55 yıl önce de bir Suriye krizi yaşamıştık
Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye'nin Suriye iç siyasetine ilgisinin yeni olmadığını ve uzun bir kara sınırımız olan bu ülkedeki siyasî durumu yakından takip ettiğini görüyoruz.
Suriye ile ilişkilerimizin kötü olduğu bugünlerde en çok merak edilen konu, ilişkilerimizin tarihî süreçte izlediği seyirdir. Türkiye bugün Suriye halkıyla değil, hükümeti ile sorunlar yaşadığını, amacının ise Suriye'nin demokratik bir rejime kavuşmasını sağlamak olduğunu ifade etmektedir. Yakın tarihimize baktığımızda ise Türkiye'nin Suriye iç siyasetine ilgisinin yeni olmadığını ve uzun bir kara sınırımız olan bu ülkedeki siyasî durumu yakından takip ettiğini görüyoruz. Bunun en tipik örneklerinden biri de 1957 yılında Türkiye'yi, bugün olduğu gibi Suriye sınırına asker yığmaya sevk eden bir hadisedir.
Krize doğru
Demokrat Parti iktidara geldiğinde Türkiye, Hatay'ı hâlâ Türk toprağı olarak tanımayan, Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinden büyük rahatsızlık duyan bir Suriye ile karşı karşıyaydı. Bizi asıl Suriye ile karşı karşıya getiren olay, Türkiye'nin kendi güvenliği için büyük önem verdiği ve Ortadoğu'da Sovyet yayılmasını önlemeyi amaçlayan Ortadoğu Komutanlığı Projesi oldu.
Suriye hükümeti diğer Arap ülkeleri gibi bu projeyi Batı kaynaklı olduğu gerekçesiyle şüphe ile karşıladı. Suriye, Pakta katılma meselesini Eylül 1954'te yapılacak seçimlerin sonrasına bırakınca Türkiye, Suriye'nin iç politikasındaki gelişmeleri daha yakından takip etmeye başladı. Seçimlerden Suriye Komünist Partisi ve Baas Partisi'nin güçlenerek çıkması, Şam ile Moskova'nın yakınlaşması, Türkiye'nin Suriye konusundaki rahatsızlığını da artırdı.
Türkiye'nin Suriye'ye yönelik ilgisi kısa sürede bu ülkede rahatsızlık yarattı. Nitekim 1954 yılında Suriye basınında çıkan haberler, 1957 sonbaharında patlak verecek krizin habercisi niteliğindeydi.
El Eyyam gazetesi, 8 Eylül 1954 tarihli haberinde, Kuzey Suriye'de meydana gelen komünist faaliyetlerden Türkiye'nin rahatsızlık duyduğunu, ABD, İngiltere ve Türkiye'nin Suriye'deki komünist faaliyetlerin artmasını bahane ederek ileride Suriye'nin başını ağrıtacağını ve bir tuzağın hazırlanmakta olduğunu iddia ediyordu.
Türkiye-Suriye ilişkilerinde bu gerilim yaşanırken 1955 başında ilişkileri etkileyen yeni gelişme ise Bağdat Paktı oldu. Başbakan Adnan Menderes Arap dünyasında Batı patentli olarak görülen ve büyük tepki ile karşılanan Bağdat Paktı'na Suriye'nin de katılımını sağlamak için Ocak 1955'te Şam'a gitti. Suriye bağımsız olduktan sonra bu ülkeyi ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olan Menderes, Suriye hükümeti tarafından gayet sıcak bir şekilde karşılandı. Ancak aynı sıcaklığı sokakta göremedi ve Şam Büyükelçiliği önünde Türkiye karşıtı gösteriler düzenlendi. Ardından 1955 Mart'ının ilk günlerinde, Suriye'nin Mısır ile Bağdat Paktı'na alternatif bir pakt kurmak istediği ortaya çıktı. Türkiye, bunun üzerine Suriye'ye sert bir nota göndererek, anlaşma imzalanırsa Suriye'ye karşı politikasını gözden geçireceği uyarısında bulundu.
