4 Padişahın Göz Bebeği: Mûsıkîsinas
Mustafa İzzet Efendi; II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve V. Murad dönemlerinde hat ve musikî sanatında sahip olduğu haklı şöhret yanında Şehzâdeler hat hocalığı, Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliği, önce Anadolu ve sonra Rumeli Kazaskerliği, padişah imamlığı ve Reîsü'l-Ulemâlık gibi idarî görevler de icra eden çok yönlü bir sanatkâr ve devlet adamıdır.
yüzyıl, Türk makam müziği alanında birbirinden değerli bestekâr ve icracıların yetiştiği, tesirleri günümüze kadar sürmüş renkli ve verimli bir dönemdir. Önce bestekâr-neyzen-şair III. Selim Han'la başlayan ve müzik tarihinde 'III. Selim Ekolü' olarak anılan bu dönem, takip eden yıllarda gerek saray bünyesindeki Enderun-ı Hümâyûn'da (Saray Okulu), gerekse saray dışındaki kurumlarda (örnekle: Mevlevihaneler) yetişerek kendini musikî vadisinde ispat etmiş birçok sanatkârın, oldukça yüksek sayıda nitelikli eserler meydana getirdikleri bir dönemdir. Başta III. Selim, II. Mahmud, I. Abdülmecid ve Sultan Abdülaziz'in dikkatli ve ihtimamlı 'sanat hamilikleri', teşvik ve yönlendirmeleri, özellikle musikî sahasındaki gelişmenin başlıca nedeni olmuştur.
Abdülbaki Nâsır Dede Efendi, Sadullah Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa, Tanbûrî Emin Ağa, Hammamizâde İsmail Dede Efendi, Şakir Ağa, Dellâlzâde İsmail Efendi, Baba Hamparsum (Limoncuyan), Kemânî Hızır Ağa gibi isimlerle belirginleşen bu dönem, Türk musikîsinde yepyeni makam terkiplerinin, bu terkiplerle bestelenen emsalsiz söz ve saz eserlerinin, musikîyi yazıya geçirme yolunda nota yazısı tertip etme çalışmalarının, makam, form, üslup ve usuller bakımından musikîde yenilik oluşturma çabalarının birbirini takip ettiği verimli bir zaman dilimidir. Devrin rakip sanatkârları nüktelere, menkıbelere konu olacak şekilde sanat vadisinde hünerlerini gösteriyor, eser üstüne eser üretiyorlardı.
Devrin hükümdarları ile devlet ricali ise bir taraftan Devlet-i Âliyye'yi her yönü ile modern ve güçlü bir yapıya kavuşturma yolunda çok kere hayatları bahasına- gayret sarf ederken, ilim, irfan, kültür ve sanat vadisinde de bizzat örnek ve önayak oldukları nitelikli ve yüksek kalitede bir sanat hayatını hükümfermâ kılmanın benzersiz numunelerini veriyorlardı.
Giriştiği yenilikçi hareketlerin bedelini kanı ve canı ile ödeyen bestekâr-neyzenşair III. Selim'in trajik biçimde katli, sonraki radikal düzenlemeleri gerçekleştiren hattat-bestekâr II. Mahmud'un kıl payı ölümden kurtularak Osmanlı tahtına çıkışı, bestekâr-piyanist ve lâvta çalar Sultan Abdülaziz'in, esrarını el'an muhafaza eden hazin ölümüne yol açan sosyal ve siyasal çalkantı ve karmaşa içinde her şeye rağmen sanata ve sanatkâra verilen değer ve önem üzerinde dikkatle durmak, düşünmek gerekir. Bu hükümdarların kişisel ve kurumsal olarak devletin başındaki gaileleri mazeret gösterip edip sanat ve sanatkârdan yüz çevirmeyen tutumları yanında, sanatın ve sanatçının korunması ve ilerletilmesinde üstlendikleri etkin roller, her dönemde ibret alınması gereken tarihî birer ders niteliğindedir.
İşte hattat, neyzen, hanende, şair, bestekâr vasıflarıyla çok yönlü bir 19. yüzyıl sanatkârı olarak temayüz eden Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin sanat tarihimizdeki seçkin yeri, öncelikle II. Mahmud'un, sonra oğlu I. Abdülmecid'in ve daha sonra da Abdülaziz Han'ın tevarüs ettikleri değerbilirliklerinin bir neticesi sayılsa sezâdır.
