Ukrayna’da dünyayı değiştiren savaş
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in emriyle 24 Şubat’ta komşusu Ukrayna’yı işgal harekatına başlayan Rus ordusu, geride kalan bir ayı aşkın zamanda, askeri anlamda stratejik hedeflerinin hiçbirine ulaşamazken, küresel jeopolitik denklemde birçok taşın yerinden oynamasına sebep oldu.
Ukrayna’nın olası NATO üyeliği, ülke içinde Rus azınlığın haklarını ve “neonazi yapılar” bahanesiyle işgali meşrulaştırmaya çalışan Putin yönetimi günün sonunda, 2. Dünya Savaşından sonra ilk kez bir devletlerarası savaşı Avrupa’ya taşırken, yine Avrupa’da son 70 yıldaki en büyük mülteci krizini ve insani dramı da meydana getirmiş oldu. Bu yazı kaleme alındığında, 3,8 milyon Ukraynalı, başta Polonya olmak üzere komşu ülkelere sığınmak zorunda kalırken, milyonlarcası da Ukrayna içinde yerinden oldu.
Sistemi temelinden sarstı
- Rusya’nın çabuk zafer planları, savaşın başlamasından birkaç gün sonra suya düşerken, ABD ve Batılı ülkelerden silah desteği alan Ukrayna ordusunun disiplinli, planlı ve sert direnişi karşısında Rus ordusunun beklenmedik kayıplara uğraması sonucunu doğurdu.
Elbette, Rusya’nın 1994 Budapeşte Memorandumu ile egemenliğini ve bağımsızlığını kabul ettiği bir ülkeye, sudan bahanelerle işgale yeltenmesi ve yönetim değişikliğine girişmesi, başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada önemli etkiler oluşturdu. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekatı, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan uluslararası sistem ve uluslararası hukuku temelinden tehdit eden nitekliklere sahip olması ve bir başka süper güç Çin’in, Moskova’nın bu girişimine destek minvalinde düşünülebilecek açıklama ve eylemleri, Atlantik kıyılarından Pasifik Okyanusuna kadar birçok ülkenin, yeni bir jeopolitik gerçeklikle karşı karşıya olduğu düşüncesini ortaya çıkardı. Bu noktada, 77 yıl sonra savaşı kapısında hisseden Avrupa’da sadece birkaç haftada önemli değişimlerin yaşandığı görüldü.
Yeniden silahlanan Avrupa
Savaş başlamadan birkaç gün önce, Ukrayna’ya beş bin miğfer teklifi küresel çapta eleştirilere sebep olan Almanya, Rus askeri harekatının başlamasından yalnızca birkaç gün sonra, 100 milyar euroluk savunma bütçesi ve onlarca ABD yapımı F-35 5. Nesil savaş uçağı alacağını ilan etmesiyle, 2. Dünya Savaşından itibaren devam ettirdiği pasifizm politikasını adeta çöpe attı. Almanya’nın savunma bütçesini, NATO standartlarına çıkaracağını açıklamasının ardından, İsveç ve Finlandiya gibi tarafsız politika yürüten ülkelerin de hem ABD ve NATO ile işbirliğini artırma kararı aldıkları hem de Rusya’ya karşı silahlanma kararı aldıkları görüldü. Avrupa’da esas kırılmanın ise Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinde yaşandığını söylemek mümkün.
- Rusya’nın Ukrayna’yı işgalini, “Sıra bize de gelecek” diye yorumlayan, Polonya, Slovenya, Litvanya, Letonya ve Estonya gibi ülkeler, topraklarını NATO unsurlarına sonuna kadar açarken diğer taraftan savunma bütçelerini artırma ve ordularını güçlendirme yoluna gittiler.
ABD ve Batılı savunma sanayi şirketlerinin hisselerinde savaşın başlamasıyla yaşanan artış da, dünyanın yeni bir silahlanma dönemine girdiğinin göstergesi oldu.
NATO'nun yeniden doğuşu
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekatı, yakın zamana kadar varlık sebebi tartışılan ve kendisine bir yön belirlemeye çalışan Kuzey Atlantik İttifakı’nın (NATO) deyim yerindeyse yeniden doğuşuna da sebep oldu. Rusya lideri Putin’in hiçbir meşru nedene dayanmayan askeri politikasının Avrupa’da oluşturduğu güvenlik endişeleri, başta “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Fransa olmak üzere 30 üye ülkenin Savunma İttifakı’na olan güven ve bağlılığını pekiştirmekle sonuçlandı. Uzun zamandır tartışılan ve ABD’nin Afganistan’dan çekilme sürecinden iyice görünürlük kazanan, Atlantik’in iki yakasındaki ayrışma, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile tamamen rafa kalktı. Washington ve Avrupalı İttifak üyeleri, birkez daha Moskova’ya karşı biraraya gelerek, başta ekonomik yaptırımlar olmak üzere, askeri önlemler alınmasında ortak hareket ettiler. 24 Mart tarihinde Brüksel’de yapılan NATO Liderler Zirvesi, NATO’nun belki de Soğuk Savaş’ın bitiminin ardından düzenlediği en kritik toplantı olarak kayıtlara geçti. Brüksel Zirvesi adeta NATO’nun ayağa kalktığının göstergesi oldu.