1956 yılının son günlerinde Suriye'de meydana gelen gelişmeler Ankara'da önemli bir gündem maddesiydi. Dışişleri Bakanlığı'na vekâlet eden Etem Menderes, Sovyetler Birliği'nin Suriye'yi silahlandırmasının yarattığı tehlikeye dikkat çekerken, CHP de, Suriye'ye “ülkesindeki Sovyet yığınağına karşı tahammülümüzün bir sınırı olduğunun” soğukkanlık ve ağırbaşlılıkla hatırlatılması gerektiğini söylüyordu. Krizin ortaya çıkışı 1957 yılına gelindiğinde Türkiye-Suriye ilişkileri krize gebeydi. Sovyetler Birliği'nin her geçen gün yakınlaştığı Suriye'yi kullanarak Ürdün'e hakim olmaya çalışması olayların fitilini ateşledi. ABD, Suriye'deki komünistlerin güçlenmesinden ve Ürdün üzerinde kurulan baskıdan rahatsızdı. ABD'nin Eisenhower Doktrini ile Sovyetlerin Ortadoğu'da yayılmasını engelleme girişimi sonuç vermiyordu.
Suriye, Bağdat Paktı'na katılmayı reddettikten sonra Sovyetler Birliği'nden yüksek miktarda askerî ve ekonomik yardım almaya başladı. Bu yakınlaşma 1957'de daha da arttı. Suriye Savunma Bakanı Moskova'ya giderek teknik ve ekonomik işbirliğini içeren bir antlaşma imzaladı. Üstelik Sovyetler, Suriye'ye 2 adet denizaltı, dönemin üstün savaş uçakları olan Mig-17'lerle çok sayıda askerî mühimmat verdi. Ardından Sovyetler Birliği, Suriye'ye toplam 19 proje için 579 milyon dolar gibi büyük bir yardım yapmayı kabul etti
1957 yılı boyunca yaklaşık 30 Sovyet heyeti Şam'ı ziyaret etti. Sovyetler Birliği Suriye'de komünizme yakın grupları desteklemeyi de ihmal etmiyordu. Bu arada Suriye ABD'den her geçen gün daha da uzaklaştı. Suriye ordusuna bağlı kuvvetler Şam'daki ABD Büyükelçiliği'ni kuşattı ve 3 ABD'li diplomatı sınır dışı etti. ABD buna Suriye diplomatlarını sınır dışı ederek cevap verdi. ABD, komünizm hakim olursa, Suriye'deki komünist akımın Ürdün'ü de etkisi altına alarak Ortadoğu'yu etkilemesinden endişe ediyordu.
Suriye sınırına asker yığıyoruz
Sonunda ABD harekete geçme kararı aldı. 21 Ağustos 1957'de Beyaz Saray'da yapılan gizli toplantıda Başkan Eisenhower, Suriye'de durumun kontrol altına alınması için Türkiye ve Irak'ın sınıra asker yığmalarını teşvik etme kararı aldı. İngiltere de biyolojik savaş kadar tehlikeli bulduğu durumu ABD ile görüştü. Ardından Suriye'nin Sovyetler ile yakınlaşması karşısında ne tür önlemler alınabileceğini tartışmak için Ürdün, Irak ve Türkiye 22 Ağustos 1957'de İstanbul'da bir araya geldi. ABD Dışişleri Bakanı'nın Ortadoğu işlerinden sorumlu yardımcısı Loy Henderson da görüşmelere katıldı.
