Adnan Demircan: “Kur’an tarihe hak-batıl mücadelesi ekseninde bakar
İÜ İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Demircan İslam tarih yazıcılığından Kur’an’daki tarih tasavvuruna, mezhepler mücadelesinden din-siyaset-kabile üçgenine uzanan soruları Deri Tarih okurları için cevaplandırdı.
İlim yolculuğunuz nasıl başladı?
1981 yılında Mardin Tarım Meslek Lisesi’nden mezun oldum. Amacım sosyal bilimlere yönelmekti. Tercihimi ilahiyattan yana kullandım. Sınava girdiğim yıl, İmam Hatip Liseleri dışındaki okullardan öğrenci kabul eden iki ilahiyat fakültesi vardı. Biri Ankara Üniversitesi’nde, diğeri Atatürk’te. O dönemde Ankara’da yoğun hava kirliliği olduğundan ve İslami ilimler ismi daha cazip geldiğinden Erzurum’u tercih ettim.
1987’de mezun oldum. İslam hukuku alanında lisansüstü eğitimime devam etmek niyetindeydim. Ancak fakülteyi bitirdiğim yıl, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bu alanda öğrenci almadığı için İslam tarihine yöneldim. Sonradan buna sevindim. Zira tarih bilmeden sosyal bilimler alanında başarılı sonuçlar almanın mümkün olmadığı kanaatindeyim. 1994’te doktorayı bitirdim. 1992-2012 arasında Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde çalıştım.
Aralık 2012’den itibaren de İstanbul Üniversitesi’ndeyim. Anadolu’da uzun süre kalan akademisyenler İstanbul’a yerleşmeye karar vermekte çok zorlanırlar. Her şeyden önce şehrin büyüklüğü ve kalabalığı ürkütür. Dahası Anadolu’da zaman boldur. Ulaşım fazla zaman almadığından yakınlarınızla ve çalışmalarınızla daha çok ilgilenebilirsiniz. Bir de ekonomik boyut var tabii. Anadolu’da geçim daha kolay. En önemli sıkıntı da çalışmaya yeterince zaman ayrılamaması. Bu zorluklarına rağmen İstanbul’u tercih ettim. Daha çok insana ulaşmak için İstanbul’da olmak önemliydi. Bir akademisyen için İstanbul’un bir avantajı da farklı alanlardaki çalışmalara ulaşabilme imkânını sunması.
Şanlıurfa’nın derin izleri
Şanlıurfa akademik kimliğinizde ne tür izler bıraktı?
Şanlıurfa’da 21 yıl çalıştım. Akademik kariyerimin bütün aşamalarında oradaydım. Şanlıurfa tarihî bir ruha sahip. İslam öncesi döneme uzanan bir geçmişi var. Son yıllardaki kazılarda şehrin tarihinin zannedilenden çok daha eskiye dayandığı görüldü. Göbeklitepe’nin kuruluşu MÖ 10 bin yılına tarihlendirilmekte. Güneydoğudaki şehirler adeta açık birer müze hüviyetinde. Şanlıurfa’da iyi bir çalışma ortamım, uzun yıllara dayanan dostluk ve arkadaşlık ilişkilerim vardı.
Tesirinde kaldığınız hocalarınız veya tarihçiler?
Tabir yerindeyse Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma hoca ile gözümüzü açtık. Derslerindeki samimiyet bizi çok etkilerdi. Onun sayesinde tarihe yöneldiğimi söyleyebilirim. Prof. Dr. Ahmet Önkal ile Prof. Dr. Mehmet Ali Kapar ahlâkları ve duruşlarıyla saygı duyduğum, değer verdiğim üstatlarım.
Peki ya kitaplar?
Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı eserini siyer çalışan bütün araştırmacılar okumuşlardır. Gerek ülkemizde, gerekse Arap ülkelerinde ve Batı’da etkili olmuş birçok yazarı takip etmeye çalışıyorum. 2010’da vefat eden Muhammed Abid Cabirî’nin kitapları son yıllarda okuduklarım arasında dikkat çekici olanlardan. İslam dünyasının içine girdiği krizden çıkmasına katkıda bulunabilecek, geleneği ıskalamayan yeni yaklaşımları önemsemek gerektiğini düşünüyorum.
