31 mart vak’ası neyin kılıfıydı?

Bugünkü takvimle 13 Nisan’a denk gelen 31 Mart isyanı yakın tarihimizin en karmaşık olaylarındandır. Tarihçi Doç. Dr. Necmettin Alkan bu çok boyutlu oyunun iç yüzünü Derin Tarih okurları için ortaya koyuyor.

Hareket Ordusu nasıl oluyorsa, zaten bitmiş olan bir isyanı bastırmak için İstanbul'a yürümüştür.


31 Mart Vak'ası bir kavramla, birkaç nedenle ve bir-iki aktörle izah edilemeyecek kadar karmaşık, bir o kadar da çetrefilli bir meseledir. Hadisenin yerleşik tarih kurgusunun anlatmadığı bambaşka bir boyut ve şekle sahip olduğunu söylememiz gerekir.

Öncelikle altını çizmemiz gerekir ki, bu isyan, II. Meşrutiyet'in ilanıyla başlayan siyasî ve sosyo-psikolojik gelişmelere ve ciddî hayal kırıklıklarına karşı oluşan geniş tabanlı bir tepkinin ürünüdür. Daha açık bir ifadeyle, Abdülhamid'in “mutlakî" yönetimine son vermek ve Meşrutî idareyi yeniden kurmak iddiasıyla yola çıkan Jön Türklerin, iktidara hakim olmak adına giriştikleri faaliyetler, farklı toplum kesimlerinde hayal kırıklıkları ve kırgınlıklar doğurmuş, bunlar da malum isyana zemin hazırlamıştır.

Buradaki asıl sorun, 24 Temmuz 1908'de Abdülhamid'in yaklaşık 30 yıllık mutlakî yönetimine son verilmesi ve ardından hızlı bir şekilde çok başlı “Jön Türkî/İttihadçı mutlakî" bir yönetimin kurulması gayretidir. Nasıl ki Abdülhamid yönetimi kendi karşıtlarını bir şemsiye altında toplayan Jön Türk hareketini doğurmuşsa, aynı şekilde, “Jön Türkî/İttihatçı mutlakî" yönetim de benzer biçimde çok bloklu bir muhalif cephenin ortaya çıkmasına neden olmuştur.

31 Mart Vak'ası'nın patlak vermesinde etkisi veya rolü olan aktörlere bakıldığında, bu cephenin çok farklı kesimlerden oluştuğu görülecektir. Öncelikle bu bloğun taşeronluğunu yapan Avcı Taburlarını zikretmek gerekiyor. Özellikle Meşrutiyetin yeniden ilanından sonra bazı subayların dinî konularda gösterdikleri zaafiyetler ve giriştikleri provokasyonların neden olduğu rahatsızlıklar Avcı Taburlarının sokağa dökülmesine yol açmıştır.

İsyanda rol alan ikinci önemli grup, medrese talebeleridir. Askere alınmalarıyla alakalı hazırlıklar, medrese talebelerinin yönetim karşıtı bloğa geçmelerine yol açar. Böylece hadise dinî bir renk kazanır.

Üçüncü grup ise yeni yönetimin askeriye ve bürokraside başlattığı tasfiye hareketinin mağdurlarıdır. Bunların sayısı, aileleriyle birlikte binlere ulaşır. Böylece o günkü Osmanlı toplumunun temelini oluşturan üç farklı zümre yeni yönetim karşısında muhalif bir cephe oluşturmuşlardı. Bu muhalefet, kesinlikle Meşrutî yönetim ve Kanun-i Esasî karşıtlığı olarak değerlendirilmemelidir. Zira isyan süresince böyle bir söyleme başvurulmadığı gibi, tersine, Meşrutî yönetimden sapıldığı yolunda şikâyetler de dile getirilmiştir.

Bahane miydi? 31 Mart isyanını bastırmak için gelen Hareket Ordusu komutanları Taksim Kışlası önünde. (Çelik Gülersoy, Taksim, İstanbul, 1986. s. 86.)

