Anadolu'yu 'Türkiye' yapan sultan Süleymanşah
Kısa ömrüne görkemli fetihler sığdıran Anadolu Fatihi Süleymanşah savaş taktikleri ve idarî stratejileri bir asır sonrasının biz Anadolu mukimlerine çok şey söylüyor.
Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah (ö. 1086) Malazgirt Meydan Muharebesi’nden sonra Türkiye Selçuklu Devleti’ni kuran Selçuklu hükümdarı… Bir yandan Bizans, diğer yandan Ermeniler, Büyük Selçuklu Devleti ve Suriye Selçuklularına karşı mücadele etmek zorundaydı; zira hükümdar ve emirlerin gözü, kademini bastığı bu kıymetli topraklardaydı.
Süleymanşah, Selçukluların atası Selçuk Bey’in en büyük oğlu Arslan Yabgu’nun torunudur. Babası Melik Kutalmış, Tuğrul Bey’in ölümü üzerine çıkan saltanat mücadelesinde Alp Arslan ile savaşmış ve kaybetmişti. Kutalmış’ın bu savaşta öldüğü ve Alp Arslan’ın da onun Mansur, Alp İlik, Devlet ve Süleymanşah adlarındaki oğullarını ele geçirdiği bilinir.
Alp Arslan önce bu çocukları ortadan kaldırmayı düşünmüşse de, Veziri Nizâmülmülk’ün, “öldürmenizin devletinizin zeval bulmasına sebep olup size uğursuzluk getirmesinden korkarım” uyarısı üzerine gözetim altında tutulmalarına karar verilir.
1072 yılında Alp Arslan’ın ölümü üzerine Süleymanşah ve kardeşleri bir fırsatını bularak serbest kaldılar ve Anadolu’ya iltica ettiler. Süleymanşah kendisine katılan Horasan Türkmenleri ile önce Antakya üzerine yürüdü fakat burayı fethedemedi. Sonra Konya’ya gelerek bu şehri Martavkusta’dan, Gavele (Gevele) Kalesi’ni de Romanus Makri’den aldı. Anadolu’da ismini bilemediğimiz pek çok kaleyi ele geçirip hakimiyet kuran kumandan, valilere üstünlük sağlayarak İznik önlerine kadar gelmeyi başardı. Bizans’taki taht mücadelelerini fırsat bilerek Marmara Bölgesi’nde tutunmaya çalıştı. Çok geçmeden de kendisini taht oyunlarının içinde bulacaktı.
7 Ocak 1078 günü kendisini Bizans İmparatoru ilan eden Nikephoros Botaneiates, Süleymanşah’tan yardım istedi. Çünkü imparatorluk iddiasında bulunan Nikephoros Bryennios’a karşı destek kuvvete ihtiyacı vardı. Süleymanşah’ın gönderdiği birliklerle düşmanını bertaraf ettikten sonra 24 Mart’ta İstanbul’a girerek resmen imparator oldu.
Bizans iç karışıklıklarla çalkalanırken Süleymanşah’ın İznik’i fethi (1078) pek zor olmadı. Böylece başkenti İznik olan Anadolu’daki ilk Müslüman-Türk devleti kurulmuş oluyordu. Merkeziyetçi bir politika takip eden Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, Anadolu’da yaşanan bu gelişmelere müdahale gereği duyacaktı elbette.
Süleymanşah’ın başkenti İznik üzerine Emir Porsuk idaresinde bir ordu gönderdi. İznik’i kuşatan bu ordu, Süleymanşah’ın ağabeyi Mansur’u öldürmek dışında herhangi bir sonuç elde edemeyerek geri dönmek zorunda kaldı.
Bizans’ta ise Nikephoros Botaneiates, Süleymanşah’ın desteğiyle imparator olmuştu olmasına ama Aleksios Komnenos’un kızkardeşiyle evli olan Nikephoros Melissenos, çevresine Türklerden pek çok savaşçı gücü ve Türk beylerini toplayarak Botaneiates’e isyan bayrağını çekmekte gecikmeyecekti. Böylece Türkiye Selçukluları kendilerini bir kez daha Bizans taht kavgalarının ortasında bulmuş oluyordu. Nikephoros Melissenos, yaşadığı Kos (İstanköy) Adası’ndan İstanbul’a doğru harekete geçti. Üzerinde mor renkli imparatorluk kıyafeti bulunduğu halde uğradığı Anadolu kentlerinde imparator olarak selamlanıyordu.
