Türkiye’nin yeni güvenlik konsepti neleri değiştirecek
Türkiye’nin yeni ulusal güvenlik konsepti nedir? Artık terörle mücadelede, iç güvenlikte, sınırların ötesinde nasıl bir Türkiye göreceğiz? 15 Temmuz sonrası güvenlik algılamalarında, tehdit tanımlamalarında ne değişti? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ısrarla vurguladığı bu yeni durum, bölgede ve dünyada nasıl karşılanacak? Savunma konseptinin değişmesine 15 Temmuz saldırısı mı neden oldu yoksa yüz yıl sonra coğrafyada başlatılan yeni dizayna Türkiye’nin kendini hazırlama çabası mı? Bu ihtiyaçta neler ve değişimin detaylarında neler var? Soruların sayısı artırılabilir. Cevapların çoğunluğu da oldukça tanıdık, oldukça gerçekçi gelecektir.
Aslında yeni savunma konseptinin ilk örneklerini 1 Haziran seçimlerinden hemen sonra gördük. Çözüm Süreci olarak başlatılan, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin, PKK’nın siyasi ve güvenlik olarak bölgeye daha da yerleşmesine zemin hazırladığı, silahları bırakmak bir yana daha da silahlandığı, bazı il ve ilçelere yönelik teknik anlamda bir “işgal” projesi yürütüldüğü anlaşılınca Türkiye hiç umulmadık bir reaksiyon gösterdi.
Ankara’nın gözünü açan şey, 1 Haziran öncesi seçim kampanyalarıydı. Doğan grubu medyası ve HDP üzerinden güçlü bir kampanya yürütüldü, AK Parti’yi tek başına iktidar olmaktan çıkaran bir “uluslararası proje” uygulandı. Nitekim sonuç da onların istediği gibi oldu. Çözüm süreci kullanılarak PKK’nın silahlı gücünün artırılması, siyasi proje olarak da buna paralel biçimde HDP üzerinden Ankara’yı zayıflatma girişimi yapılması, ortada bir “Türkiye projesi” olduğunun ve bu projenin çokuluslu olduğunun göstergesiydi. Ortada yeni bir durum vardı ve bu, Türkiye için hiç olmadığı ölçüde tehdit barındırıyordu.
Ankara uyanmıştı, iki çok ciddi tavır gösterdi. Seçimler yenilendi, PKK’ya karşı Güneydoğu’da umulmadık ölçüde sert, esaslı operasyonlar başladı. Geleneksel terörle mücadele operasyonunun çok dışında, adeta bir savaş yaşanıyor, ağır silahlar kullanılıyordu. PKK da, HDP de, onlara destek veren ve projenin arkasında yer alan ABD ve Avrupa ülkeleri de şaşkındı. Türkiye’nin bu ölçüde operasyon yapacağını düşünmemişlerdi, bunu yapamayacağını varsayıyorlardı, Ankara’nın büyük bir zaaf içinde olduğuna inanıyorlardı.
Silopi’de, Cizre’de, Şemdinli’de ve diğer bölgelerde yürütülen operasyonlar, kırk yıllık terörle mücadele yöntemlerinin ötesindeydi. İlk kez böylesine agresif bir müdahale söz konusuydu ve bu, Türkiye’nin yeni güvenlik konseptinin ilk örneğini oluşturuyordu.
Ancak, Cumhurbaşkanı’nın tartışmaya açtığı yeni konseptin asıl sonuçları daha sonra görülecekti. 15 Temmuz’da Gülen ve teröristleri üzerinden servis edilen çokuluslu darbe ve iç savaş senaryosu milletin kesin ve sert reaksiyonu ile başarısızlığa uğratıldı. Türkiye tarihinde ilk kez böyle bir darbe girişimi başarısız oluyordu ve sonuç sadece darbeciler için değil, onlara destek veren ABD ve Avrupa ülkeleri için hatta darbecilerle işbirliği halinde olan PKK/HDP için yok ediciydi.
Türkiye saldırıdan derslerini çıkardı. Sadece terörle değil, içeriden de vuruluyordu, çökertilmek isteniyordu, bölgeyi yeniden dizayn edenler PKK ve FETÖ üzerinden Türkiye cephesini açıyor, parçalanma sürecini başlatıyordu. Ortada vahim bir gerçek vardı ve Türkiye kendi öz savunmasını başlattı. Artık içinde bulunduğu güvenlik ittifakları, geleneksel müttefiklerine güvenemezdi. Çünkü tehdidin kaynağı doğrudan onlar olmuştu, Türkiye’yi vuranlar onlardan destek alıyordu. Darbe girişiminde yer alanlara karşı kapsamlı, keskin operasyonlar başladı.