Arap dünyası bu toplantılara büyük tepki gösterdi. Suriye'ye bir askerî müdahale için ABD'nin Türkiye'ye yeşil ışık yaktığı iddiası ortaya atıldı. Ürdün ve Irak gibi ülkeler de Türkiye'nin Suriye sınırına asker yığmasını endişe ile karşıladılar. Onlar Türkiye'nin Suriye'ye müdahale konusunda geri planda olmasını tercih ederken Türkiye meseleyi bir güvenlik sorunu olarak görüyordu. Ancak tüm müdahale söylentilerine rağmen toplantı sonrası Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Melih Esenbel, Amman Büyükelçisi Mahmut Dikerdem'e Türkiye'nin askerî bir harekâta niyetinin olmadığını açıkça söyledi.
Bu görüşmeler sonrası Eisenhower, Suriye'nin komşularına karşı saldırısına asla tolerans gösterilmeyeceğini duyurdu ve bazı askerî tedbirler alarak Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan'a yüklü miktarda askerî yardım yapmaya başladı. ABD'nin tavrı sertleştikçe Türkiye'nin Suriye sınırında sürdürdüğü askerî manevralar da hız kazandı. Bu ise Sovyetler Birliği tarafından Suriye'yi işgal hazırlığı olarak yorumlandı. Dulles, 19 Eylül 1957'de BM Genel Kurulu'nda Türkiye'nin güneyden Suriye, kuzeyden Sovyetler Birliği tarafından sarılarak baskı altında tutulmak istendiğini söyledi.
Bir Sovyet uydusu Suriye
22 Ağustos'ta İstanbul'da yapılan toplantıda Suriye'deki gelişmeler karşısında Arap hükümetlerinin sessiz kalmaması konusunda anlaşma sağlanmasına rağmen bir adım atılamadı. Türkiye bunun üzerine Suriye'ye karşı tek başına harekete geçme ihtimalini değerlendirmeye başladı. Üstelik uzun süreden beri Suriye'den duyulan şüphelerin artık somut dayanakları da vardı. Ankara'ya gelen istihbarat raporları Sovyetler Birliği'nin Kafkasya üzerinden kısmen Türk hava sahasını da kullanarak küçük gruplar halinde Suriye'ye silah nakliyatı yaptığını söylüyordu. ABD bu aşamada Türkiye'ye destek veriyordu; çünkü Suriye içindeki muhalif grupları örgütleyerek Batı yanlısı bir iktidarın iş başına getirilmesi zordu.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Warren, askerî kanatta bazı tereddütler olmakla birlikte Türk hükümetinin Suriye'ye tek taraflı bir müdahalede çok istekli olduğunu Washington'a bildirdi. Ancak Türkiye, Suriye'ye karşı tek başına hareket ederse Arap dünyası bunun ABD'nin teşvik ve yardımı ile yapıldığını düşünecekti. Başbakan Menderes'e göre ABD'nin Ortadoğu politikası Suriye'nin bir Sovyet uydusu haline gelmesini engelleyememişti. Bu şartlar altında Türkiye kendi güvenliği için gerekli tedbirleri almalıydı.
Bulganin'den Menderes'e mektup
Gerginlik Eylül ayında Sovyetler Birliği lideri Bulganin'in Menderes'e gönderdiği mektupla daha da arttı. Mektupta Henderson'un Türkiye seyahatinde Suriye'nin içişlerine müdahale için hazırlık yapıldığı iddia ediliyordu. Bulganin'e göre bu siyasî ortamda Türkiye'nin ne amaçla sınıra asker yığdığını anlamak zor değildi ve bu askerî hareketlilik sona ermez, Suriye'ye karşı bir operasyon yapılırsa bu Türkiye'yi çok zor duruma sokacaktı.
Menderes, bu iddiaları yalanlayarak, Suriye'deki gelişmeleri dikkatle takip ettiklerini, Sovyetler Birliği tarafından depolanan silahların Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiğini belirtti.
ABD ise hem Türkiye'ye destek veriyor, hem de sorumluluk almak istemiyordu. Dulles, 10 Eylül 1957'de Türk Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği mektupta Suriye konusundaki endişelerin paylaşıldığını ancak askerî bir harekâtta bulunmaya niyetleri olmadığını açıkça belirtti.