Kendisine sağlanan askerî desteğin bir karşılığı olacaktı elbette. Batı Anadolu, Phrygia ve Galatia’nın (Denizli ve Ankara taraflarındaki kent ve kaleler) bütün kentlerini Türklere bıraktı. Önemli bir Bizans kaynağı, bu sıralarda Türklerin Erdek yakınlarındaki Kyzikos (Belkıs) kentini ele geçirdiklerini kesin bir dille kaydetmektedir.
Melissenos yine Süleymanşah’ın desteğiyle İznik’e kadar geldi. Botaneiates durumu öğrenir öğrenmez derhal Hadım Ioannes idaresinde bir orduyu İznik üzerine göndererek şehri kuşattı. Ancak kısa zamanda Selçuklular naralar atarak, dört bir yandan savurdukları oklarla Hadım Ioannes’in birliklerine saldırdılar. Epey zayiat veren Bizans askerî birlikleri için kaçmaktan başka çare kalmamıştı. Bu arada Aleksios Komnenos ve ağabeyi Isaakios Komnenos da imparatorluğun batı yakasında ayaklanmışlar, topladıkları askerler ve bazı Türk birlikleriyle İstanbul’a doğru ilerliyorlardı. Melissenos Üsküdar’a geldiğinde Komnenos kardeşler İstanbul’u sıkıştırıyorlardı. Bunun üzerine Melissenos, Komnenoslara imparatorluğun aralarında bölüşülmesini teklif etti. Buna göre kendisi Anadolu kentlerinin başının, yani imparatorluğun doğudaki toprakların, Aleksios ve Isaakios kardeşlerden biri de batıdaki toprakların imparatoru olacaktı. Ancak Aleksios, eniştesini bir süre oyaladıktan sonra olumsuz cevap verdi. İmparatorluğu elde ettikten sonra da Melissenos’a kayzer rütbesiyle birlikte Selanik şehrinin idaresini verecekti.
Anadolu’ya Türk akını başlıyorBizans’taki bu yeni durumla birlikte Süleymanşah’ın Türkiye Selçuklu Devleti’ni kurması ve başarılı fetihlerde bulunması sonucu 1080 yılında Azerbaycan’dan kalabalık Türk kitleleri sel gibi Anadolu’ya akmaya başladı. Böylece bu topraklarda Türk nüfusu hızla çoğaldı.
Bizans’ta bitip tükenmek bilmeyen siyasî ve ekonomik buhranların meydana getirdiği huzursuzluklar sebebiyle Ermeni, Süryani, Gürcü gibi yerli halklar kısa sürede Süleymanşah’ın yönetimini benimsediler. Büyük arazi sahiplerinin hizmetinde çalışan ve tutsak muamelesi gören köylü sınıfı da mîri toprak rejimiyle Selçuklu yönetiminde hürriyetini elde etti ve toprak sahibi oldu.
Bu arada yeni imparator ile herhangi bir antlaşma ve ittifakta bulunmayan Süleymanşah, beraberindeki Selçuklu kuvvetleri ile kısa sürede İstanbul Boğazı’na kadar olan Anadolu topraklarını ele geçirdi. Artık Bizans ile Selçuklu Türkleri arasında sınır Boğaz sularıydı. Selçuklular biraz çabalasalar gemi tedarik edip Avrupa yakasına geçebilir, hatta İstanbul’u alabilirlerdi.
İmparator Aleksios’un kızı Anna Komnenos’un tuttuğu kayıtlardan anlaşıldığı üzere Süleymanşah İstanbul’un karşı kıyısında, Harem-Salacak-Üsküdar sahilinde oluşturduğu karakollar ve gümrük daireleri ile Boğazdan gelip geçen gemilerden vergi almaya başlamıştı bile. İmparator Aleksios, birkaç gece baskını ile Türkleri Boğazdan uzaklaştırmaya çalıştıysa da başaramadı. Tam da bu sıralarda Balkanları istilaya kalkan Normanlarla Bizans’ın başı dertteydi. İmparator için Balkan cephesi aciliyet kazandığından Süleymanşah ile anlaşmaktan başka çaresi yoktu.
1081 Haziran’ında yapılan Drakon Suyu Antlaşması’na göre Selçuklular Bizans ile olan sınırlarını Drakon adlı dereye kadar geriye çekeceklerdi. (Drakon, kimi tarihçi ve coğrafyacılara göre bugünkü Maltepe’deki Dragos Tepesi’nin bulunduğu yer, kimilerine göre de Kocaeli sınırları içindeki Kırkgeçit Deresi’dir.) Bu antlaşma Bizans’ın Türkiye Selçuklu Devleti’ni ve başındaki Süleymanşah’ın saltanatını tanınması ve her iki devletin 1081’deki sınırının belirlenmesi bakımından önemlidir.
