Trump'ı Beyaz Saray'a taşıyan hikaye
Amerika’nın yeni başkanı, seçim sonuçlarında araştırma şirketlerinin tahminlerini ve medyadaki öngörüleri boşa çıkartarak herkesi şaşırttı. Siyasetten gelmeyen ve Amerika’nın ana söyleminin dışında bir tarz benimseyen Trump’ın kişisel serüveni de inişler ve çıkışlarla dolu.
İflas, paranızı pantolonun cebine yerleştirirken ceketinizi borçlulara vermeye imkân tanıyan bir süreçtir.” diyen Amerikalı ünlü komedyen Joey Adams 1999’da öldü. Bugün yaşasaydı, iş hayatı boyunca 6 kere iflas etmiş birinin neden başkan seçilmesi gerektiğini en iyi o izah ederdi herhalde. Çünkü iflas masasına düşmüş bir meyyiti masadan canlı kaldırabilecek en doğru kişinin, iflasları servete dönüştürmeyi başarmış biri olabileceği ihtimali, mantığa hiç de aykırı gelmezdi.
Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 2008’de Lehman Brothers yatırım bankasının batmasıyla patlak veren finansal krizin yıkıcı etkileri halen atlatılamadı. Krizin zirvesindeki gayrimenkul borç 14.7 trilyon dolardı. Ancak aradan 8 yıl geçtikten sonra bu borç sadece 13.9 trilyon dolara geriletilebilmiş durumda ve artış eğilimi devam ediyor. Obama hükümetinin birkaç sene bütçedeki harcamaları aşması, sonrasında yeniden borçlanabilmek için ‘borçlanma tavanı’nı artıramaması nedeniyle hükümetin kepenk kapatma noktasına gelmesi tüm dünyada kaygıyla izlenmişti.
Son 15 yılda kişi başı milli gelirin sadece yüzde 15 arttığı Amerika’da, hükümet borcunun milli gelire oranı yüzde 60’tan yüzde 110’a yükselmiş durumda. Bu borcun, yüzde 100’ün üzerine, en son ikinci dünya savaşı sırasında çıkmış olması durumun vahametini anlatmaya yetiyor. Aynı dönemde halkın borçları daha kötü bir seyir izledi. Birinci en büyük borç kalemi olan gayrimenkul kredileri (mortgage) borçları iki kat artışla 7 trilyon dolardan 14 trilyona, ikinci en büyük borç kalemi öğrenci borçlarıysa yaklaşık 5 kat artışla 1.4 trilyon dolara fırlamış durumda. Şimdi krizden kurtuluşun anahtarı, Amerikan rüyasını gerçeğe dönüştürmüş bir süperstarın elinde. ‘Süperstar’ diyoruz çünkü, Amerika’nın artan borçları, 2008 krizinin sade Amerikalı üzerindeki etkileri, yabancı ve göçmen olgusunun işsizliğin nedeni olarak görülmesi Trump’ı Beyaz Saray’a taşıdı. Amerikan toplumunda özellikle son 10 yılda artan ekonomik huzursuzluk Trump tarafından harekete geçirildi. Vaatlerinden çok, bu vaatlerin ulaştığı ve hitap ettiği kitlenin tepkisi seçimlerde oy olarak aktı.
Amerika’nın yeni başkanı, seçim sonuçlarında araştırma şirketlerinin tahminlerini ve medyadaki öngörüleri boşa çıkartarak herkesi şaşırttı. Sürprizlerle dolu seçim kampanyası, sözünü esirgemeyen tavrı, yabancı ve göçmenler hakkındaki hoyrat sözleri birçok kesimi şaşırtırken aynı zamanda öfkelendirdi. Siyasetten gelmeyen ve Amerika’nın ana söyleminin dışında bir tarz benimseyen Trump’ın kişisel serüveni de inişler ve çıkışlarla dolu. Trump’ın iş ve özel yaşamının ana hatları onun kişiliği kadar yeni başkanın yapısı hakkında da bilgiler veriyor. Bu nedenle, hayat hikayesindeki ana noktaları ve tartışmalı yönleri hatırlamakta fayda var.
Son 30 senede 6 kere iflas ettiği halde finalde 10 milyar dolar servet edindiğini övünerek anlatan ABD’nin yeni başkanı Donald Trump. 70 yaşındaki yeni başkanı bu noktaya getiren süreç nasıl başladı, o kim ve nasıl bir geçmişten geliyor?