Mektuptaki bir diğer ayrıntı, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik tepkisini belirlerken ABD'nin sorumluluk almayacağı uyarısıydı. Türkiye, ne ABD'nin, ne de Arap komşularının Suriye'ye karşı askerî bir harekât düzenlemeye yanaşmayacağını böylece anladı. Ancak Türkiye, geri adım atmamakta kararlıydı.
Eylül ayında Suriye sınırına yapılan askerî yığınak biraz daha artırıldı. Önce 33 bin kişilik bir motorize birlik yollandı, kısa süre sonra buna bir zırhlı tugay eklenince 10 Ekim'de asker sayısı 37 bine ulaştı.
Bu hazırlıkların yanı sıra Türkiye'deki Suriye uyrukluların gayrimenkulleri üzerine inşaat yapmaları, ağaç dikmeleri, sahiplenmeleri, alıp satmaları yasaklandı.
“1 gün dahi dayanamaz”
Türkiye ile Suriye arasındaki gerilim kısa sürede ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir güç gösterisine dönüştü. Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Gromiko, 20 Eylül 1957'de BM Genel Kurulu'nda Suriye'yi desteklemek için gereken tedbirleri aldıklarını duyurdu. Ardından Suriye'ye verdiği desteği göstermek için Lazkiye Limanı'na 2 savaş gemisi gönderdi. Diğer yandan, Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Kruşçev bir gazeteye verdiği demeçte, Türkiye'nin bir savaş halinde 1 gün dahi dayanamayacağını iddia ediyordu. ABD'nin Dışişleri Bakanı Dulles, verdiği cevapta Türkiye'nin güvenliğinin NATO'nun güvenliğinin bir parçası olduğu ve Türkiye'ye karşı bir saldırıya verilecek cevabın sadece savunma olmayacağı uyarısında bulundu.
18 Ekim 1957'de ABD'nin 6. filosuna mensup bazı gemiler ve güdümlü füze kruvazörü Canberra, İzmir Limanı'nı ziyaret ederek Türkiye'ye destek verdiğini gösterdi. ABD, Türkiye'nin Suriye'ye karşı tek başına harekete geçmesi durumunda Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'daki prestijini korumak için karşı harekete geçmek zorunda kalacağını anladı. Suriye krizinin büyük bir çatışmanın fitilini ateşlemesi ihtimali vardı. Bu yüzden ABD, Türkiye'nin Suriye sınırındaki askerlerini geri çekmesini sağlamaya çalıştı.
ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerilim devam ederken Suriye, 8 Ekim 1957'de Türkiye'ye bir nota verdi. Türkiye sınır hadiseleri çıkarmakla, Suriye hava sahasına tecavüz etmekle ve sınıra asker yığmakla suçlanıyordu. Türkiye ise bu iddiaları reddetti.
Kriz yumuşuyor
Kriz, Suriye'nin 16 Ekim 1957'de konuyu BM'ye taşımasıyla yumuşama havasına girdi. Sorun BM'de görüşüldüğünde Suudi Arabistan Kralı Suud, krizin çözümü için çalışmalara başlamıştı. İlk önce krizin çıkmasına sebep olan Suriye ile Ürdün arasındaki anlaşmazlığı çözdü. Ancak ilişkilerin normalleşmesi için harcadığı çaba Suriye hükümetinin tavrı nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.
Tam da bu zamanda tarafların tavırlarında hızlı bir yumuşama yaşandı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda Moskova Büyükelçimizin düzenlediği resepsiyona Kruşçev katıldı ve resepsiyonda Ankara ile bir gerilimin olmadığını göstermek için oldukça sıcak davrandı. Diğer yandan BM'deki görüşmelerde Türkiye'yi temsil eden Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Selim Sarper'in, Suriyeli meslektaşı ile yaptığı görüşmeler olumlu sonuç verdi.