II. Mahmud'u derinden etkiledi
Mustafa İzzet Efendi, böyle bir dönemin başında, 1801 yılında (III. Selim'in saltanatının son yıllarında) Tosya'da doğmuştur. Babası Bostanzâde Mustafa Ağa, annesi ise İstanbul Tophane'deki Kâdirî Âsitânesi'ni kuran Şeyh İsmail Rûmî Hz.(K.S)'nin soyuna mensup bir hanımdır. Babasının ölümü ile küçük yaşta yetim kalan Mustafa İzzet Efendi annesi tarafından, bir akrabasının nezaretinde ilim tahsili maksadı ile İstanbul'a gönderildi. Önce Fatih'teki Baş Kurşunlu Medresesi'nde dinî eğitim gördü ve Arapça öğrendi. Aynı zamanda devrin ünlü bestekârlarından Kömürcüzâde Hafız Efendi'den musikî meşk ediyor, ney üflemeyi öğreniyordu.
18 yaşında iken bir Cuma günü, İzzet Efendi'nin görev yaptığı Bahçekapı'daki Hidâyet Camii'ne gelen caminin banisi Sultan II. Mahmud, genç Mustafa İzzet'in okuduğu câmî na'tinden fevkalade lezzet ederek, efendinin köklü bir musikî tahsili görmesini teminen Enderun-ı Hümâyûn'a alınmasını irade etti. Bunun üzerine İzzet Efendi, önce Enderun'a talebe hazırlayan Galata Sarayı'na, 3 yıl sonra da Topkapı Sarayı'nda bulunan Enderun-ı Hümâyûn'a dahil edildi. 1821'den başlayarak, burada Silâhdar Gazi Ahmed Paşazâde Ali Bey'in nezaretinde Şakir Ağa başta olmak üzere dönemin musikî üstadlarından meşk etti.
Enderun'da sesinin güzelliği dolayısı ile seçkin bir hanende olarak göz dolduran Mustafa İzzet Efendi, ney üflemede de maharet sahibi idi. Bu hususta Letâif-i Vekaayî-i Enderun'daki “...Hattat Mustafa Efendi'nin sadây-ı Dâvûdî edâsı aliyyül-âlâ ve nây-ı nâlânı cümleden bâlâ olduğundan...” ve “ ...silâhdar, ibtidâ nâyının istimâına ikbâl ve ol dahî Acemaşîran makamında bir taksîm edüb her nağmede maharetini ikrar ettirdikte huzûr-u hümâyûnda bulunan bazı ehl-i dil 'Bu kulunuzun çaldığı nây gibi kutb-ı nâyî değil, Çalılı dahî çalamadığı şübhesizdir' dediği, her taraftan tasdik ve çavuş tarîkina girmesi tasdîk olunup birçok ihsan verilerek kilâra çırağ buyurulduğu...” ifadeleri, onun daha Enderun'a girişte nasıl bir kabiliyet seviyesinde olduğunu anlamaya yeterlidir.
Sonraki yıllarda, yine Letâif'te kaydedildiği gibi “Ağâyân-ı hüner mendândan Kilârda nâyzen Mustafa Efendi'nin nây-ı nâlânda nazîri nâdir ve sadâsının dahî emsalsizliği zâhir olduğundan...” sözlerinden anlaşıldığı üzere daha ziyade üstâd bir neyzen olarak temayüz ederek II. Mahmud huzurunda icra olunan fasıllarda yer almaya başladı.
Bu sırada tasavvufa da meyleden Mustafa İzzet Efendi, 1829 yılında hac farizasını eda için padişahtan izin talep etti ve intisap ettiği Nakşî Şeyhi Kayserili Ali Efendi ile Hicaz'a gidip hac farizasını yerine getirdi. Mekke'de tanıştığı Nakşî halifesi Mehmed Can Efendi'nin nezaretinde de tarikat yolundaki ilerlemesini sürdürdü. Hac dönüşünde Mısır'a geçti ve yaklaşık 7 ay süre ile Kahire'de kaldı. Dervişmeşreb tabiatı nedeniyle yeniden saray protokolüne girmek istemeyen Mustafa İzzet Efendi, gizlice geldiği İstanbul'un Mahmutpaşa semtinde satın aldığı bir eve yerleşerek, tamamıyla tasavvuf neş'esine büründü. Yeniden saraya alınmak endişesi ile padişah ve sarayı ziyaretten kaçınan İzzet Efendi'nin II. Mahmud'la yeniden karşılaşması, yine bir cami mekânında oldu.