İslam tarihinin zorlukları neler?
İslam tarihi alanındaki en önemli zorluklardan biri, toplumsal algımızın bizi sürekli yönlendirmesi. Geçmişten gelen birikimimiz algımızı şekillendiren temel etkenlerden biri. Öte yandan İslam tarihinin ilk asırlarında Müslümanlar arasındaki siyasî tartışmalar daha sonra dinî bir mahiyet kazanarak tarihle ilgili inşayı geriye dönük olarak etkilemiştir. Bütün bunların farkında olmak zorundayız.
İslam medeniyetinde geçmişe dair anlatılanların erken dönemde kaydına önem verilmesine ve günümüze zengin bir literatür ulaşmış olmasına rağmen ele aldığımız her konuda yeterli malzeme bulduğumuz söylenemez. Mevcut malzemenin çelişkileri de sağlıklı bir şekilde değerlendirmekte zorlayabiliyor bizi. Erken dönemden itibaren arşiv tutma geleneği oluştuğu halde ilk asırlarda tutulan kayıtlar gerek zamanın tahripkâr etkisiyle, gerekse iç ihtilaflar ve dış saldırılar sebebiyle günümüze ulaşmamış. Belgeleri gören bazı yazarlar üzerinden bir kısmı hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Günümüze ulaşan arkeolojik buluntular da oldukça az. Dolayısıyla İslam tarihinin ilk asırlarındaki hadiseler için büyük ölçüde yazılı kaynaklara dayanmak durumundayız.
İslamın temel kaynaklarında bir tarih tasavvuru var mı? Varsa temel ilkeleri nedir?
Kur’an tarihe hak-batıl mücadelesi ekseninde bakar, dersek yanlış olmaz. Kur’an’ın bir tarih kitabı olmadığını, biraz önceki değerlendirmenin bizim ilahî kelamdan çıkardığımız bir tespit olduğunu ifade etmek gerekir.
Allah’ın kitabında insana ait olanın farklılığına da işaret edilir. Allah bizleri tornadan çıkmış standart insanlar olarak yaratmamış; bizi biz yapan farklı özelliklere sahip kılmıştır: “Rabbin dileseydi insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için yarattı” (Hûd, 118-119). Başka bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Eğer Allah dileseydi elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın.” (Mâide, 48). O halde Kur’an’ın tarih tasavvuruna göre hayat, bir sınanma sürecidir.
İslama göre Allah bütün varlığın tek hâkimi. Bu hakikat tarihçinin, insanı tarihte özgür bir aktör olarak görmesine engel mi?
Allah’ın mevcudatın yegâne hâkimi olmasının, insana ait olanın araştırılmasına mani olmadığı kanaatindeyim. Biz, anlamamız mümkün olan beşerî olanı araştırıyoruz. Bu da insanın sorumluluk alanıyla ilgili.
Bunun dışında kalanlar ise tarihçinin künhüne vâkıf olmasının mümkün olmadığı bir alan. Bu sebeple tarihçi, olguların beşeriyete bakan yönünü araştırır, anlamaya ve çözümlemeye gayret eder.
Tarih insanî bir inşa alanı iken neden Kelam veya Fıkıh gibi dinî ilimlerin müdahalesine maruz kaldı? İslam tarihi neden mezheplerin mücadele alanına dönüştü?
Tarih insanî bir inşa alanı olduğu gibi fıkıh ve kelam da öyledir. Zira fıkıh, kelam ve diğer dinî ilimler Allah’ın kitabını anlama serüveninde ortaya çıkan ve gelişen alanlardır. Onlar oluşurken doğdukları ve geliştikleri dönemdeki siyaset veya kültürden bağımsız değillerdi. Meşruiyet arayışı her zaman insanı ikna edici deliller bulmaya itiyor. Bu sebepledir ki, kurumlaşırken bütün dinî akımlar kendilerine dinin yanı sıra tarihten de referanslar bulmaya çalışırlar. Bunu da çoğu zaman şahısları yüceltmek ya da yermek suretiyle yaparlar.
