Zengin ve fakir ülkeler arasında 100 kat fark var

HABER MASASI
Abone Ol

İslam ülkeleri dünya nüfusunun yüzde 23’ünü, petrol rezervlerinin yüzde 69’unu, doğalgaz rezervlerinin ise yüzde 57’sine sahip. Ancak dünyanın en fakir 48 ülkesinden 21'i de İslam ülkesi. Aynı zamanda İslam Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı da olan TOBB Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, zenginle fakir arasında 100 kat fark olduğunu hatırlatarak, bölgede huzurun sağlanması lazım diyor. Hisarcıklıoğlu’na göre, o da ticaretle mümkün.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) yaklaşık 1 milyon 300 bin işletmenin üye olduğu bir örgüt. Yönetim Kurulu Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da Türkiye’yi TOBB adına hem AB iş dünyasının örgütü Eurochambres yönetiminde, hem Uluslararası Ticaret Odası (ICC) yönetiminde üst düzeylerde temsil ediyor. Bununla beraber İslam Ticaret, Sanayi ve Tarım Odası Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı olarak da görevi var. Haliyle hem dünya, hem Avrupa Birliği, hem de İslam coğrafyası ekonomisine ilişkin; başka kimselerde olmayan bir farklılığı var. Hisarcıklıoğlu bunu, “Ben işadamıyım. Bu örgütler de iş dünyasının küresel ve bölgesel düzeyde temsil edildiği örgütler. Tüm iş dünyası örgütlerinde aslında gündemimiz aynıdır. Biz, yatırım yapacak, üretim yapacak ve ticaret yapacak uygun koşullar isteriz. Tüm iş dünyası örgütlerinde ana gündem maddemiz bunlardır. Ama elbette, her iş dünyası örgütünün kendine özgü işleyiş kuralları var. İş yapma biçimi var. Muhatap olduğu makamlar farklı. Örneğin, ICC küresel düzeyde ticaret, yatırım ve üretim kurallarını takip eder. Eurochambers ise aynı konuları AB kurumları nezdinde takip eder. İslam Ticaret Odası ise, bu defa İslam Ülkeleri hükümetlerine dönük faaliyet gösterir” diye açıklıyor. İslam ülkelerine dair değerlendirmesi ise oldukça düşündürücü. Dünya nüfusunun yüzde 23’üne, petrol rezervlerinin yüzde 69’una ve doğalgaz rezervlerinin de yüzde 57’sine sahip İslam coğrafyası, dünyanın en fakir 48 ülkesinden 21’ini de barındırıyor. TOBB Başkanı, İslam ülkeleri arasındaki farkın 100 kat olduğunu hatırlatıyor ve bölgede huzurun sağlanması için ekonomik işbirlikleri ve ticaret öneriyor.

Eylem planlarının önemi

İsterseniz, 2016 yılı dünya ve Türkiye ekonomisi beklentileriniz ile başlayalım.

Hem iktisadi hem de siyasi olarak dünyada pek çok çalkantının yaşandığı bol virajlı zor bir sene geçireceğiz. Üstelik uluslararası problemler çevremizdeki coğrafyada yoğunlaşmış durumda. Bu da bizi hem doğrudan etkiliyor, ihracat, turizm gibi alanlarda büyümemizi kısıtlıyor, hem de ülkemizin hep bu sorunlarla birlikte anılmasına yol açıyor. Bu da elbette ülkemize yönelik iktisadi kararları olumsuz etkiliyor. Burada kendimizi iyi anlatmamız, algıyı yönetmeniz gerekir. Ülkemize yönelik dünyadaki algıları olumlu yönde değiştirmek mümkün. Türkiye olarak yeni bir büyüme hikâyesi başlatırsak, dünyadaki algıyı olumlu anlamda yönetmiş oluruz. Hükümetin açıklamış olduğu eylem planlarının zamanında hayata geçirilmesi bu noktada çok önemli.

Dünya ekonomisi önümüzdeki beş yılda iyi bir performans göstermeyecek. Yılda ortalama yüzde 2-3 civarında büyümenin olabileceği bir dönemin içindeyiz. Burada Türkiye’nin önünde bir fırsat penceresi açılıyor. Türkiye ekonomisi yüzde 5 ve üzerinde bir büyüme oranını tutturursa, “ortalamanın üzerinde hızla büyüyen ekonomiler” arasına girmiş olacak.