O günlerde Bayezid Camii'nde görev yapan İzzet Efendi'yi, bir ikindi namazında camiyi ziyarete gelen II. Mahmud, 'kaamet veren' sesinden tanıdı. Burada karşısına Özbek kıyafeti ile çıkan Mustafa İzzet'in Enderun'daki hizmetini terkle bu kıyafete bürünmesi ve hiç saraya uğramıyor oluşu padişahı bir hayli hiddetlendirdi. II. Mahmud kızgınlığını, İzzet Efendi'nin musikî hocası olan ünlü bestekâr ve 'musâhib-i şehriyârî' Kömürcüzâde Hafız Efendi'ye öğrencisini şikayetle dile getirdi. İzzet Efendi'yi bir yolla cezalandırmayı, hatta İstanbul'dan sürmeyi düşünen II. Mahmud'un bu tasavvuruna bir yandan musâhib Said Efendi'nin, diğer yandan Kömürcü Hafız Efendi'nin araya girmeleri mani oldu. Mustafa İzzet Efendi'nin bu durumdan çok müteessir olduğu padişaha iletilince, II. Mahmud “Benim ona dargınlığım yoktur, hüner ve kadrini zayi etmek sevdasındadır, ona canım sıkıldı” diyerek insafa geldi ve huzur-u hümayundaki ilk fasla iştirakini istedi.
O günden başlayarak İzzet Efendi, çeşitli kereler padişah huzurunda fasla iştirakle taksim etti ve atiyye-i seniyye'ye mazhar oldu. Artık Enderun'da vazifeli olmaksızın, 1839'da Sultan Mahmud'un ölümüne kadar huzur fasıllarında yer aldı.
Sanat ve devlet vadisine katkıları
Devrin yeniliğe açık sanat cereyanının bir örneğini teşkil etmek üzere 'Tarz-ı Cedîd' adı ile yeni bir makam terkîb etmiş ve el'an İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde mevcut, kendi el yazısı ile bir güfte mecmuası kaleme almış olan Mustafa İzzet Efendi, sayıları çok olmamakla birlikte sanat değeri yüksek eserler bestelemeye muvaffak olmuştur. Beyâtî, Hüzzâm ve Nevâ makamlarında 3 adet Durak, Hümayun makamında 1 ilâhî ile Tarz-ı Cedîd makamında Hafîf usulünde Peşrev yanında, Bestenigâr faslının şâheserleri arasında yer alan “Gayrıdan bulmaz tesellî”, Evc makamından ünlü “Bir sebeple gücenmişsin sen bana” ve Segâh makamından “Doldur getir ey sâkî-i gül çehre piyâle” gibi ölümsüz eserlerinin yer aldığı, yaklaşık 30'a yakın eser bestelemek suretiyle bu alandaki kudretini ispat etmiştir.
Hâşîm Bey, Rif'at Bey gibi üstadlar meyânında, Bebek'teki yalısında Medenî Aziz Efendi, Behlül Efendi ve Yeniköylü Hasan Efendi'ye de hem hat, hem musikî meşk etmiş olan Mustafa İzzet Efendi, yaşlılık döneminde ney üflemekten feragat etmiş olsa da döneminin hürmet gören üstadı olarak musikî meclislerinde daima itibar ve iltifata mazhar olmuştur.
Âlî Paşa'nın şarkıcısı Hanende Ali Bey, “Mustafa İzzet Efendi, Paşa huzurunda düzenlenen saz meclislerinde çoğunlukla bulunur ve biz genç şarkıcılar yüksek sese çıktığımız zaman Âlî Paşa 'Beyefendiler, hoca efendi hazretlerini dinleyeceğiz!' ikazı ile bizleri hafif sesle söylemeye davet ederdi” sözleriyle üstada gösterilen hürmet ve itibara işaret etmiştir.