- ABD'de konut kredisi borçları: 13.9 trilyon dolar
- ABD Gayrisafi milli gelir: 16.7 trilyon dolar
Mezun olduğu askeri okul Çinlilere satıldı
Ortaokul ve lise hayatınızı geçirdiğiniz güzelim okulunuzun bir gün gelip de iflas ettiğini öğrenseydiniz ne hissederdiniz? Trump’ın mezun olduğu kolejin başına gelen tam da bu. Çünkü onun mezun olduğu kolej geçen yıl iflas masasına düştü ve oradan da Çinli yatırımcılara yok pahasına devredildi. Hâlihazırda, Amerikan hükümetinin 1 trilyon 157 milyar dolar borçlu bulunduğu Çin’e satıldı yani.
Çok hareketli bir çocukluk dönemi geçiren Donald 13 yaşına geldiğinde, babası onu New York Askeri Akademisi’ne yazdırdı. Ortaokulu ve liseyi (1959-64) burada bitirdi. Bu okulun kurucusu, Amerikan İç Savaşında (1861-1865) Birlik ordusunda çarpışarak gazi ünvanı alan Charles Jefferson Wright idi. Wright’a göre gerçek akademik başarı ancak gençlerin askeri bir eğitim modeline dayalı olarak yetiştirilmesiyle mümkün olabilirdi. Okul bu nedenle disipline ve sportif faaliyetlere dayalı sıkı bir eğitim verip asker gibi sivil yetiştirmekle ün kazanmıştı. ABD ordusundan emekli komutanların ders verdiği okulun mezunlarının yüzde 97’si sivil hayatta çalışıyor. Bu okuldan kimler geçmemiş ki… Filmlerinde genellikle ABD’nin mafyadan temizlenmesi konularını işleyen meşhur Baba (The Godfather) filminin yönetmeni Francis Ford Coppola meselâ.
Neticede, 127 yıl kesintisiz hizmet vermiş New York Askeri Akademisi 2015’te bir şokla sarsıldı. Öğrencisizlik nedeniyle kapısına kilit takıp Chapter 11’den (Madde 11) iflas masasına başvurdu. Trump’ın daha önce 6 kez yaptığı gibi. Trump her iflas başvurusundan daha da zenginleşmiş olarak çıkardı. Ama okul yönetimi ne yazık ki Trump kadar başarılı değildi ve sahibi el değiştirdi! Sonra ne mi oldu, Çin’in ünlü gayrimenkul baronlarından Tianquan Mo, müflis akademiyi 16 milyon dolara satın alıp 7 kişilik mütevelli heyetinin 5’ine Çinli yönetici atadı. 2016’da yeniden öğrenci almaya başlayan okulun müdiresi de Çin’li bir hanımefendi. Peki, Trump eski okulunun göz göre göre batmasına neden sessiz kalmıştı?
Akademiyi kurtarmak için çırpınan yaşlı başlı mezunlar, daha önce destek olacağını işittikleri Trump’ın, 13 milyon dolar ödeyerek okulun kurtarıcı meleği olacağına neredeyse emindiler. Çünkü 2005’te, “Başarımda payı olan en büyük seçimlerimden biri New York Askeri Akademisi'ne gitmemdi. Eğitim müthişti. Çok zordu ama iyiydi.” diyen milyarder Trump’ın kendi ocağını yüzüstü bırakmayacağına inanıyorlardı. Fakat umdukları gibi olmadı. Trump, akademinin satıldığı iflas masasına teklifte bile bulunmadı. Belki de, ta 1987’de yayınladığı, seçim meydanlarında da “başkanlığı en iyi ben yaparım, çünkü pazarlığın sanatı kitabını yazmış kişiyim” diyerek böbürlendiği, Pazarlık Sanatı (The Art of the Deal) kitabının ana fikirlerinden birini uygulamıştı: Çok ucuza kapat en pahalıya sat. Muhtemelen kendi okulunu yeterince ucuz bulmamıştı!
Esas sorun, akademinin kapanmasına neden olan yıllık 43 bin dolara ulaşan öğrenci ücretleriydi. Bu aslında, daha köklü bir sorunun, yani, 1,4 trilyon dolara (Rusya’nın 2015 milli gelirinden fazla) ulaşmış olan ‘öğrenci kredileri’ batağının bir yansımasıydı. Amerikalı üniversite mezunları 2016 itibariyle, hayatının sonraki bölümünde ortalama 37 bin dolar öğrenim kredisi ödemek zorunda. Onlar Trump kadar şanslı değiller çünkü hayata ceplerinde 14 milyon dolarla atılamıyorlar ve Chapter 11’den iflas masasına başvurma hakları da yok.