Enerji politikalarında değişim
Enerji zengini ve ihracatçısı Rusya’nın, elindeki bu gücü siyasi bir silah olarak da kullandığının görülmesi, Rus doğal gazı ve petrolüne derinden bağımlı Avrupa’nın enerji politikalarını yeniden ele alması sonucunu doğurdu. Savaşın ilk haftalarında 11 milyar dolarlık Kuzey Akım-2 petrol boru hattı dondurucuya kaldırılırken, Almanya, yeşil mutabakat gündemine zarar vermeyecek şekilde, doğal gaz, kömür ve diğer alternatif enerji seçeneklerini gündeme alacağını, Rusya’ya olan aşırı bağımlılığı azaltma yoluna gideceğini belirtti. Fransa ve Belçika gibi ülkeler de nükleer enerjiye yönelik planlarında değişikliğe giderek, daha fazla yatırım yapılması ve eldeki mevcut kaynakların değerlendirilmesi yoluna da gidilmesine sebep oldu. Avrupa’nın enerji ihtiyacını çeşitlendirmesi amacıyla, başta ABD ve Katar LNG’si olmak üzere, Kuzey Afrika, Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’daki doğal gaz kaynaklarının öne çıktığı görülmekte.
Önümüzdeki haftalarda Avrupa’ya ulaşacak yeni alternatif projelerin açıklandığı görülebilir.
Tek kuşak tek yol'un geleceği
Rusya lideri Putin’in, 24 Şubat’ta Ukrayna’ya saldırı emri vermeden önce ziyaret ettiği son ülke Çin’di. Pekin’de Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile bir araya gelen Rus liderin ziyareti sırasında, iki ülke arasında ittifak diye nitelenen bir belgeye de imzalar atıldı. Bu gelişmenin, Batı’ya karşı Moskova-Pekin ortaklığı diye nitelendirilmesinden kısa süre sonra Rus ordusu Ukrayna topraklarına girdi. Pekin’in, tüm dünyanın tepki gösterdiği işgal girişimine karşı da Moskova’yı eleştirmek konusunda pek istekli davranmaması, benzer bir girişimi Tayvan’da Çin de yapabilir mi endişesine sebep oldu. Aradan geçen bir aydan fazla zaman zarfında, Pekin yönetiminden Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline karşı dişe dokunur bir eleştirinin gelmemesi, Çin’e komşu ülkelerde de tıpkı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir güvenlik endişesinin ve Çin’in ekonomik gelişiminin ardındaki niyetlere karşı soru işaretlerinin doğmasına sebep olabilir. Çin’in uluslararası sisteme yönelik niyetlerinde ikircikli yaklaşımı, özellikle Tek Yol Tek Kuşak projesinin geleceğini tehdit eder noktaya ulaşabilir.
Diplomasinin yeni merkezi Türkiye
Rusya-Ukrayna savaşı, Türkiye’nin son 20 yılda adım adım geliştirdiği barış ve istikrar odaklı diplomasinin küresel gelişmelerin merkezine yerleşmesi sonucunu doğurdu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, uluslararası alanda tecrübeye sahip birkaç liderden biri olarak, krizin ilk günlerinden itibaren aktif bir diplomasi yürüttü. Başta Avrupa olmak üzere, Afrika, Orta Doğu ve Asya’dan birçok liderle bir araya gelerek, tüm dünyayı etkileyen krize çözüm bulabilmek amacıyla görüşmeler yürüttü.
- Bu çerçevede yalnızca geçen bir ayda 30’dan fazla liderle birebir görüşen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hem de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile samimi dostluğu, taraflar arasında diyaloğun sağlanmasında kritik rol oynadı.
Aktif diplomasinin sonucunda 24 Şubat’tan sonra çatışan iki taraf arasındaki en yüksek düzeyli görüşme Mart ayında Antalya Diplomasi Forumunda, Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile Ukrayna Dışişleri Bakanı Viktor Kuleba arasında yapıldı. Yine 29 Mart’ta, iki tarafın müzakere heyetinin uzun aradan sonra ilk yüzyüze görüşmelerini İstanbul’da yapması da, Türkiye’nin küresel diplomaside oynadığı/oynayacağı aktif ve yapıcı rolün somut kanıtı oldu.