Orta boylu, ince, nazik, terbiyeli ve güzel yüzlü olarak tarif olunan Mustafa İzzet Efendi sırasıyla II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve V. Murad dönemlerini gerek hat ve musikî sanatında sahip olduğu haklı şöhret, gerekse uhdesine tevdî olunan “Şehzâdeler Hat hocalığı, Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliği, önce Anadolu ve sonra Rumeli Kazaskerliği, Nakîbüleşrâflık, Eyûb Camii Hatipliği, padişah imamlığı, bir tür devlet bakanlığı hükmündeki Mecâlis-i Âliye Memuriyeti ve en kıdemli kazasker sıfatıyla Reîs'ül- Ulemâlık” rütbe ve sıfatlarını da haiz olarak 15 Kasım 1876'da 75 yaşında olduğu halde hayata veda etti. Hat ve musikî vadisindeki üstün nitelikli eserleri ile ölümsüzlüğe ulaşan hattatneyzen- hanende-şair-bestekâr Mustafa İzzet Efendi'nin na'şı Tophane'deki Kaadirî Âsitânesi haziresinde sırlandı.
Abdülbaki Nâsır Dede Efendi, Sadullah Ağa, Vardakosta Ahmed Ağa, Tanbûrî Emin Ağa, Hammamizâde İsmail Dede Efendi, Şakir Ağa, Dellâlzâde İsmail Efendi, Baba Hamparsum (Limoncuyan), Kemânî Hızır Ağa gibi isimlerle belirginleşen bu dönem, Türk musikîsinde yepyeni makam terkiplerinin, bu terkiplerle bestelenen emsalsiz söz ve saz eserlerinin, musikîyi yazıya geçirme yolunda nota yazısı tertip etme çalışmalarının, makam, form, üslup ve usuller bakımından musikîde yenilik oluşturma çabalarının birbirini takip ettiği verimli bir zaman dilimidir. Devrin rakip sanatkârları nüktelere, menkıbelere konu olacak şekilde sanat vadisinde hünerlerini gösteriyor, eser üstüne eser üretiyorlardı.
Devrin hükümdarları ile devlet ricali ise bir taraftan Devlet-i Âliyye'yi her yönü ile modern ve güçlü bir yapıya kavuşturma yolunda çok kere hayatları bahasına- gayret sarf ederken, ilim, irfan, kültür ve sanat vadisinde de bizzat örnek ve önayak oldukları nitelikli ve yüksek kalitede bir sanat hayatını hükümfermâ kılmanın benzersiz numunelerini veriyorlardı.
Giriştiği yenilikçi hareketlerin bedelini kanı ve canı ile ödeyen bestekâr-neyzenşair III. Selim'in trajik biçimde katli, sonraki radikal düzenlemeleri gerçekleştiren hattat-bestekâr II. Mahmud'un kıl payı ölümden kurtularak Osmanlı tahtına çıkışı, bestekâr-piyanist ve lâvta çalar Sultan Abdülaziz'in, esrarını el'an muhafaza eden hazin ölümüne yol açan sosyal ve siyasal çalkantı ve karmaşa içinde her şeye rağmen sanata ve sanatkâra verilen değer ve önem üzerinde dikkatle durmak, düşünmek gerekir. Bu hükümdarların kişisel ve kurumsal olarak devletin başındaki gaileleri mazeret gösterip edip sanat ve sanatkârdan yüz çevirmeyen tutumları yanında, sanatın ve sanatçının korunması ve ilerletilmesinde üstlendikleri etkin roller, her dönemde ibret alınması gereken tarihî birer ders niteliğindedir.
İşte hattat, neyzen, hanende, şair, bestekâr vasıflarıyla çok yönlü bir 19. yüzyıl sanatkârı olarak temayüz eden Kazasker Mustafa İzzet Efendi'nin sanat tarihimizdeki seçkin yeri, öncelikle II. Mahmud'un, sonra oğlu I. Abdülmecid'in ve daha sonra da Abdülaziz Han'ın tevarüs ettikleri değerbilirliklerinin bir neticesi sayılsa sezâdır.
II. Mahmud'u derinden etkiledi
Mustafa İzzet Efendi, böyle bir dönemin başında, 1801 yılında (III. Selim'in saltanatının son yıllarında) Tosya'da doğmuştur. Babası Bostanzâde Mustafa Ağa, annesi ise İstanbul Tophane'deki Kâdirî Âsitânesi'ni kuran Şeyh İsmail Rûmî Hz.(K.S)'nin soyuna mensup bir hanımdır. Babasının ölümü ile küçük yaşta yetim kalan Mustafa İzzet Efendi annesi tarafından, bir akrabasının nezaretinde ilim tahsili maksadı ile İstanbul'a gönderildi. Önce Fatih'teki Baş Kurşunlu Medresesi'nde dinî eğitim gördü ve Arapça öğrendi. Aynı zamanda devrin ünlü bestekârlarından Kömürcüzâde Hafız Efendi'den musikî meşk ediyor, ney üflemeyi öğreniyordu.