Bazı uzmanlara göre 2008’deki konut kredi krizinden sonra ABD’yi bekleyen ikinci büyük sorun, 15 yılda yaklaşık 5 kar artış gösteren ve giderek ödenmesi zor hale gelen öğrenci borçları olacak. Sonuçta, borç batağında yüzen 43 milyon Amerikalı öğrenciyi Trump’tan farklı kılan şey, babası Fred Trump’ın, Donald daha üniversiteye kaydolmadan bir sene öncesinde, o üniversite yönetimine birkaç milyon dolar bağış yapmasıydı. Onun gideceği üniversite çok önceden babası tarafından belirlenmişti.
Babası, onu, askeri akademiden sonra, yakın bir tarihte birkaç milyon dolar bağışta bulunduğu, bir Hristiyan tarikatı olan Cizvitler tarafından işletilen Fordham Üniversitesi’ne kaydetti. Burada 2 yıl okuduktan sonra yine Cizvit ağırlıklı bir üniversite olan University of Pennsylvania’ya geçip ekonomi diploması aldı. Trump dindar bir hayat yaşamasa da birkaç ay önce katıldığı bir toplantıda Hristiyan olmaktan gurur duyduğunu açıklamıştı. Seçmen kitlesinin ezici çoğunluğunun Beyaz, Anglo-Sakson,
Protestan (WASP) olarak bilinen gruptan gelmesi şaşırtıcı olmadı. Yaklaşık 30 milyon üyeli bir Protestan grubu olan Güney Baptist Konvansiyonu seçimde açıktan Trump’ı destekledi. New York Times’ta yayınlanan seçim sonu anketlerine göre Katoliklerin ve Evanjelistlerin oyunun yüzde 50’den fazlasını Hillary değil, o aldı. Seçim çıkışı anketlerine göre Amerikalı Yahudilerin yüzde 75’i onu değil Hillary’yi desteklemişti ama Trump’ın başkanlığı İsrail’de büyük bir sevinçle karşılandı. Sağcı Likud partisinin Başkanı ve Başbakan Benyamin Netanyahu onu bir video mesajıyla tebrik eden ilk kişi oldu. Nitekim, İsrail ve Trump ilişkisi her iki taraf için de ilginç şekilde bir kader meselesine bürünmüş durumda. Neden mi?
- ABD Hükümetinin(hazine, merkez bankası) toplam borcu: 20 trilyon dolar
- ABD'nin öğrenim kredi borçları artışı: %500
Siyasette yeni değil
Trump’ın siyasete geçen sene atılıp bu sene de başkan olduğunu sanıyorsanız kesinlikle yanılıyorsunuz. 1987 yılında en çok satılan gazetelere verdiği tam sayfa ilanlarda, Japonya’ya ve Körfez ülkelerine taviz verdiği gerekçesiyle Baba Bush olarak bilinen ABD Başkanı George H. Bush’u yerden yere vuran kişi, o dönem New York’un en şaşaalı işadamlarından biri olan Donald Trump’tan başkası değildi. 1987’de katıldığı bir televizyon programında ve etkinlikte ünlü gazeteci Larry Page ona, “Başkanlığa aday mısınız” diye sormuştu. O gün bugündür Trump’la röportaj yapan herkes ona Başkanlığa aday olup olmayacağını sordu nedense... O tarihten sonra Demokrat veya Cumhuriyetçi ayrımı yapmadan Amerikalı siyasetçileri yerden yere vuran konuşmalar yaptı. Sonunda 1999’da Reform Partisi'nden, ABD başkanlığa resmen adaylığını koydu ancak sonra geri çekti. 2004-2015 arasında yayınladığı Çırak (The Apprentice) televizyon programı 11 sene en çok izlenen şovlardan biriydi. Trump sahnede olmayı hep sevdi.
İflas'tan servete uzanmak
Hillary Clinton, Ağustosta, Ohio eyaletindeki seçim konuşmasında, “Donald Trump, iş hayatındaki sicilinden dolayı Amerikan başkanlığını
hak ettiğini söylüyor. Bir sürü iş kitabı yazdı ama hepsinin âkıbeti Chapter 11’de sonlanmış görünüyor” diye dalga geçmiş, salonu kahkahaya boğmuştu. Ancak seçim günü geldiğinde, Ohio’lular mührü açık ara farkla (52’ye 44) Trump’a bastı. Daha önce açık ara demokratlara oy atmış Ohioluların bu seçimde neden kendisini değil de Trump’a yüklendiğini düşünmeye şimdi bolca fırsatı olur Clinton’un… Ama Ohio’da hane halkı ortalama gelirinin Demokratların iktidarda olduğu dönemde (2008-2016) 52 bin 800 dolardan 51 bin 75 dolara gerilemiş olması, pekâlâ geçerli bir neden gibi görünüyor.