Diğer ülkelerden kendisini pozitif bir biçimde ayırabilecek. Üsttekilere yaklaşacak. Başarı çıtasının bir hayli düştüğü bir dünyada, biraz daha fazla çabayla başarılı bir performans sergilememiz mümkün.

İslam ülkeleri arasında derin farklılıklar var. En az gelişmiş ülkeler sıralandığında, yarısını İslam ülkeleri oluşturuyor. Ticaret, üretim ve dünya ile entegrasyon anlamında İslam ülkelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

57 İslam ülkesi, dünya nüfusunun yüzde 23’ü, petrol rezervlerinin yüzde 69’u, doğalgaz rezervlerinin yüzde 57’sine sahip. Bu ülkeler, dünya ticaret koridorlarının üzerindedir. Ama Dünya üretiminden aldığı pay sadece yüzde 12. Tek başına ABD yüzde 19, Çin yüzde 13 pay alıyor. Dünyanın en fakir 48 ülkesinin 21’i İslam ülkesi. Zenginle fakir arasında 100 kat fark var. Zenginliğimizi artırmanın ve aramızdaki bu gelir farkını azaltmanın tek yolu İslam ülkelerinde ticareti arttırmaktır. Özellikle de birbirimizle yaptığımız ticareti arttırmak. Asırlarca birbirine düşman olan Batı dünyası, birbirlerine yaptıkları ticareti arttırarak birlikte zenginleştiler. Bunun en somut örneği yanı başımızda. AB ülkeleri, dış ticaretinin yüzde 70’ini birbirleri ile yapıyor. Batılı ülkeler şimdi, daha fazla işbirliği kuruyor. ABD, Avrupa Birliği ve Asya-Pasifik ülkeleri ile tek bir ekonomik blok haline gelmek için çalışıyor. Yani zaten zengin olan bu ülkeler, daha fazla zenginleşmek için bir araya geliyor. İslam ülkeleri ise dış ticaretin sadece yüzde 20’sini birbiriyle yapabiliyor. Huzur-ticaret-zenginlik birbirine bağlı. Biri olmadan diğeri de olmaz. Bölgede huzurun sağlanması önemli.

  • Dünyanın en fakir 48 ülkesinden 21'i İslam ülkesi
  • Dünya nüfusunun İslam ülkelerinde yaşayan kısmı: %23

AB, İktisadi dönüşüm sürecinin en önemli çıpası

TOBB başkanlığına seçildiğiniz zamandan bu yana; Avrupa Birliği ile yaşanan pek çok sorunun çözüm odağında yer aldınız. Bu saha özel uzmanlık alanınız gibi... Vize sorunu çözülme aşamasında... Kotalar hep sorun. Son gelişmelerle beraber AB için kısa bir değerlendirme yapmanızı istesek neler söylersiniz?

AB üyelik süreci, Türkiye’nin siyasi ve iktisadi dönüşüm sürecinin en önemli çıpası oldu. Türkiye’nin hızlı reform sürecinde daima motivasyon ve referans kaynağı oldu. Elbette çok boyutu olan ve 1960’ların başına kadar giden ortaklık ilişkisinde sorunlu alanlar da var. Bizim ortaklığımız sağlamdır. Dolayısıyla, bu ortaklık, görüş farklılıklarımıza çözüm bulmamıza da imkan sağlıyor. Elbette, vize, taşıma kotaları ve serbest ticaret anlaşmalarından kaynaklanan sorunlarımız var. Ama, bu sorunların çözümü için de ciddi bir hazırlık var. Sorunların ve görüş farklılıklarının varlığı, müzakereleri ve diyaloğu daha da önemli hale getiriyor. Bu açıdan, son dönemde mülteci sorununun da kattığı ivme ile ilişkilerde canlanma yaşanmaya başladı.

Kısaca, Türkiye-AB katılım sürecine sahip çıkmalıyız. Sorunlar, katılım süreci içinde mutlaka çözüme kavuşturuluyor. Birliğe yeni katılan ülkelerin durumunu incelerseniz, bu söylediklerim daha da anlam kazanacaktır.

ISTAC, milli değil bölgesel tahkim merkezi olabilir

İş dünyası olarak uzayan davalardan da çok şikayetiniz vardı.

