyunu etkilemeleridir. Yeryüzünün tamamını gözlem altında tutan büyük Hikmet'le her an beraberdirler. Bu hayatın nereden geldiğini bilir ve nereye gideceğini de bilirler."
Bennett'in anlatımı ile XVI. yüzyılın sonuna kadar sürmüş olan “Hacegan Hanedanı" hakkında Batı ülkeleri hiçbir bilgiye sahip değildir. Oysa bu insanların bir başka benzeri şimdiye kadar yeryüzüne gelmemiştir. Belki öncesinde de yoktur.
Tarihe tanık oldu
Bennett İstanbul'da 5 yıl kaldı ve Türkiye'nin yakın tarihinde derin bir iz bıraktı. İstanbul'un uzun tarihinde yaşadığı en karanlık ve en esrarengiz yıllara tanık oldu. Dünya tarihinde eşine az rastlanır bir ömür süren büyük bir imparatorluğun dağılışını ve yerine modern bir cumhuriyetin kuruluşunu gördü. Atatürk'ün Samsun'a gidişinde, heyetin Boğaz'dan çıkış vizesini Bennett imzalamıştı.
Bennett İstanbul'da bulunduğu yıllarda, o sırada çevresindeki bir grup insanla Bolşeviklerden kaçarak Türkiye'ye gelmiş olan ünlü yazar ve kültür adamı George İvanovich Gurdjieff ile tanışmış ve Beyoğlu'nda Kumbaracıbaşı Sokağı'nda oturan Gurdjieff ve arkadaşları ile yakın ilişkiler kurmuştu. Kars'ta 1866'da İstanbullu Rum bir baba ve Ermeni bir anadan doğan Gurdjieff, “hakikat arayıcıları" adını verdiği grubu ile uzun yıllar Asya'da dolaşmış ve yaşlı kıtanın pek çok gizemli yönü ile esrarengiz bağlantılar kurmuştu. Gurdjieff ile tanışması Bennett'in Doğu hayranlığına yeni boyutlar kazandırdı.
Bennett'in tasavvuf okulu
Bennett, Londra'ya döndükten sonra Doğu kültürü ve Türkçe çalışmalarına devam etti. Yaşamının sonuna doğru Londra yakınlarında Sherborne isimli bir şatoda “tasavvuf okulu" kurmuştu. Burada Türkçe dersleri veriyordu. Bu derslerde amaç, ilgilileri Türkçe konuşturmaktan ziyade Türk dilinin sırları üzerinde yoğunlaştırmaktı. Türkçenin kelimelerden çok kavramlar ve imajlarla konuşulan bir dil olduğunu ben ilk defa ondan duymuştum. Bu dilde asıl anlatımın kelimelerde değil satır aralarında olduğunu söylüyordu. Tarih, edebiyat, felsefe ve sanat dersleri veren, yayınları olan Sherborne, Bennett'in daha önce aynı amaçla kurduğu “Coombe Spring" hafta sonu okulunun devamıydı.
Bennett ile ölümünden 2 yıl evvel, 1972 yazında, Üsküdar Sultantepe'de, 50 yıl önce milliyetçileri kovaladığı Özbekler Tekkesi'nde görüştüm. 4 saat süren görüşme sırasında Bennett, Türkiye'nin yakın tarihi ile ilgili, çeşitli siyasi nedenlerle gizli kalmış, gündeme gelmemiş ve resmî düşüncenin donuk çarkları arasında sıkışmış pek çok konuya açıklık getirmişti. Savaş sonrasında hemen hemen hiç konuşmamış, büyük ümitlerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal barış dengesine ve küresel barış idealine aşırı saygı göstermiş, siyasî ve askerî konularda sessiz kalmayı tercih etmişti. Ölümünden az önce gerçekleşen bu söyleşide Bennett, adeta İngiltere ve İngiliz kültürü adına bir “itirafname" bırakmış gibiydi.
Mustafa Kemal'e nasıl vize verdi?
Atatürk'ün Samsun'a gidişinde, heyetin Boğaz'dan çıkış vizesini Bennett imzalamıştı. Bu yüzden, Nezih Uzel'in 1972 yılında Bennett ile görüşme kayıtları, tarihin karanlık bir sayfasına ışık tutan bir belge olması açısında önem arz eder. Bir "itirafname" değerindeki bu konuşma metninin en can alıcı bölümlerinden birini, orijinal konuşma ifadelerine dokunmadan sizlerle paylaşıyoruz.
