Türkiye modeliyle tam ekonomik bağımsızlık

HABER MASASI
Abone Ol

Türkiye artık 50 yıldır yüksek faiz vererek yurtdışından sıcak para çekmeye çalıştı. Büyüme ve istihdam için ihtiyaç duyduğu kaynağı dışarıdan almanın bedelini de ödedi. Hem de çok ağır bir şekilde. Her yıl milyarlarca dolarlık kaynağı küresel faiz sistemini elinde tutan çevrelere vermek zorunda kaldık. Alın terimizi çalan bu adaletsiz çarka artık dur deminin zamanı geldi.

Bugüne kadar sıcak paraya ihtiyacımız vardı, artık şimdi yok. Yatırım, üretim, istihdam ve büyüme için gerekli olan sermaye birikimimiz var artık. İlk kez ekonomik bağımsızlığımızı kazanacak noktaya geldik. Fiyat istikrarını sağlayacak, faizleri düşürecek, yatırımı artıracak politikalar uygulama zamanı artık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” olarak nitelendirdiği yeni dönemin fitilini 22 Kasım 2021’deki kabine toplantısının ardından ateşledi.

Peki bu öz güven nereden kaynaklanıyor. Yüzüncü yaşına önümüzdeki yıl girecek Türkiye, ne değişti de böyle bir radikal karar alabildi. Çok geriye gitmeye gerek yok. Son çeyrek asırlık geçmişimize şöyle bir bakalım. Siyasi iradenin sürekli örselendiği Türkiye’de 1991-2001 yılları arasında yaşadığı ekonomik travmayı hala unutmuş değil. Siyasi istikrardan ve ekonomik birikimden yoksun olduğumuz zamanlar. Borçlarını bile çeviremeyen ve bunun için IMF’e avuç açılan yıllardan bahsediyorum.

AK Parti’nin tek başına iktidar olmasıyla siyasi istikrara kavuşan Türkiye’nin ekonomik istikrarı sağlaması ve koruması kolay olmadı. 2003-2013 yılları arasında Türkiye, dışarıdan çektiği sıcak parayı iyi değerlendirmeyi bildi. Yurt dışından gelen kaynağın önemli bir kısmı kısa süreli yatırım araçlarına yönelse de doğrudan yatırıma dönüşen ciddi bir meblağ oldu. Yut içinde önemli bir sermaye birikimi oldu. Merkez Bankası rezervi biriktirmeye başladı. IMF’ye borcunu tamamen kapatan Türkiye, enflasyonu yüzde 6, faiz oranını ise yüzde 4,5’e kadar düşürdü.

Böyle parlak bir tablo yaşadığımız dönemin ardından gelen kalkışmalarla geçti son sekiz yılımız. İstanbul Havalimanı, Yavuz Sultan Selim Köprüsü, Osmangazi Köprüsü gibi büyük projelerin peş peşe duyurulduğu bir dönemde Mayıs 2013’te Gezi kalkışması yaşadı Türkiye. Ardından 17-25 Aralık süreci ve 15 Temmuz hain bir darbe girişimi ile karşı karşıya kaldık. 2013’ten bu yana Türkiye’deki sıcak para 150 milyar dolardan 25 milyar dolara indi. Bu arada Türkiye’de 19 yılda yaklaşık 3,5 trilyon dolarlık yatırım yapıldı. Altyapı ve üst yapı yatırımları büyük oranda tamamlandı. Şimdi de elinde biriken 8 trilyon lira değerinde sermaye ile kendi yağımızda kavrulmak istiyoruz artık.

Bunun için yeni politikanın adı Türkiye Ekonomi Programı oldu. Program hazırlanırken; Türkiye’nin demokratik geleneği, serbest piyasa ekonomisi tecrübesi, dinamik ekonomisi ve güçlü iş dünyası gibi kendine özgü özellikleri dikkate alındı. Üretime dayalı ve ihracat öncelikli bir temele dayanan model; Türkiye’nin önüne çıkan tarihi fırsatı değerlendirmek için küresel çapta üretimle tedarik merkezi olma potansiyelini öne çıkarıyor. Bunun için Türkiye’nin lojistik alt yapısı, üretim kapasitesi, ihracat ve doğrudan yabancı yatırım çekme kabiliyetinden yararlanılacak.

Amaçlanan temel hedef ise öncelikli olarak makroekonomik istikrarı daha da sağlamlaştırmak olacak. Yüksek katma değerli yatırımları teşvik ederek üretim ihracat ve istihdam artırılacak. Bu yolla cari açık sorununu kalıcı olarak çözmek, orta gelir tuzağını aşmak ve küresel değer zincirlerinde üst sıralara çıkmak da hedefleniyor. Uygulanan politika ile üretim, istihdam, ihracat ve turizm geliri artacak, cari fazla oluşacak, dövize olan talep azalırsa kur artışlarının önüne geçilecek ve enflasyon kontrol altına alınacaktır. Teknoloji odaklı sanayi hamlesi adımları atılması planlandı. Mega endüstri bölgelerinin kurulması, elektrikli araç endüstrisini teşvik, enerji, savunma sanayii, havacılık, ilaç, tarım ve hayvancılık gibi stratejik sektörlere kredide öncelik konusu yeni dönemin yol haritasının önemli patikalarından bir kaçı. Mesleği eğitim merkezlerinin güçlendirilmesi ve sektörel beceri haritalarının çıkarılacak olması da önemli. Bir diğer konu ise Katma Değer Vergisi (KDV) mevzuatı sadeleştirilecek olması.

Türkiye bütün bunları serbest piyasa ekonomisi, finansal serbestlik ve serbest kambiyo rejimine tam bağlılıktan vazgeçmeden yapacak. Daha şeffaf ve öngörülebilir ekonomi politikalarıyla dengeli ve sürdürülebilir bir maliye politikası uygulayacak. Piyasalardaki oynaklığın azaltılmasıyla reel sektörün önünü daha net görmesi sağlanacak.