Hâlâ var. Öncelikle şunu belirtmeliyim. Mahkemelerimiz, hâkimlerimiz, her gün artan, büyük bir iş yükü ile karşı karşıya. Yargıdaki en önemli sorun iş yükü. Çünkü davaların görülme sürelerini uzatıyor. Öte yandan dava incelemelerinde kalite düşüyor. Vatandaşın adalete erişimini zorlaştırıyor. Adaletin zamanında ve doğru tecelli etmesine de büyük bir engel oluşturuyor. İnsanların adalet sistemine olan güvenini de olumsuz etkiliyor.

Avrupa ülkelerinde bir hâkim yılda ortalama 200 dosyaya bakıyor. Ülkemizdeki bir hâkim yılda ortalama 800 dosyaya bakmak durumunda. Mahkemelere her sene 6 milyondan fazla dosya geliyor. Bunların ancak üçte ikisi o sene karara bağlanıyor. 2 milyon dosya ertesi seneye kalıyor. İş davalarının mahkemeye gelişiyle karar verilmesi arasında geçen süre son 5 senede, 200 günden 450 güne çıktı. Bazı mahkemeler duruşma tarihlerini 6 ay sonrasına bırakıyor.

Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre ticaret mahkemelerinde bir dava ortalama 231 gün, iş mahkemelerinde 417 gün, fikri ve sinai haklarda ise 377 gün sürüyor. Bu kadar uzun süren yargılamadan da herkes zarar görüyor.

Çözüm öneriniz nedir?

Daha hızlı karar alınması için alternatif çözüm yollarına ağırlık verilmeli. Yargıya gitmeden uyuşmazlıkların çözümünü sağlayan yeni mekanizmalar kullanmalıyız. Mesela İngiltere'deki ticari uyuşmazlıkların yüzde 98'i, alternatif çözüm yöntemleriyle çözümleniyor. Dosyaların sadece yüzde 2'si mahkemelere geliyor. En az bir sene sürecek bir mahkeme hükmü, tahkim veya arabuluculuk sistemiyle bir ayda elde edilebiliyor. Dolayısıyla bu sistemi geliştirip, yaygınlaştırmamız lazım. Belli bir tutarın altındaki ticari davalarda tahkimi ve bireysel davalarda arabuluculuk sistemini zorunlu hale getirmeliyiz. Bugün gelişmiş ekonomilerde ticari uyuşmazlıkların yüzde 75’i tahkim gibi alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemleri ile adli yargı dışında çözümlenmektedir.

TOBB’un da kurucuları arasında olduğu İstanbul Tahkim Merkezi çözüm olacak mı?

Türkiye, yakın zamanda bölgenin en çok tercih edilir tahkim üssü haline gelecektir. Bu hedefe ulaşabilmek için, İstanbul Tahkim Merkezi’nin (ISTAC) kurulmasını sağladık. İstanbul’da kurulmuş olan bu Tahkim Merkezi, coğrafi, ekonomik, bölgesel ve kültürel açıdan birçok avantaja sahip olacaktır. Ülkemizde alternatif uyuşmazlık yöntemlerinin kullanımı arttıkça, İstanbul bu coğrafyada uyuşmazlık çözüm merkezi haline gelecek.

Dünya genelinde uluslararası tahkim davalarının ticaret ve finans alanında yoğunlaşması, gelecekte İstanbul Tahkim Merkezi’nin hitap edeceği en geniş kesimin iş dünyası olacağını da ortaya koyuyor. Bu önemli kuruluşun başkanlığını TOBB delegesi olarak yönetime giren Prof. Dr. Ziya Akıncı yürütüyor. Prof. Dr. Ziya Akıncı çok deneyimli ve bu konuda uzman, uluslararası saygınlığı olan bir insan. Dünyadaki örneklere de baktığımızda, tahkimin güçlenmesi için kamunun da burada yer alması gerektiğini görüyoruz.

Gelişmiş ülkelerde kamu idaresi ve kurumları da tahkimi kullandığından, bu sistem oralarda hızla gelişti. Bizim de beklentimiz, kamu işlerinde tahkim maddesine yer verilmesi, yabancı değil İstanbul tahkiminin sözleşmelere konmasıdır. Böylece ISTAC sadece milli değil, bölgesel bir tahkim merkezi haline gelecektir.