Ticarileşmeyen icatların edebiyatı

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

Roman, kapitalist medeniyetin otopsi masası olsa da, kurgulanan tipler çifte hizmet görür; derin bir sistem eleştirisinin yanısıra, iyi bir yönetim rehberi olabilirler. Walser’ın yardımcı romanında, ticarileştirilemeyen icatların mucit ve ailesini nasıl yıkıma sürüklediğini; Abdülhak Şinasi’nin Fahim Bey ve Biz romanındaysa, sureta mükemmel işleyen bir şirketin nasıl hiçbir değer üretemediğini görüyoruz.

İcatlar girişim ruhuyla bütünleşmeyince, yeniliğe (inovasyon) dönüşmez ve mucitlere yük olur. Girişimcilik “vizyon, tutku, enerji, heyecan, içgörü, muhakeme ve gayretin güçlü bir karışımı”dır. Güzel fikirler ancak bu sayede gerçekliğe dönüşür ve kazanç kapısı olurlar.

Schumpeter’e göre, girişimciler stratejik üstünlüğü ele geçirmek, yani rakiplerini sürekli alt edebilmek için “yeni bir ürün veya hizmetin icat edilmesine veya bunlar için yeni bir prosesin geliştirilmesine dayanan teknolojik inovasyona” ihtiyaç duyarlar. Böyle bir yenilik girişimciye bir süre için tekel kârı sağlar. Fakat rakiplerin elleri armut toplamıyordur; onlar da bir süre sonra, en azından bu yeniliği taklit ile pazardaki kazanca ortak olurlar. O halde girişimciler, rakipler taklitle meşgul iken, kendi icat ve inovasyonlarını alt edecek yeni bir atılım yapmak zorundadırlar.1 Buna “yaratıcı yıkım” diyoruz.

Mucit yazar Patricia Nolan-Brown, fikirden icata, icattan da kazanca giden yolun altı ana uğrağını şöyle tasvir ediyor: İcatları ateşleyen yaratıcı nitelikler.

  1. Ortaya çıkan görüşü (vizyonu) rafine edecek ve piyasa diline çevirecek çalışmalar.
  2. İcadı kendinizin mi yoksa lisanslı bir imalatçının mı ete kemiğe büründürmesi gerektiğine doğru karar vermek.
  3. İcadı tanıtma ve tutundurma stratejisi.
  4. Piyasa ömrünü uzatacak olan ürün çeşitleme ve geliştirmeleri.
  5. İcadı, daha fazla kazanç getirecek yeniliklere basamak yapma arayışı.2

Böylesine kapsamlı bir çalışma içinde olmadıkça, icat hevesi ayağınıza dolanır. Siz icat edersiniz, eller kazanır!

ABD’de Boston yöresinde MIT tarafından yapılan bir araştırma ise, start-up şirketlerin başarısında rol oynayan başlıca faktörleri şöyle sıralıyor:

  1. Yetenek ve beceriler.
  2. Bağlantı noktaları.
  3. Tedarikçilerin derinlik ve genişliği.
  4. Finansman.3

Hülasa, icat etmek yetmiyor; icadın faydasını müstakbel müşteriye ulaştıracak ve mucide kazanç sağlayacak yolların da icat edilmesi gerekiyor!

Edebiyatta mucit ve aylaklar

Roman, kapitalist medeniyetin otopsi masası olsa da, kurgulanan tipler çifte hizmet görür; derin bir sistem eleştirisinin yanısıra, dileyen okuyucu için bir yönetim rehberi olabilirler. Bu yazıda tanıtacağım iki romandan birinde, ticarileştirilemeyen icatların mucit ve ailesini nasıl yıkıma sürüklediğini; ikincisindeyse, sureta mükemmel işleyen bir şirketin nasıl hiçbir değer üretemediğini göreceğiz. Romancılarımız Robert Walser ile Abdülhak Şinasi Hisar.

Walser’in 1908 yılında yayımlanan Yardımcıbaşlıklı romanı, aylak Joseph Marti’nin iş arayışıyla başlıyor. Kendisine yüklü bir miras kalınca, yardımcı mühendis olarak çalıştığı büyük bir makine fabrikasından ayrılan Herr Tobler ise kendi işini kurmuşve icat üstüne icat yapmaya başlamıştır. Bu arada, bir müddet beraber çalıştığı ayyaş asistanı Wirsich’in işine son vermiş, Marti de İş Bulma Kurumu üzerinden bu göreve talip olmuştur. İlk karşılaşma, sanki mucit Tobler’in aynı zamanda dört dörtlük rasyonel bir girişimci de olduğunu akla getiriyor: Yardımcısının öncelikle “aklını kullanması” gerektiğini belirtiyor. “Bir makinenin kendisine hayrı dokunmazdı. Tobler, çalışanlarından akıllıca ve bağımsız karar almalarını bekliyordu.” Marti, patronunu dinlerken bir tuhaf oluyor, söylenenlerin yarısını anlamıyor. Çok da samimidir bu hususta: “Bir düzenbaz mıyım ben?Bay Tobler’i dolandırmaya mı çalışıyorum? O benden ‘kafa’ bekliyor; ama ben, bugün hepten kafasızım.” Marti, askerden önce lastik bant üreten bir fabrikada çalışmıştır. “Daha işe başlarken bile, o işten ayrılacağı an, gözünün önünde canlanmıştı. Aklını vermeden çalışıyordu.”4