Süleymanşah antlaşma uyarınca İmparator’dan yüklü miktarda para almış, her iki taraf da birbirine askerî yardım sözü vermiştir. Nitekim Süleymanşah’ın 7 bin kişilik bir askerî kuvvetin başında gönderdiği Selçuklu Emiri (Kamyres), Aleksios’un Normanların meşhur lideri Bohemund’a karşı verdiği mücadelede önemli rol oynayacaktır.Antlaşmanın ardından Süleymanşah dikkatini güneye yönelterek önce Ermenilerle, sonra Büyük Selçuklularla mücadeleye girecekti.
Bizans 11. yüzyılın başlarından itibaren Doğu Anadolu’yu işgal ederek buradaki küçük Ermeni krallıklarını kaldırıp Sivas ve Kayseri bölgelerinde iskân ettirmiş; Selçuklu akınları ve fetihleri de Ermeni halkının biraz daha batıya doğru kaymasına neden olmuştu. Yani Ermeniler Fırat kıyıları, Toroslar, Kilikya, Malatya, Maraş ve Urfa gibi bölge ve şehirlerde yoğunlaştılar. Ancak Ermeniler bu yeni ikamet alanlarında pek de rahat edemeyeceklerdi. Bizans’ın Ermenileri göçe zorlaması, daha da önemlisi Ortodoks mezhebine girme konusunda baskı ve işkence yapmaları Ermenileri Rumlara düşman hale getirdi.
Anadolu’nun savunmasına karışmayan Ermeniler, zaman zaman Türkleri kurtarıcı olarak görüp Bizans’a karşı millî ve dinî nefretlerini sürdürdüler. Malazgirt Savaşı’nda da Selçuklular karşısında çarpışmayarak savaş meydanını terk edip Bizans ordusunu ve imparatorunu kaderiyle baş başa bırakmışlardı. İşte Bizans’ın çöküşünü ve Türklerin Bizans karşısındaki başarılarını fırsat bilen Ermeniler, Fırat bölgesinde tutunarak prenslikler kurmuşlar, bu şekilde Türkiye Selçuklularının doğu ve güneydeki Türk-İslam ülkeleriyle bağlantılarını kesmişlerdi.Yeni hedef: KilikyaTürklere karşı Malatya- Antakya hattının savunmasıyla görevlendirilen Ermeni Vali Philaretos, Malazgirt Savaşı’nda ciddi bir mücadelede bulunmayarak Romanos Diogenes’e ihanet etmiş, savaştan sonra da yerine geçen Mikhail Dukas’ın imparatorluğunu tanımayıp bağımsız hareket etmeye başlamıştı.
Mikhail’in büyük karışıklıklar içinde geçen hükümdarlığı sırasında Türklerin Anadolu’daki faaliyetlerinden de faydalanan Philaretos, Kilikya bölgesinin en önemli şehirleri olan Tarsus, Mamistra ve Anazarba (Anazarva)’yı ele geçirdiği gibi kumandanlarından biri de 1077 yılında Urfa’yı (Edessa/Ruha) Bizanslıların elinden aldı.
1078’de Antakya halkı, kendilerini Türklere karşı korur ümidiyle onu buraya davet edip hakimiyeti altına girdiler. Bu sayede Philaretos’un egemenlik sahası Toroslardan Urfa’ya oldukça geniş bir alanı içine alıyordu.
Philaretos, Bizans’ın başına Aleksios’un geçmesi üzerine ona bağlılığını arz ederken, bir yandan da tedbirli davranarak Halep’in Müslüman hâkimi Şerefü’d-devle Müslim’e haraç ödemek suretiyle Müslümanları idare etmeye çalışıyor, Süleymanşah’tan gelebilecek tehlikelere karşı Sultan Melikşah’la iyi ilişkiler kurmaya çabalıyordu.
Tarihler 1082 yılını gösterdiğinde Süleymanşah bu defa Kilikya seferine çıktı. Önce Çukurova bölgesindeki tarihî Tarsus şehrini fethetti. Trablusşam’ın Şii hâkimi Kadı İbn Ammar’a elçi gönderip kendisinden yeni fethedilen şehir için kadı ve hatip talep etmesi, Büyük Selçuklularla arasındaki ailevî ve siyasî rekabet sebebiyle Abbasiler yerine Şii Fâtımîleri tanıdığını gösterir.