Bir şirket batarsa iflas mahkemesi duruma el koyar. Yönetime tasfiye memuru atar. Sonra şirketin tüm malvarlığı satılarak paraya dönüştürülür. Bu parayla, çalışan hakları, ticari ve kredi borçları ödenir. Çoğunlukla kalmaz ama hala bir nakit kaldıysa hissedarlara payları oranında ödeme yapılır ve sonunda şirket tarihin çöplüğüne gömülür. Ancak, Amerikan İflas Kanunu’nun meşhur 11. maddesi, iflas aşamasına gelmiş tüm şirket ve şahıs işletmelerine son bir kurtuluş imkânı daha tanıyor. Bu maddeden başvuru yapan firmalar, ne kadar batık durumda olursa olsunlar, alacaklılarıyla pazarlık masasına oturup, borçlarının bir bölümünü sildirmek ya da borçlarını ve firmayı yeniden yapılandırmak gibi seçenekleri kullanabiliyor. Yani, tüccar iflas bayrağını çekmiş olsa bile şirketinin tepe yönetiminde kalmaya devam edebiliyor. Trump’ın başkan olmasıyla Chapter 11 arasında ne gibi bir ilişki var?
11. maddeden iflas başvurusu yapan çok sayıda büyük şirket oldu. Mesela, Bush ailesine yakın Enron holding 63 milyar dolarlık batak için, 2008 küresel krizini tetikleyen Lehman Brothers ise 600 milyar dolarlık batık için 11. maddeye sığındı. İkisi de tarihe gömüldü. Oysa aynı maddeden 6 kez iflas masasına yatan Trump, nasılsa her seferinde ayağa kalkmasını bildi. Elbette geride binlerce mağdur alacaklı bırakmak pahasına. USA Today gazetesine göre Trump son 30 yılda, kendisiyle çalışıp sorun yaşamış 3 bin 500 kişiyle davalık oldu. Bunların arasında ödemesini alamamış temizlikçilerden, boyacılardan tutun da milyoner kumarhane patronlarına kadar her kesimden insan bulunuyor. En ünlü batağı, 1991’de Taj Mahal Kumarhane işletmesiydi. 1,2 milyar dolar borç taktı. 2004’te ise 3,2 milyar dolar borcu yeniden yapılandırdı. Ne ki, kendisi bu borcun sadece 900 milyon dolarına kefildi. 2014’te batan Trump Plaza bin kişiyi işsiz bıraktı ama o plazanın kapanışı için “Yatırımdan zamanında çıkmak başarıdır” diyebildi.
Buzzfeed tarafından yayınlanan binlerce sayfalık mahkeme kayıtlarına göre Trump’ın avukatları kendisiyle asla tek başlarına görüşmüyormuş. Onunla toplantıya en az ikişer kişi halinde katılmayı tercih ediyorlarmış. Gerekçeleri ise, sürekli şekilde yalan söyleyen, bir sefer kesin dediği şey için daha sonra hiç yokmuş gibi davranan birine karşı garantici olmak.
Asya Pasifiği Çin'e kaptırabilir
Trump’ın, seçim sürecinde Çin hakkında söyledikleri, ABD-Çin ekonomik rekabetinin son 30 yılda Çin lehine gelişmiş olduğuna karşı duyulan derin öfkeyi yansıtıyordu. “Çin’in bize yaptığına bakın, bizi kumbara gibi kullanarak kendi ülkesini inşa etti” diyor ama bunun suçlusu olarak ABD’li yöneticileri sorumlu tutuyordu. Oysa Apple başta olmak üzere ABD’li birçok üretici firma Çin’de ürettirdiği markalı ürünler sayesinde Amerikan ekonomisini ayakta tutmayı başarıyorlar. Bunun esas nedeni Amerikalı çalışanların Çin’li çalışanlar kadar az maaşı kabul etmemesi. Amerikayı terketmiş firmaları geri getireceğini ve böylece trilyonlarca doların geri döneceği vaadini veren Trump’ın, pahalı iş gücü sorununu nasıl halledeceği merak konusu. Üstelik, ucuz iş gücü kapsamına giren Meksikalı ve Latin Amerika’lı 2-3 milyon kaçak çalışanı sınır dışı etmeye hazırlanırken.