Mucit beyin en önemli icadı Reklam Saati idi. Tramvay vagonları ve benzeri yerlere asılarak,yolcuların saatlerini ona bakarak ayarlamasını sağlayacak, bu suretle de reklam verenin ürünlerini tanıtacak bir aygıt. Servetinin büyük bir kısmını bu icada yatırmış olan Tobler’in beklentisi yüksekti. Sadece birinci sınıf ticaret ve imalat şirketleri hedeflenecek; ilan fiyatları peşin veya aylık taksitler halinde tahsil edilecekti. Marti’nin de görür görmez kanı kaynamıştı, küçük bir çocuğa benzettiği bu Reklam Saati’ne: “Sürekli fedakârca ilgi bekleyen ve karşılığında bir teşekkür bile etmeyen inatçı bir çocuk gibi aynen. Peki ya bu girişim gelişme gösteriyor mu, bu çocuk büyüyor mu bari? Ne gezer! Marti, ruhu hareketsiz görünse de, fikren meseleyi kavramış gibidir: “Bir mucit, icatlarına âşık olur. Bu masraflı saat, Tobler’in gönlünü çalmış. Peki ama bu fikir hakkında başka insanlar ne düşünüyor? Bir fikir insanları heyecanlandırmak, etkilemek zorundadır; yoksa onu uygulamaya geçirmek zorlu bir mesele olur.”

Her şeyin başı finans

Finansal gerçekler gün yüzüne çıktıkça, karısının Bay Tobler’e güveni sarsılır ve yatağa düşer...

Tobler, işin başında asistanına en önemli sorunun finansman olduğunu hatırlatır. “Asıl mesele buydu. Önemli olan, bu teknik icatlarla ilgilenecek bir sermayedar, mümkünse bir fabrikatör bulunmasıydı; çünkü o zaman patenti alınmış ürünün seri üretimine derhal başlanabilirdi. Bu işletmeye parasal kaynak sağlayacak kişi kim olursa olsun, başının üzerinde yeri vardı. Terzi ustası bile olsa fark etmezdi.” Yirminci yüzyılın başlarında bile, burjuva ahlâk ve felsefesinin İsviçre gibi bir ülkede henüz tam oturmamış olduğunu; terzi ve benzeri zanaatkârlara hâlâ tepeden bakıldığını anlıyoruz. Mucidimiz ancak boğazına kadar borca gömülünce “aşağı sınıflardan” finansal katkı kabul edebiliyor, bir yandan da “üst sınıflara” sesleniyordu: “Sermayedarlara Duyuru! Mühendis, patentlerinin finansmanını sağlayacak sermayedarlar arıyor. Hiçbir risk taşımayan, kârlı bir girişim.” Henüz ufukta hiçbir yatırımcı gözükmüyor, ama ülkenin kurtuluş günü yaklaşıyordu.

Yurtseverliğini kanıtlamak için köşkü büyük bayraklarla donatmak, havai fişekler patlatmak, bahçede lüks bir kule ve süs mağarası yapmak vs gerekiyordu. Bu büyük harcamaları karşılamak ve artık dönmemeye başlayan borçlarını ödeyebilmek için, Tobler boyuna icatlar yapıyordu: Derin Delik Açma Makinesi, Atıcılık Otomatı, Patentli Hasta İskemlesi… Derken gerçek bir yatırımcı adayı çıkagelir: Herr Fischer. Bay Tobler yoktur evde, Marti kendisini karşılar ve Reklam Saati’nin teknik özelliklerini ayrıntılarıyla anlatmaya başlar. Yatırımcının aklıysa teknik özelliklerden çok, kazanç beklentilerindedir: “İlgiyle dinler gibi görünen Bay Fischer, tahmin edilen reklam gelirlerinin tutarını hesaplarken yanılma ihtimallerinin olup olmadığını sordu. Ve şu âna kadar reklam verenlerden bir talep gelmiş miydi? Saatin maliyeti ne kadardı?” Marti kekelemeye başlar. Rahatlamak için bir puro yakmak ister canı, ama vazgeçer. Kurnaz yatırımcı meseleyi anlamıştır, ironik birkaç cümleyle konuyu kapatır: “Gördüğüm kadarıyla, mükemmel planlandığı anlaşılan ve sanırım şimdiden oldukça iyi uygulanmış bir girişim var karşımızda. Reklam Saati’ni çok beğendim ve kârlı bir iş olduğunu düşünüyorum. Patronunuza hürmetlerimi iletebilir misiniz, lütfen! Size de teşekkür ederim.”Uyanık yatırımcının ima ettiği plan ve kâr hesabından ne Tobler bir şey anlıyordu, ne de aylak yardımcısı Marti.