Bu durumda karşılaştığımız problem, tarihin bugünden geriye doğru inşa edilerek kullanılmasıdır. Tarih inşası zamanla mezheplerin bakış açılarına göre şekillenmiş ve farklı tarihler ortaya çıkmıştır. Mesela fitne sürecinde meydana gelen olaylarla ilgili Haricilerin, Şiilerin ve Ehl-i Sünnet’in farklı tasvirleriyle karşılaşıyoruz. Tarihçi, bu tasvirlerin yanlılığı karşısında dikkatli olmak zorunda.
Din-siyaset-kabile üçgeni
Eserleriniz Dört Halife ve Emeviler dönemine yoğunlaşıyor. Niçin?
Doktora tezim Haricilerin doğuşu ve Emeviler dönemi sonuna kadarki faaliyetleriyle ilgiliydi. Haricileri, İslam tarihinin en dikkat çekici gruplarından biri olduğu için çalışmayı tercih ettim. Bu dönemde meydana gelen sosyal ve siyasî olayları anlayabilmek için önceki gelişmeleri bilmek gerektiğini düşündüm.
Bu sebeple çalışmalarımı Cahiliye döneminden başlattım. Dört Halife ile Emeviler dönemindeki gelişmeler sonraki asırlarda meydana gelen fikrî, dinî, siyasî ve ekonomik gelişmeler üzerinde büyük bir etkiye sahip. Denebilir ki, Hz. Peygamber (sav) döneminde temeli atılan İslam medeniyeti bu süreçte kalıcı ve etkili bir gelişme göstermiştir.
Mezheplerin tartıştıkları birçok problem hem siyasî, hem de fikrî açıdan çok hareketli olan bu yıllarda tezahür etti.
Bu dönemin belirleyici dinamikleri hakkında bilgi verebilir misiniz?
Dönemin en önemli dinamikleri elbette din, kabile, siyaset ve ekonomi. İslam tarihinin ilk döneminden itibaren din belirleyici temel unsur. İslam sayesinde Araplar dağınık kabilelerden bir ümmete dönüştüler. Siyaset, Hz. Peygamber’in vefatından sonra İslam toplumunda belirleyici faktör olarak karşımıza çıkar. İktidar mücadelesi birçok olguyu etkiledi. Ayrıca ekonomik ilişkiler, devletten atıyye alma gibi etkenler de önemli.
Ancak Arap toplumunda sosyal, siyasî, dinî, ekonomik ve kültürel yapıyı önemli ölçüde etkileyen unsur kabiledir. Araplar kabile kimliğiyle yaşarlar. Onlarda kişiler, kendi özellikleri ve meziyetleriyle değil, kabile kimliğiyle tanımlanır. Hz. Peygamber döneminde kabilecilik belirleyici olmaktan çıktıysa da hızlı İslamlaşma ile birlikte sonraki yıllarda etkisini yeniden hissettirmiştir. Emeviler döneminde iktidara geliş yöntemi olarak veliahtlık sisteminin benimsenmesi ve iktidarın bir hanedanın mülkü haline getirilmesi, birbirleriyle rekabet eden hanedan mensuplarının bazı kabilelere dayanmaları kabile rekabetinin tekrar tırmanmasına yol açtı. Mesela Kaysi-Kelbi rekabeti ciddi sorunlara sebep olmuştur.
Bu dönemde değişimi belirleyen faktörler neler?
Merkezî otoritenin kendisini kabul ettirmesi, fetihler, buna bağlı olarak göçler, sahip olunan ekonomik güç ve şehirleşme...
Tarihçiler ile siyasetçiler arasındaki ilişki İslam tarih yazıcılığını nasıl etkiledi?
Siyasetçiler, birçok alanı etkileyen, aynı zamanda onlardan etkilenen kişiler. İslam tarih yazıcılığı devlete bağlı bir faaliyet olarak gelişmemişse de siyasetin âlimlere ve yazılanlara tamamen ilgisiz kaldığını düşünemeyiz. Âlimlerin çoğu devletten maaş aldıkları için rivayetlerde siyasetçileri dikkate almış olmaları mümkün. Özellikle devlet ricali tarafından yazdırılan kitaplarda bu daha çok söz konusu olabilir. Abbasi Halifesi Ebu Cafer Mansur tarafından İbn İshak’a bir tarih kitabı yazdırıldığı, ancak kitabı uzun bulan Halife’nin yazara kısalttırdığı ifade edilir.