Yeni güvenlik konsepti, bu sefer daha geniş çaplı uygulanır olmuştu. Taviz verilmeyecekti. Ülkeyi hedef alanlar devlet aygıtlarından, ekonomi alanından, eğitim alanından tamamen tasfiye edilecekti. Tehdidin kaynakları kurutuluyordu. FETÖ operasyonlarıyla, aynı anda PKK’ya yönelik ağır ve kesin sonuç veren operasyonlarla içerisi temizleniyordu. Yeni güvenlik konsepti içeride tam anlamıyla uygulanıyordu.
Ancak tehdit sadece içeride değildi. İçerideki tehdit dışarıdan yönetiliyordu. İçeriyi temizlerken, güneyimize Türkiye’yi kuşatmaya dönük sistematik bir çalışma yürütülüyordu. Aynı örgütler ve çevreler burada da sahadaydı. Akdeniz’den İran sınırına kadar, Suriye ve Irak’ın Kuzeyi Türkiye’ye kapatılıyor, terör örgütlerinin denetimine bırakılıyor, Türkiye ile Arap-İslam dünyasının bütün bağları koparılıyordu. 15 Temmuz darbesinde, PKK saldırılarında olduğu gibi, bu proje de yine müttefiklerimiz tarafından destekleniyor, yönetiliyordu.
DAEŞ’e yönelik uluslararası operasyon tiyatroya dönerken, Musul operasyonu bir paylaşım savaşı halini alırken, Kerkük bir takım senaryolarla PKK/PYD ve yan unsurlarına teslim edilmek istenirken Ankara’nın bütün bu olanlara suskun kalması beklenemezdi. Çünkü bölgedeki senaryoların tamamı Türkiye’yi hedef alıyor, içeride yapamadıklarını dışarıda yapıyor, dışarıdan vurmaya hazırlanıyorlardı.
İçeride uygulanan yeni güvenlik konseptini dışarıya, sınırların güneyine yönlendirme vakti gelmişti. Türkiye artık tehditleri sınırında karşılamayacak, kaynağında vuracak, orada durduracaktı. Üstelik tehditler sadece FETÖ, PKK/PYD ya da DAEŞ’le sınırlı değildi. Tehdit çokulusluydu, Birinci Dünya Savaşı sonrasında dizayn edilen coğrafya yeniden şekilleniyor, haritalar değişiyordu. Böyle bir bölgede ve tam anlamıyla sistemik iflasın yaşandığı dünyada Türkiye, eski savunmacı anlayışlarla ayakta duramazdı, bunun bilincindeydi.
Sevindirici olan, biraz gecikmeyle de olsa bu yeni okuma biçimine ulaşılmış olmasıdır. Artık Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinde merkezi bir otorite olmayacağı kesinleşmiştir. Terör örgütleri üzerinden yabancı güçlerin işgaline uğramaları an meselesidir. Türkiye buna göz yumamaz, coğrafyanın kendine karşı cepheye dönüşmesine izin veremez, bütün bunları suskunlukla karşılayamaz. Hemen her ülkenin müdahil olduğu Suriye ve Irak’ın kuzeyindeki harita çalışmalarına sırtını dönemez.
İşte bütün bunlar, eski savunma anlayışı ile üstesinden gelinemeyecek gelişmelerdir ve üstelik bu gelişmeler ilk kez Türkiye için bu kadar yakın tehdit oluşturmaktadır. Bunların hiç birisi olmasa, küresel ölçekte güç kaymaları bile, savunma anlayışını değiştirmeye zorlamak için yeterlidir. Siyasi akıl olarak, tarihsel kimlik olarak, bugünün küresel gerçeklerini okuma biçimi olarak Türkiye kendini yeniden yapılandırmak zorundaydı. On yıldır çok yoğun bir şekilde bunu yapıyor zaten. Savunma konseptini değiştirmek belki de bu yenilenmenin son aşamasıydı. Artık içe dönük değil, dışa dönük bir Türkiye izleyeceğiz. Bölgesinde ve küresel ölçekte bütün güç hareketlerinde iz bırakacak bir Türkiye göreceğiz.