Ödemeler gecikince alıcılar konağı rahatsız etmeye başlar. Tobler, senetlerin vadesini uzatmaya kalkınca, banka müdürü de işkillenir. “Bankalar ve mali kurumlar, genelde sımsıkı kapanmış, zarif dudaklara sahiptir ve mutlak bir ödeme aczinin yaşandığı kesinkes ortaya çıkmadan önce ağız açmazlar. Bay Tobler bıyık altından keyifle gülmeye devam edebilirdi.

İçinde bulunduğu zor durumla ilgili sır, Barenswill Tasarruf Bankası’nda mühürlü bir sandıkta saklanır gibi saklanıyordu.” Bu sır, elbette banka için en uygun zamanda ifşâ edilmek içindi.

Finansal gerçekler gün yüzüne çıktıkça, karısının Bay Tobler’e güveni sarsılır ve yatağa düşer.

Kocam iyi yaşamaya fazla düşkün, oysa girişimciler hiç değilse bir süre kendilerine bu izni vermemelidir. Yaptığı planları gereğinden fazla seviyor, bu da planlarının altını oyuyor.

Hayır, kocam kendi işini kurmak yerine teknik eleman olarak sahip olduğu mütevazı işi sessizce sürdürseydi, çok daha doğru bir iş yapmış olurdu. O zamanlar durumumuz çok iyiydi. Kendimize ait bir evimiz yoktu, kabul; ama içeriye sadece sıkıntıların girebildiği böyle bir eve sahip olmanın kime ne yararı var?” Artık işten ayrılmak isteyen Marti’ye nasihatı da şudur:

Ayrıldığınızda, kendi işinizi kurmayı düşünürseniz, kocamın yaptıklarını yapmayın, çok farklı davranın. Özellikle de daha kurnaz olun.

İcraatsiz girişimci Fahim Bey

Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey’i (1941), icraatsız matrak entelektüel. Kahramanımızda göz kamaştıran bir araştırma ve düzen var, fakat icraat sıfır! Fikir var, onları gerçekleştirme irâdesi yok. Her şeyi vaktinden evvel düşünüp, hazırlıyor. Bazı ürünleri çeşitli ülke piyasalarına uygun fiyatlarla teklif için hayalî ithalatçılara tumturaklı mektuplar yazıyor, sonra üşenmeyip bunları itina ile kopya defterine de geçiriyor. Bununla yetinmeyerek, mektupları henüz kimseye yollamadığı halde, kendisine hitaben gene ilginç hitaplarla başlayan cevaplar yazıyor.5

Fahim Bey, memleketimizde “teşebbüsi şahsî” âlemine ilk girmek isteyenler arasındadır. Bursa ovasında pamuk tarımı projesine yatırım yapacak yabancı sermayedar bulamayınca, Galata’da bir iş hanında küçük bir oda kiralar. Fakat sabahtan akşama kadar odada ne ile uğraştığı pek anlaşılmaz. Koltuk, soba, yazı masası, kopya makinesi, etajer, vs. “Bu etajerin alt raflarında sıra ile bir düzine kadar yeni kartonlar ve orta rafında birçok şirketlerin nizamnameleri, bilançoları, senelik raporları ve üst rafında da boy sırasıyla dizilmiş siyah kaplı, büyük ve küçük kıtada, kalın ve ince birçok yeni defterler…” Fakat icraatsız intizamla peynir gemisi yürümüyor, bir süre sonra Fahim Bey kirayı ödeyemez olup, eşyasını evine taşıtıyor.

Şirketin ne imal ettiği belli değilse de, siparişlerin arkası kesilmiyor. Bütün uydurma siparişler ayrı bir deftere kaydediliyor, biriken kârlar yevmiye defterine geçiriliyor, sonra itina ile defter-i kebire naklediliyor. Adı gibi saf olan karısı Saffet Hanım, bu defteri gördüğünde çok şaşırıyor. Defter-i Kebir tabiri onu pek ziyade ürkütüyor, kebir kelimesini alçakgönüllü kocasına yakıştıramıyor!

Oblomov ile Tobler’in bileşkesi olan Fahim Bey, 1940 öncesi iş hayatımızın enfes bir özeti.

1. Joe Tidd ve John Bessant: Managing Innovation: Integrating Technological, Market and Organizational Change, Hoboken: Wiley, 2021, s. 9.

2. Patricia Nolan-Brown: Idea to Invention: What You Need to Know to Cash In on Your Inspiration, Amacom, 2014.

3. Suzanne Berger: Making in America: From Innovation to Market, Cambridge: The MIT Press, 2013, s. 76-81.

4. Robert Walser: Yardımcı, İstanbul: Can, 2013, s. 22.

5. Abdülhak Şinasi Hisar:Fahim Bey ve Biz, İstanbul: Everest, 2023.