Türk dış politikası ve iki Davutoğlu

HABER MASASI
Abone Ol

Şimdi, Ahmet Davutoğlu’nun 2003'te Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika konusunda başdanışmanı olmasıyla, siyaset sahnesini terk ettiği zamana kadar geçen diplomatik sürecini değerlendirme zamanı... Bu süreçte dış politikadaki temel referans, 2001'de basılan Stratejik Derinlik adlı kitabıydı.

Davutoğlu’nun Erdoğan’ın dış politika danışmanı olarak görev aldığı ve siyasi bir görevi olmadığı 2003 ile 2009 arası yıllar, komşularla sıfır sorun doktrinin en başarılı olduğu dönemi oluşturuyor. İçerde de ülke demografisi ve uluslararası finansal kurumların da desteğiyle ekonomik büyüme ve refah konusunda da en iyi performansın sağlandığı yıllardı. Genç ve kalifiye bir nüfus işgücüne katılıyordu. Eski politikanın partileri bu grubu kendi içine ve programına almakta yetersiz kaldı. Onlar için ise kendilerine fırsatlar sunan AK Parti’ye yönelmek doğaldı.

Yıl 2009 ise Mavi Marmara olayıyla Türkiye’nin İsrail ile arasındaki uzun süreli iyi ilişkileri ve işbirliğinin yıkılmasına sahne oldu. Diplomasinin düşüncesiz maceracılığı, komşularla sıfır sorun doktrininin bu kaba çelişmesinden sorumludur. Ardından 2010’da Stratejik Derinlik’teki Sünni İslamcı eğilime rağmen, Türkiye stratejisi kararlı bir dönüşle İran’ın lehine Batı diplomasisine tavır aldı.

Türkiye, Irak ve daha sonra Libya’da rejim değişikliği peşinde koşan Amerikan ve Avrupa’nın politik ahmaklığından sorumlu değildir. Bu yüzyılın ilk 10 yılında tarihi ve kültürel mirasının (Stratejik Derinlik’te tanımlandığı gibi) kendisine bulunduğu bölgede belirleyici avantajlar sağlayacağı övüntüsünü dillendirerek geçirdi. Bunların var olup olmadığı tartışma konusuyken, Türkiye bunları kayda değer bir jeopolitik güce ya da etkiye veya prestije dönüştürüp kullanamadı.

Bunun temel nedeni, tarih ve coğrafya düzleminde yerleşik ulusal güç merkezleri zayıflarken bu avantajların büyük oranda “kimlik politikaları”na (dönemin ve bugünün Batı’daki uluslararası ilişkiler teorisinde çok popüler olan) dayanmasıydı. Davutoğlu, yaklaşımını klasik jeopolitik üzerine inşa ederken, kimliği teorik olarak mutlaklaştırma eğiliminin kurbanı oldu. Bunun sonucunda Türk diplomasisinin kimlik bazlı olarak empoze etmeye çalıştığı uluslararası gücün gerekli araçlarına sahip olmadığı ortaya çıktı.

Stratejik Derinlik’te reklamı yapılan Türkiye’nin merkeziliği, medeniyetlerin ve bölgelerin kesişme noktasında yer alması, AK Parti’nin arkasındaki tüm toplumu konsolide edememesiyle bir zayıflığa dönüştü. Tarihsel olarak devleti Batılaştırıcı bir kurum olan askeriyenin bir kurum olarak zayıflaması, doğrudan Türkiye’nin sınırları çevresindeki stratejik tehditleri karşılama konusunda yetersizliğe dönüştü. Bu yolla Türkiye’nin varsayılan stratejik derinliği etkisini yitirdi. İç politika, dış politikayı zayıflattı. Bugün küresel tehditler artık daha görünür halde.

Davutoğlu’nun doktrini 2015’te başbakan olduktan sonra daha kötü bir hal aldı. Rusya ile Kırım’ı işgali ve kendine bağlaması sonucu kötüleşen ilişkiler, Kasım 2015’te Rus uçağının düşürülmesi ve İran ile olan yakınlaşma ise herhangi bir getiri sağlamadı.

Bu elbette Davutoğlu’nun suçu olmayabilir ama hep iki Davutoğlu vardı. Batıda gidişine Washington ve Brüksel’in üzüldüğü daha iyi tanınan, medeni, hoşgörülü ve anlayışlı bir diplomat. Diğeri ise Batı diplomasisinin görmek ya da hatırlamak istemediği, ilk Davutoğlu’nun tüm ilkesel hatalarını meşrulaştırmaya çalışan birisi. Bu öteki Davutoğlu, Batı ile iletişim kurmayan bunun yerine Türkiye ve çevresindeki kamuoyuna hitap etmeyi tercih eden birisiydi. Ancak bu ikinci Davutoğlu da ilki kadar gerçekti.

Davutoğlu’nun Marmara Üniversitesi’nden bir öğrencisi, 1990’lı yıllarda çoğu İslamcı yayınlarda yayımlanmış 300 makalesini buldu. Bu makaleler sadece İslamcı Türkçü kimliği değil, pan-İslamcı kimliği geleneksel Batılı jeopolitik görüşe nakşetmiştir. Makaleler, Osmanlı İmparatorluğu’nun hegemonyasının sınırlarının ötesine geçerek Orta Asya ve Güney Asya’nın İslami bölgelerine ve hatta Çin ile Hindistan’a ittifak kurduğu tarihi özetlerken, Türkiye projesinin 21. yüzyıldaki etkisiyle karşılaştırıyordu. Stratejik Derinlik yayımlanmadan önceki bu makalelerin Erdoğan’ın ilk elden ilgisini çektiğini söylemek mantıklı olacaktır. Davutoğlu’nun etkisi altındaki Türk dış politikasını Neo-Osmanlıcılık olarak tanımlamak hep yetersiz kalacaktır.

Rusya’nın 19. yüzyıldaki tarih yazımında Batılılaşma ve Slavlaşma gibi yanlış bir ikileme vardır. Her ne kadar modern Türk devletinin iç ve dış politikasındaki Batılılaşma ve Türkofil etkileri tanımlamak aşırı basitleştiren bir kalıp olsa da Davutoğlu’nun iki yüzü bu ayrımı temsil ediyor. Bu ikili oyun sonunda Türk devletine ihtiyacı olduğu noktada dış politika krizlerinde tutarlı bir yönelimin eksikliğini gösterdi. Çünkü bu politika ulusal gücün maddi temellerinin doğru değerlendirmesine dayanmıyordu. Her bir Davutoğlu öteki tarafından başarısızlığa uğratıldı. Hiç birisi de izleyici kalabalıkların boks ringini işgal ettiğinin farkına varamadı. Üstelik bu yarışmanın tarafsız bir hakemi de yoktu