1083 yılında aynı bölgede Ermenilere ait olan Adana, Misis (Mamistra, Masisa), Anazarba (Dilekkaya) ve Kilikya’daki diğer şehir ve kasabaları fethederek İznik’e döndü.
Philaretos ertesi yıl Urfa’da kumandan olarak bıraktığı oğlu Barsam (Barsama) ile arası açılınca onu tutuklatarak Antakya Kalesi’ne hapsettirdi. Fakat babasının Urfa’da bulunduğu sırada Antakya Kalesi’nin Müslüman şahnesi İsmail ile babası aleyhine bir ittifak oluşturmak suretiyle hapisten çıkan Barsam, İznik’te bulunan Süleymanşah’la görüşüp Antakya’yı ona teslim etmek istediğini bildirdi.
Süleymanşah en kıymetli kumandanlarından Ebu’l-Kasım’ı İznik’te yerine vekil bırakırken, Anadolu’nun Selçuklulara tâbi bölgelerine ayrı ayrı valiler gönderdi. Bu sırada kumandanlarından bugün Çankırı’da medfun bulunan Karategin Bey de Çankırı, Kastamonu ve Sinop şehirlerini fethetmekteydi.
Süleymanşah Antakya’ya doğru ilerlerken Danişmendli Emiri Gümüştekin Ahmed Gazi, Ermeni Gabriel’in elindeki Malatya’yı sıkıştırıyor, Türk kumandanlarından Emir Buldacı ise Elbistan ve civarını fethediyordu. Görünen o ki, bu iş Türk kumandan ve beyleri tarafından koordineli olarak yapılmıştı. Çünkü bahsi geçen bölge Philaretos’un hâkimiyet sahası içinde yer almaktaydı ve anlaşılan, onun elindeki askerî gücün parçalanması hedeflenmişti.
Süleymanşah, hareketinin duyulmasını önlemek için geceleri yol alıp gündüzleri vadilerde gizlendi. Antakya üzerine yürüdüğü anlaşılmasın diye de adamlarının atlarını ters nallatmış, böylece civardaki casusların gözetim ve denetiminden kurtulmuştu. Anonim Selçuknâme’ye göre askerini gemisiz olarak Fırat Nehri’nden geçirmişti. (Meşhur Bizans tarihçisi Anna Komnene’ye göre 12 gece süren yürüyüşün ardından Antakya’ya varır. Selçuklu tarihinin en önemli kaynaklarından birinin yazarı olan Aksarayî ise 5 günlük yürüyüşten sonra Antakya’ya ulaştığını söyler.)
12 Aralık 1084’te şehre Müslüman şahne İsmail’in yardımıyla gizlice giren Selçuklu kuvvetleri, büyük bir engelle karşılaşmadan Antakya’ya hâkim oldular. Ancak Philaretos’un bazı adamları ve onlara bağlı kuvvetler iç kaleye sığınarak Süleymanşah’ın birliklerine karşı koydular. Bu yüzden iç kale bir aylık kuşatmanın ardından 12 Ocak 1085’te teslim oldu.
Süleymanşah şehri anlaşmayla ele geçirdiğinden halka iyi davrandı, esirleri serbest bırakarak askerinin evlere girmelerini ve Antakya halkının kızlarıyla evlenmelerini yasakladı. Fethin sembolü ve bir İslam şehri haline gelmesinin göstergesi olarak Büyük Mar Cassianus Kilisesi’ni camiye çevirdi; 17 Aralık 1084’te de ilk Cuma namazı kılındı.
Bizans’ın ve Ermeni yönetici Philaretos’un zulmünden usanmış bulunan Ermeniler ve Süryanilerin bu fethe çok sevindiklerini söylemeden geçmek olmaz. Öyle ki, Süleymanşah’tan izin alarak Meryem Ana ve Aziz Cercis adlı kiliseleri yaptırmışlardı. Süleymanşah, şahne İsmail ile iç kaleyi teslim eden kumandanı görevinde bırakmayı tercih etti. Şehrin fethini, çevrede bulunan komşu hükümdar ve beyler ile Melikşah’a gönderdiği fetihnamelerle bildirdi.
300 kişilik bir süvari kuvvetiyle şehri fethetmiş olan Süleymanşah, askerî kuvvetini merkezden çağırdığı diğer birliklerle takviye ederek Ayntâb, Hârim, Dülûk, Tellbâşir, Ra’ban, İskenderun ve Süveydiye’yi (Samandağı) de fethetti.
Philaretos’a gelince… Melikşah’ın huzuruna çıkarak Müslümanlığı kabul etti desek inanır mısınız? Böylece Sultan tarafından kendisine verilen Maraş’a gelerek burada hayatını sürdürdü, 1090 yılından önce de aynı yerde vefat etti.