18 yaşında iken bir Cuma günü, İzzet Efendi'nin görev yaptığı Bahçekapı'daki Hidâyet Camii'ne gelen caminin banisi Sultan II. Mahmud, genç Mustafa İzzet'in okuduğu câmî na'tinden fevkalade lezzet ederek, efendinin köklü bir musikî tahsili görmesini teminen Enderun-ı Hümâyûn'a alınmasını irade etti. Bunun üzerine İzzet Efendi, önce Enderun'a talebe hazırlayan Galata Sarayı'na, 3 yıl sonra da Topkapı Sarayı'nda bulunan Enderun-ı Hümâyûn'a dahil edildi. 1821'den başlayarak, burada Silâhdar Gazi Ahmed Paşazâde Ali Bey'in nezaretinde Şakir Ağa başta olmak üzere dönemin musikî üstadlarından meşk etti.
Enderun'da sesinin güzelliği dolayısı ile seçkin bir hanende olarak göz dolduran Mustafa İzzet Efendi, ney üflemede de maharet sahibi idi. Bu hususta Letâif-i Vekaayî-i Enderun'daki “...Hattat Mustafa Efendi'nin sadây-ı Dâvûdî edâsı aliyyül-âlâ ve nây-ı nâlânı cümleden bâlâ olduğundan...” ve “ ...silâhdar, ibtidâ nâyının istimâına ikbâl ve ol dahî Acemaşîran makamında bir taksîm edüb her nağmede maharetini ikrar ettirdikte huzûr-u hümâyûnda bulunan bazı ehl-i dil 'Bu kulunuzun çaldığı nây gibi kutb-ı nâyî değil, Çalılı dahî çalamadığı şübhesizdir' dediği, her taraftan tasdik ve çavuş tarîkina girmesi tasdîk olunup birçok ihsan verilerek kilâra çırağ buyurulduğu...” ifadeleri, onun daha Enderun'a girişte nasıl bir kabiliyet seviyesinde olduğunu anlamaya yeterlidir.
Sonraki yıllarda, yine Letâif'te kaydedildiği gibi “Ağâyân-ı hüner mendândan Kilârda nâyzen Mustafa Efendi'nin nây-ı nâlânda nazîri nâdir ve sadâsının dahî emsalsizliği zâhir olduğundan...” sözlerinden anlaşıldığı üzere daha ziyade üstâd bir neyzen olarak temayüz ederek II. Mahmud huzurunda icra olunan fasıllarda yer almaya başladı.
Bu sırada tasavvufa da meyleden Mustafa İzzet Efendi, 1829 yılında hac farizasını eda için padişahtan izin talep etti ve intisap ettiği Nakşî Şeyhi Kayserili Ali Efendi ile Hicaz'a gidip hac farizasını yerine getirdi. Mekke'de tanıştığı Nakşî halifesi Mehmed Can Efendi'nin nezaretinde de tarikat yolundaki ilerlemesini sürdürdü. Hac dönüşünde Mısır'a geçti ve yaklaşık 7 ay süre ile Kahire'de kaldı. Dervişmeşreb tabiatı nedeniyle yeniden saray protokolüne girmek istemeyen Mustafa İzzet Efendi, gizlice geldiği İstanbul'un Mahmutpaşa semtinde satın aldığı bir eve yerleşerek, tamamıyla tasavvuf neş'esine büründü. Yeniden saraya alınmak endişesi ile padişah ve sarayı ziyaretten kaçınan İzzet Efendi'nin II. Mahmud'la yeniden karşılaşması, yine bir cami mekânında oldu.
