Varoluşsal düşünceler ve tehditler

HABER MASASI
Abone Ol

Ağustos ayının başlarında, Güneydoğu Asya ülkesi Kamboçya’da gerilla savaşıyla iktidarı ele geçirerek 1975-79 arasında ülkeyi yöneten Maocu radikal komünist hareket Kızıl Khmerler’in ikinci adamı Nuon Chea 93 yaşında hayatını kaybetti.

Nuon Chea, Kızıl Khmerler teşkilatının kurucusu ve 1976 ilâ 1979 yıllarında Kamboçya Başbakanı olan Pol Pot’un ardından gelen ikinci lider ve 1975-1979 yılları arasında yaklaşık 2 milyon Kamboçyalının açlıktan ve zorunlu çalışmadan ölümüne sebep olan ultra-Maocu grubun ideolojik beyni idi.

Nihayet 2007’de Kamboçya’da Nuon Chea’yı ve teşkilatın diğer üyelerini Vietnamlılara ve Cham Müslüman azınlık grubuna karşı soykırım suçundan mahkûm eden BM destekli bir mahkeme kuruldu. Tıpkı 1994’de Ruanda’da 800 bin Tutsi’nin öldüğü 100 gün süren katliam, 1990’larda Bosna’daki ölüm tarlaları veya diğer pek çok kitle imha girişimleri gibi, Pol Pot’un zulmü, dünyanın özellikle İkinci Dünya Savaşı ve Holokost gibi büyük trajedilere sahne olması sonrasında gerçekleşti.

Katliamlara “dur” demek için sözde güç kazanan uluslararası toplum, savaş sonrası uluslararası düzenin çerçevesini çizerek 1945’te Birleşmiş Milletler Örgütü’nü kurdu. 1948’de, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Söz konusu beyanname bağlayıcı olmamasına rağmen, önsözü ve 30 maddesi, evrensel korunma hakkını detaylarıyla ilk kez ortaya koydu. Tüm bu gelişmeler, henüz ortaya çıkmakta olan bir Soğuk Savaş zemininde gerçekleşti. Öte yandan, Naziler ve Japon liderler tarafından savaş sırasında işlenen zulümler karşılıksız kalmamalıydı. Sonuç olarak, 1945-46’da yapılan Nürnberg duruşmalarında önemli pek çok Nazi isim ölüm cezasına çarptırıldı. Aynı zamanda, 1946-48 yılları arasında yapılan Tokyo duruşmalarında 28 Japon askeri ve hükümet görevlisi savaş sırasında savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle yargılandı.

Adaletin yerini bulması gerekiyordu. Savaş suçları ve insanlık suçları karşılıksız kalmamalıydı. İtalyan bir Yahudi olan ve Auschwitz toplama kampından sağ çıkan Primo Levi, toplama kampında yaşadığı insanlık dışı durumla ve kamptaki Yahudilerin çoğu gaz odalarında, açlıktan ya da tükenmişlik nedeniyle ölürken kendisinin karşı konulmaz zorluklara rağmen hayatta kaldığı gerçeğiyle başa çıkmaya çalıştı. Auschwitz’e götürülen 650 erkek, kadın ve çocuktan yalnızca Levi ve diğer 20 kişi geri dönebildi.

Hayatta kalan Levi ne kendisi ne de dünya bir insanın başka bir insanı yok edebilme kapasitesini unutmasın diye yaşadıklarını yazıyordu. 1947’de, “Bunlar da mı insan?” adlı ilk hatırasını yayınladı. Etkili sözleri ve güçlü diliyle kötülüğün ne olduğunu dünyaya gösterdi. Kitabın başında yer alan “Shema” adlı şiir bir gün hepimizin mağdur olabileceğini ve ırk, din veya milliyetimiz nedeniyle benzer koşullara maruz kalabileceğimiz için başkalarının acısına göz yumamayacağımızı anlatıyor.

Şiirin vermek istediği mesaj ulusların her zaman uyanık olması ve başkalarına saygı duymak ve saygı görmenin hafife alınmaması gerektiğidir. Her gün karşı karşıya kaldığımız varoluşsal tehditleri görmezden gelemeyiz. Bu sorunu çoğumuzun yok edilmekle tehdit edilmediği ve geceleri rahatça uyuyabildiğimiz bir zamanda neden gündeme getirdiğimi sorabilirsiniz.

Bizleri kozamızdan çıkmaya ve yaklaşmakta olan felaketi önlemek için yerel ve küresel çapta sorumluluk almaya zorlayan iklim değişikliği tehdidi gibi varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu söylemeliyim. Amazon yanıyor. Kuzey Kutbu’nun bazı kısımları yanıyor. Buzullar eriyor. Deniz seviyesi yükseliyor. Gezegenin çoğu yerinde fırtına, orman yangını, kuraklık ve su baskınları artıyor. Dünya aşırı ısınıyor. Ancak birçoğu dünyanın yakında ortaya çıkacak korkutucu gerçekliği ile yüzleşmek ve bununla başa çıkmaktan daha kolay olduğu için bu durumu inkâr etmeyi tercih ediyor. Bu, yaşam tarzımızı eski halinden çıkarıp, sürdürülebilir kalkınma ilkelerinin uygulandığı bir tarza yöneltme ve hepimizin sorumluluk üstlenmesi gerektiği anlamına geliyor. Peki kendimizi ve toplumumuzu koruma çağrısına kulak verecek miyiz? Bizleri kendisinin ve Yahudilerin katlandığı dehşetlerin tekrarlanabileceği gerçeğine uyandırmak için hatıralarını kaleme alan Levi, dayanamayıp 1987’de kendi canına kıydı. Bunu bizler yapabilir miyiz? İşte bütün mesele bu. Çünkü kendi varlığımız tehlikede.