Zaten istediğini alması imkânsız görünen Suriye, Kasım 1957'de BM'ye yaptığı şikâyeti geri aldı. Buna karşılık Türkiye de, Kasım 1957'den itibaren sınıra yığdığı askeri geri çekmeye başladı ve ilişkiler yavaş yavaş normalleşmeye başladı.
Krize doğru
Demokrat Parti iktidara geldiğinde Türkiye, Hatay'ı hâlâ Türk toprağı olarak tanımayan, Türkiye-İsrail ekonomik ilişkilerinden büyük rahatsızlık duyan bir Suriye ile karşı karşıyaydı. Bizi asıl Suriye ile karşı karşıya getiren olay, Türkiye'nin kendi güvenliği için büyük önem verdiği ve Ortadoğu'da Sovyet yayılmasını önlemeyi amaçlayan Ortadoğu Komutanlığı Projesi oldu.
Suriye hükümeti diğer Arap ülkeleri gibi bu projeyi Batı kaynaklı olduğu gerekçesiyle şüphe ile karşıladı. Suriye, Pakta katılma meselesini Eylül 1954'te yapılacak seçimlerin sonrasına bırakınca Türkiye, Suriye'nin iç politikasındaki gelişmeleri daha yakından takip etmeye başladı. Seçimlerden Suriye Komünist Partisi ve Baas Partisi'nin güçlenerek çıkması, Şam ile Moskova'nın yakınlaşması, Türkiye'nin Suriye konusundaki rahatsızlığını da artırdı.
Türkiye'nin Suriye'ye yönelik ilgisi kısa sürede bu ülkede rahatsızlık yarattı. Nitekim 1954 yılında Suriye basınında çıkan haberler, 1957 sonbaharında patlak verecek krizin habercisi niteliğindeydi.
El Eyyam gazetesi, 8 Eylül 1954 tarihli haberinde, Kuzey Suriye'de meydana gelen komünist faaliyetlerden Türkiye'nin rahatsızlık duyduğunu, ABD, İngiltere ve Türkiye'nin Suriye'deki komünist faaliyetlerin artmasını bahane ederek ileride Suriye'nin başını ağrıtacağını ve bir tuzağın hazırlanmakta olduğunu iddia ediyordu.
Türkiye-Suriye ilişkilerinde bu gerilim yaşanırken 1955 başında ilişkileri etkileyen yeni gelişme ise Bağdat Paktı oldu. Başbakan Adnan Menderes Arap dünyasında Batı patentli olarak görülen ve büyük tepki ile karşılanan Bağdat Paktı'na Suriye'nin de katılımını sağlamak için Ocak 1955'te Şam'a gitti. Suriye bağımsız olduktan sonra bu ülkeyi ziyaret eden ilk Türk Başbakanı olan Menderes, Suriye hükümeti tarafından gayet sıcak bir şekilde karşılandı. Ancak aynı sıcaklığı sokakta göremedi ve Şam Büyükelçiliği önünde Türkiye karşıtı gösteriler düzenlendi. Ardından 1955 Mart'ının ilk günlerinde, Suriye'nin Mısır ile Bağdat Paktı'na alternatif bir pakt kurmak istediği ortaya çıktı. Türkiye, bunun üzerine Suriye'ye sert bir nota göndererek, anlaşma imzalanırsa Suriye'ye karşı politikasını gözden geçireceği uyarısında bulundu.