O günlerde Bayezid Camii'nde görev yapan İzzet Efendi'yi, bir ikindi namazında camiyi ziyarete gelen II. Mahmud, 'kaamet veren' sesinden tanıdı. Burada karşısına Özbek kıyafeti ile çıkan Mustafa İzzet'in Enderun'daki hizmetini terkle bu kıyafete bürünmesi ve hiç saraya uğramıyor oluşu padişahı bir hayli hiddetlendirdi. II. Mahmud kızgınlığını, İzzet Efendi'nin musikî hocası olan ünlü bestekâr ve 'musâhib-i şehriyârî' Kömürcüzâde Hafız Efendi'ye öğrencisini şikayetle dile getirdi. İzzet Efendi'yi bir yolla cezalandırmayı, hatta İstanbul'dan sürmeyi düşünen II. Mahmud'un bu tasavvuruna bir yandan musâhib Said Efendi'nin, diğer yandan Kömürcü Hafız Efendi'nin araya girmeleri mani oldu. Mustafa İzzet Efendi'nin bu durumdan çok müteessir olduğu padişaha iletilince, II. Mahmud “Benim ona dargınlığım yoktur, hüner ve kadrini zayi etmek sevdasındadır, ona canım sıkıldı” diyerek insafa geldi ve huzur-u hümayundaki ilk fasla iştirakini istedi.
O günden başlayarak İzzet Efendi, çeşitli kereler padişah huzurunda fasla iştirakle taksim etti ve atiyye-i seniyye'ye mazhar oldu. Artık Enderun'da vazifeli olmaksızın, 1839'da Sultan Mahmud'un ölümüne kadar huzur fasıllarında yer aldı.
Sanat ve devlet vadisine katkıları
Devrin yeniliğe açık sanat cereyanının bir örneğini teşkil etmek üzere 'Tarz-ı Cedîd' adı ile yeni bir makam terkîb etmiş ve el'an İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi'nde mevcut, kendi el yazısı ile bir güfte mecmuası kaleme almış olan Mustafa İzzet Efendi, sayıları çok olmamakla birlikte sanat değeri yüksek eserler bestelemeye muvaffak olmuştur. Beyâtî, Hüzzâm ve Nevâ makamlarında 3 adet Durak, Hümayun makamında 1 ilâhî ile Tarz-ı Cedîd makamında Hafîf usulünde Peşrev yanında, Bestenigâr faslının şâheserleri arasında yer alan “Gayrıdan bulmaz tesellî”, Evc makamından ünlü “Bir sebeple gücenmişsin sen bana” ve Segâh makamından “Doldur getir ey sâkî-i gül çehre piyâle” gibi ölümsüz eserlerinin yer aldığı, yaklaşık 30'a yakın eser bestelemek suretiyle bu alandaki kudretini ispat etmiştir.
Hâşîm Bey, Rif'at Bey gibi üstadlar meyânında, Bebek'teki yalısında Medenî Aziz Efendi, Behlül Efendi ve Yeniköylü Hasan Efendi'ye de hem hat, hem musikî meşk etmiş olan Mustafa İzzet Efendi, yaşlılık döneminde ney üflemekten feragat etmiş olsa da döneminin hürmet gören üstadı olarak musikî meclislerinde daima itibar ve iltifata mazhar olmuştur.
Âlî Paşa'nın şarkıcısı Hanende Ali Bey, “Mustafa İzzet Efendi, Paşa huzurunda düzenlenen saz meclislerinde çoğunlukla bulunur ve biz genç şarkıcılar yüksek sese çıktığımız zaman Âlî Paşa 'Beyefendiler, hoca efendi hazretlerini dinleyeceğiz!' ikazı ile bizleri hafif sesle söylemeye davet ederdi” sözleriyle üstada gösterilen hürmet ve itibara işaret etmiştir.
Orta boylu, ince, nazik, terbiyeli ve güzel yüzlü olarak tarif olunan Mustafa İzzet Efendi sırasıyla II. Mahmud, Abdülmecid, Abdülaziz ve V. Murad dönemlerini gerek hat ve musikî sanatında sahip olduğu haklı şöhret, gerekse uhdesine tevdî olunan “Şehzâdeler Hat hocalığı, Meclis-i Vâlây-ı Ahkâm-ı Adliye üyeliği, önce Anadolu ve sonra Rumeli Kazaskerliği, Nakîbüleşrâflık, Eyûb Camii Hatipliği, padişah imamlığı, bir tür devlet bakanlığı hükmündeki Mecâlis-i Âliye Memuriyeti ve en kıdemli kazasker sıfatıyla Reîs'ül- Ulemâlık” rütbe ve sıfatlarını da haiz olarak 15 Kasım 1876'da 75 yaşında olduğu halde hayata veda etti. Hat ve musikî vadisindeki üstün nitelikli eserleri ile ölümsüzlüğe ulaşan hattatneyzen- hanende-şair-bestekâr Mustafa İzzet Efendi'nin na'şı Tophane'deki Kaadirî Âsitânesi haziresinde sırlandı.