...
- Daha sonra istihbarat dairesine geçtiğinizde…
- Mustafa Kemal'in seyahatinden daha… Sormadınız…
- Şimdi soracağım, oraya geçiyoruz. Mustafa Kemal'in daha sonra size, İstihbarat şubesine geçtiğiniz zaman, vize için müracaat yapıldığında,
- Ha… Fakat bu o zaman, ben irtibat zabiti iken, o zaman müracaat ettiler.
- Öyle mi oldu?
- Tabii bu, beş-on gün sonra, ben ilk defa Mayıs bidayetinde 1. Mayıs veya 2. Mayıs… 1. Mayıs çünkü o davetli değildi, büyük bir ziyafet vardı o tarafta, Mustafa Kemal davet edilmemişti.
– Galatasaray Lisesi'nde mi?
- Gitmedi değil mi?
- Öyle bir kayıt yok.
- Fakat o zaman, onun, 10-15 gün zarfında onun nasıl diyorlar? Misyon heyet toplayacağı, müfettişlik için ve on gün, Mayıs onunda, on ikisinde bizden şey istemişler değil mi? ruhsatname, permisyon…
- Vize…
- Boğazı geçmek için bir türk zabit o zaman vize lazım geldi.
- Vize talebi olduğu zaman siz onu tanıyordunuz, kim olduğunu?
- Tanıyordum.
- Sultan'a yakınlığını da biliyor muydunuz?
- Biliyordum… Hatta Sultan adamı bir insan, öyle anladık. Padişahın emin olduğu bir adam olduğunu anladık.
- Ayrıca gitmeden önce Padişah Vahdeddin ile görüştüğü söyleniyor…
- Öyle, biliyorum… Herhalde oraya gitti, biliyorum. Evet.
- Vahdeddin gönderiyor onu…
- Padişah Vahdeddin ona çok güveniyordu.
- Siz onun güvenmesinde şüphelenmediniz mi? Acaba bu adam aldatıyor mu onu falan gibi?
- Öyle anlamadım, yok, yalnız heyet büyük olduğu için, üç-dört kişi yerine otuz beş kişi ve büyük zabitan, miralay, mirliva falan, bunlar Erkan-ı Harp'ten, en mühimler gidiyordu, yalnız bir müfettişlik için çok gördüm ben.
- Oradan şüphelendiniz…
- Evet, bunun için benim mesuliyetimin fevkinde gördüm bunların hepsine vize vermek, çünkü bana üç-dört kişi gidecek, vize vereceksiniz, yani talimat, emir verildi. otuz beş kişi ve bunlar hep büyük adamlar. Yani, levazım falan değildir, mülazım değildir. Ben bunun için bütün evrakı, dosyayı aldım. Harbiye mektebi orada, İngiliz kumandanlığı Şişli'de değil mi?
- Şişli'de…
- Evet, oraya gittim, dedim ki: Şöyle şöyle… Üç-dört kişi yerine otuz beş kişi gitmek ister, vizeyi verebilir miyim? onlar telefon ettiler ve cevap geldi ki: Padişah buna itimat eder, siz veriniz…
- Kime telefon ettiler?
- Biz evvela İngiliz Başkomiserliği'ne, o zaman Rumbolt komiserdi, sefir yoktu. Onlar bize cevap verdiler: Mustafa Kemal gitsin ve ne ki lazımsa yapsın. Ben derhal gittim, vizeyi verdim. Vizelere imza ettim ve teslim ettim ve ben anladım ki, orada bir heyecan var, anladım ki yani bir şey var, fakat ben hiçbir şey söylemedim, ben şimdi rahat. Mesuliyet bana ait değildi. Fakat ben biraz, bizimkilerin anlamadığı bir şey vardı, hissettim, çünkü ben bunları tanımaya başladım ve gördüm ki en ileri gelen, en zeki zabitanı seçmiş idi. Bu yalnız bir müfettişlik için, fakat tabii kimse o zaman buradaki Milliyetçilerin bir tanzimat, bir ordu olabileceğine hiç kimse inanmazdı.