İslam tarih yazıcılığında muhalefetin de ciddi bir etkiye sahip olduğunu hatırlatmak gerekir. İlk dönemlerden itibaren ciddi bir muhalif tarih yazıcılığı var. Bugün İslam tarihçilerinin en çok kullandığı kaynaklardan Taberî’nin Târîhu’l-Rusül ve’l-Mülûk adlı eserinin Kerbela ile ilgili ana kaynağı, hicrî 157 yılında vefat etmiş olan Ebu Mihnef’in Maktelü’l-Hüseyn adlı kitabıdır. Ebu Mihnef ise Şii bir tarihçi.
Çalışmaların sayısı artıyor
Türkiye’de bu alanda yapılan çalışmaları nasıl buluyorsunuz? Diğer ülkelerle kıyaslandığında ne durumdayız?
1949’da AÜ İlahiyat Fakültesi kurulana kadar İslam tarihi alanındaki akademik çalışmalar oldukça azdı. İhtilal dönemlerinde çalışmaların sayısında düşüşler oldu. Özellikle 28 Şubat sürecinde ciddi bir azalma meydana geldi. Bugün sayıları 100’ü bulan ilahiyat fakülteleri ile edebiyat fakültelerindeki Ortaçağ tarihiyle ilgili bölümlerde yeni çalışma ve yayınlar yapılmakta.
Niteliğine baktığımızda iyi araştırmaların yanında sadece akademik ilerleme amacıyla yapılmış olanlar da var. Batı’da bu sahada ciddi bir birikim olduğunu söylemek gerekir. İslam dünyasında son dönemlerde hem çalışmaların sayısında, hem de niteliğinde gelişmeler mevcut. Ülkemizdeki araştırmaların özellikle metot, kaynakların kullanımı, tahlil ve tenkit açısından iyi yolda olduğunu düşünüyorum.
İslam tarihçiliği son asırda gelişen yeni tarih yorum ve metotlarından faydalanabiliyor mu?
Yeni yönelimlere ilgi artıyor. Bu, hem dünyadaki bilimsel çalışmaların gidişatıyla, hem de çalışılan konu tespitinde sıkıntı yaşanmasıyla alakalı. Sosyal tarih alanında birçok çalışma yapılıyor. Mikro tarihçilik de ilgi duyulan alanlardan.
Dünyada iletişim imkânlarının arttığı bir dönemde çalışmaların nitelik, alan ve metot açısından birbirine yaklaşması kaçınılmaz. Bununla birlikte ülkemizdeki çalışmaların Türkçe olması, Batı ve İslam dünyası tarafından tanınmasını engellemekte. Nitelikli çalışmaların Türkçeye çevrilmesi ve yine Türkçe yazılmış önemli çalışmaların diğer dillere çevrilmesi devletin kültür politikaları arasında yer almalı.
Ufukta yeni kitaplar var mı?
29 Mayıs Üniversitesi’ne bağlı Kur’an Araştırmaları Merkezi’nin bir projesine Hz. Peygamber’in hicretten önceki hayatıyla ilgili bölümü yazıyorum. “Mekke’de İslamlaşma” adını taşıyan bir çalışmam daha var. Tebliğ sürecinin röntgenini çekme hedefiyle yazımına başlanmış bir kitap. 2016’da tamamlanacağını ümit ediyorum. Bu arada Belazuri’nin 13 ciltlik Ensabü’l-Eşraf adlı eseri, editörlüğümdeki bir grup akademisyen tarafından Türkçeye çevriliyor. İnşallah iki yıl içinde raflardaki yerini alacak.
Popüler tarih dergileri ve Derin Tarih hakkında ne düşünüyorsunuz?
Akademide hazırlanan çalışmaların önemli bir kısmı çok dar bir çevreye ulaşıyor. Dolayısıyla bu birikimin dışarıdaki okuyucuya ulaştırılmasında popüler dergiler önemli bir role sahip. Öte yandan bizim gibi akademisyenleri, akademi dışında yazmaya zorladığı da bir gerçek. Derin Tarih’in ilgiyle takip edildiğini ve birçok konuda gündem oluşturduğunu biliyorum.