Trump’ın Müslüman ülkelerle sorun yaşama ihtimali yüksek. Sınırların Amerika’ya giren tüm Müslümanlara kapatılmasını istedi, tepkiler üzerine, bu söylemini yarım ağızla düzeltti. Latin kökenliler ve siyahiler için ırkçılığa varan söylemlerde bulunması Amerika’da ve dünyada çok tepki aldı. Ancak bunların hiçbiri onun başkan olmasını önleyemedi. Donald Trump, 1970’li yıllarda siyahi vatandaşlara kiralık daire vermediği mahkemelerce tespit edilmiş ve bu nedenle para cezasına çarptırılmıştı. Ayrımcılık konusunda sicili gerçekten kabarık.
Trump, seçim sürecinde, sürekli ne kadar parlak bir zekâya sahip olduğunu, pazarlık işinde ne kadar iyi olduğunu seslendirip durdu. Öyle ki, yaklaşık 3 bin 200 kilometre uzunluğundaki Meksika sınırının tamamına “gerçek, mükemmel, sapasağlam bir duvar” örmeyi ve bu duvarın maliyetini de Meksikalılara ödetmeyi vaad etti. Seçilmesinin ardından Meksika peso’su dolara karşı bir gün içinde yüzde 13 değer kaybetti. Meksika-Kanada-ABD’nin dâhil olduğu NAFTA ticari birliğini feshetmek de Trump’ın diğer vaadi.
NAFTA’nın ABD’den iş göçüne neden olduğu doğru, ancak NAFTA sayesinde en çok kazananların, Trump’ın da içinde bulunduğu kesim olan Amerika’nın en zengin yüzde 1’lik grubu olduğunu unutmamak gerekiyor. Trump, Obama’nın vergi kesintisini yüzde 35’ten yüzde 39’a çıkardığı o yüzde 1’lik kesim için şimdi tatlı bir vergi indirimi yapmaya hazırlanıyor…
Onun eko-politik hedefleri arasında Trans Pasifik Ticaret Birliği’ni (TPP’yi) iptal etmek bile var. TPP, Amerika’nın 2005 yılında geliştirdiği, Çin’i ekonomik olarak baskılamak amacıyla Pasifik bölgesindeki ülkeleri yanına çekerek kurmayı düşündüğü, çoğu Çin çevresinde yer alan 12 ülkeyi içine alan çok geniş kapsamlı bir serbest ticaret birliği projesi. Çin, Amerika’nın bu hamlesine karşı boş durmamış ve Pasifik ülkelerini kendi safına çekmek amacıyla 2012’de Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Birlik’i (RCEP) kurmuştu. Uluslararası ticaret uzmanları, TPP’nin iptali halinde Pasifik’teki tüm ticari avantajların Çin’e kalacağı konusunda hemfikir.
Avrupa'da aşırı sağcı dalga hız kazandı
Avrupa’da bitmek bilmeyen euro krizleri, borç batakları ve güvenlik kaygılarıyla korkutulan halklar, yavaş yavaş aşırı sağ, milliyetçi ve radikal siyasi akımlara eğilim göstermeye başladı. Fransa’da yüzde 28 oy oranına kadar ulaşan sert söylemli Ulusal Cephe, merkezde duran Cumhuriyetçi Parti’nin yüzde 34’lük oy oranını yakalamak üzere. İtalya’da yükselen milliyetçiliğin partisi 5 Yıldız Hareketi, yüzde 29 oyla ana akım Demokratik Parti’nin sadece 4 puan gerisine kadar yaklaştı.
Hollanda’da ulusalcı akımın partisi yüzde 27 ile en büyük iki partiden biri. İngiltere’nin Brexit’inden sonra benzer aşırı sağ söylemlerle gelen Trump’ın zaferi, Avrupa’da yükselen sert ulusalcı akımlara ilgiyi artırdı. Şimdi Avrupa’da seçmenlerin gözü Trump’ın ilk icraatlarında olacak.
Trump’ın ilk yıl başarılı olması halinde Avrupa genelinde bu tür partilerin ilk seçimlerde hükümet koltuklarına oturmalarına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Trump’ın seçilmesi, Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye’nin Avrupa Birliği müzakere sürecinin askıya alınması yönündeki tavsiye kararını ne düzeyde etkilemiş olabilir bilinmiyor. Ancak ABD, bugüne kadar Türkiye’nin AB nezdindeki en ciddi destekçisiydi. Bu misyonu devam ettirip ettirmeyeceği, Trump’ın yeni dönemde Türkiye’yle ilişkilerini hangi temele oturtacağına bağlı.