1956 yılının son günlerinde Suriye'de meydana gelen gelişmeler Ankara'da önemli bir gündem maddesiydi. Dışişleri Bakanlığı'na vekâlet eden Etem Menderes, Sovyetler Birliği'nin Suriye'yi silahlandırmasının yarattığı tehlikeye dikkat çekerken, CHP de, Suriye'ye “ülkesindeki Sovyet yığınağına karşı tahammülümüzün bir sınırı olduğunun” soğukkanlık ve ağırbaşlılıkla hatırlatılması gerektiğini söylüyordu. Krizin ortaya çıkışı 1957 yılına gelindiğinde Türkiye-Suriye ilişkileri krize gebeydi. Sovyetler Birliği'nin her geçen gün yakınlaştığı Suriye'yi kullanarak Ürdün'e hakim olmaya çalışması olayların fitilini ateşledi. ABD, Suriye'deki komünistlerin güçlenmesinden ve Ürdün üzerinde kurulan baskıdan rahatsızdı. ABD'nin Eisenhower Doktrini ile Sovyetlerin Ortadoğu'da yayılmasını engelleme girişimi sonuç vermiyordu.
Suriye, Bağdat Paktı'na katılmayı reddettikten sonra Sovyetler Birliği'nden yüksek miktarda askerî ve ekonomik yardım almaya başladı. Bu yakınlaşma 1957'de daha da arttı. Suriye Savunma Bakanı Moskova'ya giderek teknik ve ekonomik işbirliğini içeren bir antlaşma imzaladı. Üstelik Sovyetler, Suriye'ye 2 adet denizaltı, dönemin üstün savaş uçakları olan Mig-17'lerle çok sayıda askerî mühimmat verdi. Ardından Sovyetler Birliği, Suriye'ye toplam 19 proje için 579 milyon dolar gibi büyük bir yardım yapmayı kabul etti
1957 yılı boyunca yaklaşık 30 Sovyet heyeti Şam'ı ziyaret etti. Sovyetler Birliği Suriye'de komünizme yakın grupları desteklemeyi de ihmal etmiyordu. Bu arada Suriye ABD'den her geçen gün daha da uzaklaştı. Suriye ordusuna bağlı kuvvetler Şam'daki ABD Büyükelçiliği'ni kuşattı ve 3 ABD'li diplomatı sınır dışı etti. ABD buna Suriye diplomatlarını sınır dışı ederek cevap verdi. ABD, komünizm hakim olursa, Suriye'deki komünist akımın Ürdün'ü de etkisi altına alarak Ortadoğu'yu etkilemesinden endişe ediyordu.
Suriye sınırına asker yığıyoruz
Sonunda ABD harekete geçme kararı aldı. 21 Ağustos 1957'de Beyaz Saray'da yapılan gizli toplantıda Başkan Eisenhower, Suriye'de durumun kontrol altına alınması için Türkiye ve Irak'ın sınıra asker yığmalarını teşvik etme kararı aldı. İngiltere de biyolojik savaş kadar tehlikeli bulduğu durumu ABD ile görüştü. Ardından Suriye'nin Sovyetler ile yakınlaşması karşısında ne tür önlemler alınabileceğini tartışmak için Ürdün, Irak ve Türkiye 22 Ağustos 1957'de İstanbul'da bir araya geldi. ABD Dışişleri Bakanı'nın Ortadoğu işlerinden sorumlu yardımcısı Loy Henderson da görüşmelere katıldı.
Arap dünyası bu toplantılara büyük tepki gösterdi. Suriye'ye bir askerî müdahale için ABD'nin Türkiye'ye yeşil ışık yaktığı iddiası ortaya atıldı. Ürdün ve Irak gibi ülkeler de Türkiye'nin Suriye sınırına asker yığmasını endişe ile karşıladılar. Onlar Türkiye'nin Suriye'ye müdahale konusunda geri planda olmasını tercih ederken Türkiye meseleyi bir güvenlik sorunu olarak görüyordu. Ancak tüm müdahale söylentilerine rağmen toplantı sonrası Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Melih Esenbel, Amman Büyükelçisi Mahmut Dikerdem'e Türkiye'nin askerî bir harekâta niyetinin olmadığını açıkça söyledi.