Halep Emiri Şerefüddevle Müslim b. Kureyş, Antakya’nın eski hâkimi Philaretos’dan 30 bin altın tutarında vergi alıyordu. Niyeti yeni hükümdardan da aynı vergiyi alabilmekti. Süleymanşah’a haber göndererek bu cizyeyi (vergiyi) göndermesini istedi.
Müslüman bir şehir ve o şehrin Müslüman hükümdarından cizye istemek İslam hukukuna aykırıydı. Tabiatıyla Süleymanşah bu teklifi reddetti ve savaş kaçınılmaz bir hal aldı.
Büyük rakipSüleymanşah ile Müslim b. Kureyş 20 Haziran 1085 (24 Safer 478) tarihinde Halep ile Antakya arasındaki Kurzahil mevkiinde karşı karşıya geldiler. Şerefüddevle’nin beraberinde Harput (Elazığ) yakınlarında bir beylik kurmuş olan Çubuk Bey de bulunuyordu. Aslında o, Philaretos’un kurduğu devletin parçalanışı sırasında Harput şehrini ele geçirmiş, sonradan bugünkü Tunceli yöresini de hâkimiyeti altına alarak kudretini artırmıştı.
Kurzahil Savaşı sırasında emrindeki çok sayıda Türkmen’le birlikte Süleymanşah’ın tarafına geçince Şerefüddevle Müslim bozguna uğratılarak ileri gelen 400 adamı ile birlikte öldürüldü. Süleymanşah zaferden sonra Halep’e yürüyüp burayı kuşattı.
Bu sırada Şerefüddevle’nin naaşı Halep kapısı önünde defnedildi.
Süleymanşah’ın Sultan Melikşah’a tâbi Halep Emiri Şerefüddevle ile savaşıp onu öldürmesi, sonra da Halep’i kuşatması sonucu Büyük Selçuklularla karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı.
Halep’te Şerefüddevle tarafından bırakılan vekil Emir Şerif Ebû Ali Hasan, bir taraftan şehri Süleymanşah’a karşı savunurken, diğer taraftan da hem Melikşah’a, hem de Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’a mektup yazarak şehri teslim almak için ya bizzat gelmelerini ya da kurtarmak üzere güçlü bir ordu göndermelerini istedi.
Süleymanşah ise bu sırada şehri kuşatmış, Halep etrafındaki Şeyzer, Kefertâb, Ma’arratü’n-nu‘man ve Kınnesrin kalelerini ele geçirmişti.
Tutuş da Halep’i almak istiyordu. Bu nedenle beraberinde Selçukluların ünlü kumandanı Artuk Bey’le harekete geçerek Halep’e doğru yola çıktı.
Nihayet Melik Tutuş ile Süleymanşah 4 Haziran 1086 (18 Safer 479) günü Halep’e üç mil uzaklıkta yer alan Aynü Seylem mevkiinde savaşa girişti. Başta Süleymanşah’ın yanında yer alan Çubuk Bey, savaş başlayınca yine taraf değiştirdi.
Zorlu bir mücadelenin ardından bu kez mağlup olmuştu Süleymanşah.
Başta veziri Hasan b. Tahir olmak üzere askerlerinin önemli bir kısmı esir oldu. Oğulları Kılıç Arslan ve Kulan Arslan, Melikşah tarafından Isfahan’a götürülerek gözetim altında tutuldu.
Urfalı Matheos, Süleymanşah’ın savaş sırasında Tutuş’un askerleri tarafından öldürüldüğünü söyler. Tutuş’un eline geçmek istemediği için intihar ettiğine dair de bir kayıt vardır.
Melik Tutuş’un zafer sonrasında savaş meydanını adamlarıyla gezerken kana bulanmış bir cesedi göstererek, “Bu, Süleymanşah’ın cesedi” dediği rivayet edilir. Adamları onu nasıl tanıdığını sorunca da, “Ayaklarından tanıdım, çünkü biz Selçukoğullarının ayakları birbirine benzer” cevabını vermiştir.
Melik Tutuş’un Arslan Yabgu ile Mikail’in oğulları arasındaki siyasî mücadeleye temas ederek, “Biz size zulmettik, sizi kendimizden uzaklaştırdık” diyerek ağladığı anlatılır.
Halep’te Şerefüddevle’nin yanına gömülen Süleymanşah, Türkiye’nin temellerini atan hükümdar olarak daha fazla tanınıp yâd edilmeyi her bakımdan hak ediyor.