Kimlerin parmağı vardı?

Meseleyi tam olarak anlayabilmek için ortaya çıkan tepkiyi kontrol altına almak ve yönlendirmek isteyen aktörlerin de tespiti gerekiyor. Bunlar İttihad ve Terakki Cemiyeti, Ahrâr Fırkası ve İngiltere Büyükelçiliği gibi çok önemli aktörlerden oluşur.

İttihad ve Terakki'nin olaylarda parmağı olduğu birçok kaynakta geçer. İddiaya göre, er kıyafeti giydirilmiş bazı subaylar Avcı Taburlarını isyan sırasında sevk ve idare etmişlerdir. Bunların, dolayısıyla Cemiyetin amacı, isyanı bahane ederek başta Sultan II. Abdülhamid olmak üzere gittikçe güçlenen Cemiyet karşıtlarını tasfiye edebilecekleri müsait bir ortamı oluşturmaktı.

İttihad ve Terakki Cemiyeti karşıtlarından eski Sadrazam Kâmil Paşa, Ahrarcı Prens Sabahaddin ve Derviş Vahdeti bu isyana bir şekilde müdahil olan diğer aktörlerdir. Bunların hedefleri, devlet üzerinde gittikçe nüfuzu artan İttihad ve Terakki Cemiyeti'ne darbe vurmak ve mümkünse onu tasfiye etmekti. Bu noktada bir dış faktör olarak İngiltere Büyükelçiliği'nin de olayda parmağının olduğu söylenebilir. İngiltere burada, Prens Sabahaddin grubunu desteklemektedir.

Abdülhamid masumdu

Bu karmaşık denklemde yer almayan bir kişi varsa, o da Sultan II. Abdülhamid'dir (1876-1909). İsyanda da, devamındaki süreçte de hiçbir rol oynamaz; baştan itibaren tarafsız ve pasif bir tavır takınır. Buna rağmen, müsebbibi olmadığı bu isyandan sorumlu tutulur. 27 Nisan 1909 günü tahttan indirilerek hak etmediği bir bedel ödemek zorunda bırakılır. Jön Türkler, isyanla ellerine geçen fırsatı değerlendirerek kadim düşmanları II. Abdülhamid'i tahttan indirmiş ve yeni muhaliflerini tasfiye etmişlerdir.

31 Mart Vak'ası'nda göz ardı edilen diğer bir husus, isyanın fiilî olarak en fazla bir-iki gün sürmüş olmasıdır. Birinci günün gecesinden itibaren âsi askerler kışlalarına çekilmeye başlamışlar, ertesi günse şehirdeki hayat normal akışına dönmüştür. Daha önemlisi, olaylar devam ederken, Meclis-i Mebusân'ın açılmış, resmî oturum ve müzakerelere devam edilmiş olmasıdır. Sonraki günlerde oturumlara katılan mebus sayısı 190'a kadar yükselir. (Oturumların zabıtları resmî gazete olan Takvim-i Vekâyi'den takip edilebilir.) Yani Hareket Ordusu nasıl oluyorsa, zaten bitmiş olan bir isyanı bastırmak, açık bir meclisi açmak ve yürürlükte olan Kânûn-i Esâsî'yi yeniden yürürlüğe koymak için İstanbul'a yürümüştür!

Aslında bütün bu iddialar, gizlenmek istenen nihaî amaç için bahaneden öte bir anlam taşımaz. Daha da önemlisi, Hareket Ordusu'nun bu operasyonu, yürürlükteki Osmanlı hukuk sistemine göre açık bir darbedir. İsyanın arkasındaki asıl güç olan İttihad ve Terakki Cemiyeti ve ona destek verenler, II. Abdülhamid'in tahttan indirilmesi için darbe yapmak istemişler, bunun için de 31 Mart Vak'ası'nı bahane etmişlerdir.


Büyük Dogu’yu kapattıran şiir

Tarihi şuuru canlandıracak Sultan 2. Abdülhamid Sempozyumu başlıyor