Bu görüşmeler sonrası Eisenhower, Suriye'nin komşularına karşı saldırısına asla tolerans gösterilmeyeceğini duyurdu ve bazı askerî tedbirler alarak Türkiye, Irak, Ürdün ve Lübnan'a yüklü miktarda askerî yardım yapmaya başladı. ABD'nin tavrı sertleştikçe Türkiye'nin Suriye sınırında sürdürdüğü askerî manevralar da hız kazandı. Bu ise Sovyetler Birliği tarafından Suriye'yi işgal hazırlığı olarak yorumlandı. Dulles, 19 Eylül 1957'de BM Genel Kurulu'nda Türkiye'nin güneyden Suriye, kuzeyden Sovyetler Birliği tarafından sarılarak baskı altında tutulmak istendiğini söyledi.
Bir Sovyet uydusu Suriye
22 Ağustos'ta İstanbul'da yapılan toplantıda Suriye'deki gelişmeler karşısında Arap hükümetlerinin sessiz kalmaması konusunda anlaşma sağlanmasına rağmen bir adım atılamadı. Türkiye bunun üzerine Suriye'ye karşı tek başına harekete geçme ihtimalini değerlendirmeye başladı. Üstelik uzun süreden beri Suriye'den duyulan şüphelerin artık somut dayanakları da vardı. Ankara'ya gelen istihbarat raporları Sovyetler Birliği'nin Kafkasya üzerinden kısmen Türk hava sahasını da kullanarak küçük gruplar halinde Suriye'ye silah nakliyatı yaptığını söylüyordu. ABD bu aşamada Türkiye'ye destek veriyordu; çünkü Suriye içindeki muhalif grupları örgütleyerek Batı yanlısı bir iktidarın iş başına getirilmesi zordu.
ABD'nin Ankara Büyükelçisi Warren, askerî kanatta bazı tereddütler olmakla birlikte Türk hükümetinin Suriye'ye tek taraflı bir müdahalede çok istekli olduğunu Washington'a bildirdi. Ancak Türkiye, Suriye'ye karşı tek başına hareket ederse Arap dünyası bunun ABD'nin teşvik ve yardımı ile yapıldığını düşünecekti. Başbakan Menderes'e göre ABD'nin Ortadoğu politikası Suriye'nin bir Sovyet uydusu haline gelmesini engelleyememişti. Bu şartlar altında Türkiye kendi güvenliği için gerekli tedbirleri almalıydı.
Bulganin'den Menderes'e mektup
Gerginlik Eylül ayında Sovyetler Birliği lideri Bulganin'in Menderes'e gönderdiği mektupla daha da arttı. Mektupta Henderson'un Türkiye seyahatinde Suriye'nin içişlerine müdahale için hazırlık yapıldığı iddia ediliyordu. Bulganin'e göre bu siyasî ortamda Türkiye'nin ne amaçla sınıra asker yığdığını anlamak zor değildi ve bu askerî hareketlilik sona ermez, Suriye'ye karşı bir operasyon yapılırsa bu Türkiye'yi çok zor duruma sokacaktı.
Menderes, bu iddiaları yalanlayarak, Suriye'deki gelişmeleri dikkatle takip ettiklerini, Sovyetler Birliği tarafından depolanan silahların Türkiye'nin güvenliğini tehdit ettiğini belirtti.
ABD ise hem Türkiye'ye destek veriyor, hem de sorumluluk almak istemiyordu. Dulles, 10 Eylül 1957'de Türk Dışişleri Bakanlığı'na gönderdiği mektupta Suriye konusundaki endişelerin paylaşıldığını ancak askerî bir harekâtta bulunmaya niyetleri olmadığını açıkça belirtti.
Mektuptaki bir diğer ayrıntı, Türkiye'nin Suriye'ye yönelik tepkisini belirlerken ABD'nin sorumluluk almayacağı uyarısıydı. Türkiye, ne ABD'nin, ne de Arap komşularının Suriye'ye karşı askerî bir harekât düzenlemeye yanaşmayacağını böylece anladı. Ancak Türkiye, geri adım atmamakta kararlıydı.
