Aslına rücu eden gelenek
Hz. Peygamber’e (sav) Allah’tan rahmet ve selam temenni eden, onu medhedip şefaati dilenen, Ehl-i Beyt’ine dua ihtiva eden menbadır salâlar. Mahiyeti unutulmuş çok incelikli bu gelenek 83 yıl sonra İstanbul’una kavuştu…
Ezan aslından tebdil edilir de, salâ ve tekbir edilmez mi? Nitekim belgede göreceğiniz gibi zamanın Diyanet İşleri Reisi Rıfat Börekçi imzasıyla 1933 senesinde camilere gönderilen tamimde “Türkçe ezanın okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât u selam okumanın ahenksiz” olduğu vurgulanmıştı.
Ne var ki, ezan gibi salânın da Türkçeleştirilmesi devrin müezzinleri tarafından hoş karşılanmamış ve artık minarelerden Efendimiz’in övülmesi adeti de terk edilmişti.
Asla rücu
Ezanın aslî haline çevrilişinden sonra Anadolu ve Bosna, Kosova gibi Balkanların muhtelif yerlerinde bu güzel âdet tekrar canlandırıldığı hâlde bu gayret ne hikmetse İstanbul’da bir türlü karşılık bulmamıştı. 1940’lı ve 50’li yıllarda vuku bulan göçleriyle kendi şehirli nüfusunu kaybeden İstanbul’da maalesef köyünden şehre gelen insanımızın bu eksikliği dillendirmemesiyle Cuma salâsı da yok olup gitmişti.
Fakat unutmamalı ki, bu coğrafyada himmet bitmez, aşk bitmez. Her şeyden evvel İmparatorluk payitahtı İstanbul, bu çoraklaşmaya artık müsaade etmez. Nitekim etmedi de. Cuma geceleri okunan sala geçtiğimiz yılın Şubat ayında yeniden camilerimize avdet etti.
Ne demişti Namık Kemal:
Ecdadımızın heybeti maruf-i cihandır
Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.