Eylül ayında Suriye sınırına yapılan askerî yığınak biraz daha artırıldı. Önce 33 bin kişilik bir motorize birlik yollandı, kısa süre sonra buna bir zırhlı tugay eklenince 10 Ekim'de asker sayısı 37 bine ulaştı.
Bu hazırlıkların yanı sıra Türkiye'deki Suriye uyrukluların gayrimenkulleri üzerine inşaat yapmaları, ağaç dikmeleri, sahiplenmeleri, alıp satmaları yasaklandı.
“1 gün dahi dayanamaz”
Türkiye ile Suriye arasındaki gerilim kısa sürede ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir güç gösterisine dönüştü. Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Gromiko, 20 Eylül 1957'de BM Genel Kurulu'nda Suriye'yi desteklemek için gereken tedbirleri aldıklarını duyurdu. Ardından Suriye'ye verdiği desteği göstermek için Lazkiye Limanı'na 2 savaş gemisi gönderdi. Diğer yandan, Sovyet Komünist Partisi Genel Sekreteri Kruşçev bir gazeteye verdiği demeçte, Türkiye'nin bir savaş halinde 1 gün dahi dayanamayacağını iddia ediyordu. ABD'nin Dışişleri Bakanı Dulles, verdiği cevapta Türkiye'nin güvenliğinin NATO'nun güvenliğinin bir parçası olduğu ve Türkiye'ye karşı bir saldırıya verilecek cevabın sadece savunma olmayacağı uyarısında bulundu.
18 Ekim 1957'de ABD'nin 6. filosuna mensup bazı gemiler ve güdümlü füze kruvazörü Canberra, İzmir Limanı'nı ziyaret ederek Türkiye'ye destek verdiğini gösterdi. ABD, Türkiye'nin Suriye'ye karşı tek başına harekete geçmesi durumunda Sovyetler Birliği'nin Ortadoğu'daki prestijini korumak için karşı harekete geçmek zorunda kalacağını anladı. Suriye krizinin büyük bir çatışmanın fitilini ateşlemesi ihtimali vardı. Bu yüzden ABD, Türkiye'nin Suriye sınırındaki askerlerini geri çekmesini sağlamaya çalıştı.
ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki gerilim devam ederken Suriye, 8 Ekim 1957'de Türkiye'ye bir nota verdi. Türkiye sınır hadiseleri çıkarmakla, Suriye hava sahasına tecavüz etmekle ve sınıra asker yığmakla suçlanıyordu. Türkiye ise bu iddiaları reddetti.
Kriz yumuşuyor
Kriz, Suriye'nin 16 Ekim 1957'de konuyu BM'ye taşımasıyla yumuşama havasına girdi. Sorun BM'de görüşüldüğünde Suudi Arabistan Kralı Suud, krizin çözümü için çalışmalara başlamıştı. İlk önce krizin çıkmasına sebep olan Suriye ile Ürdün arasındaki anlaşmazlığı çözdü. Ancak ilişkilerin normalleşmesi için harcadığı çaba Suriye hükümetinin tavrı nedeniyle başarısızlıkla sonuçlandı.
Tam da bu zamanda tarafların tavırlarında hızlı bir yumuşama yaşandı. 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'nda Moskova Büyükelçimizin düzenlediği resepsiyona Kruşçev katıldı ve resepsiyonda Ankara ile bir gerilimin olmadığını göstermek için oldukça sıcak davrandı. Diğer yandan BM'deki görüşmelerde Türkiye'yi temsil eden Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Selim Sarper'in, Suriyeli meslektaşı ile yaptığı görüşmeler olumlu sonuç verdi.
Zaten istediğini alması imkânsız görünen Suriye, Kasım 1957'de BM'ye yaptığı şikâyeti geri aldı. Buna karşılık Türkiye de, Kasım 1957'den itibaren sınıra yığdığı askeri geri çekmeye başladı ve ilişkiler yavaş yavaş normalleşmeye başladı.