Şiddet sarmalının yol haritası

HABER MASASI
Abone Ol

Gazetecilik yaşantım boyunca sivillere yönelik böylesi korkunç, birbiri ardına yapılmış saldırı hatırlamıyorum.

Bunların çoğu da ya DAEŞ tarafından üstlenildi ya da ona atfedildi. Kasım’da Paris’te 130 kişinin öldürüldüğü DAEŞ saldırısı sonrası Tunus (13 ölü), Libya (60), California (14), İstanbul (3 saldırıda 60), Jakarta (4), Suudi Arabistan (2 saldırıda 11), Belçika (32), Yemen (26), Bangladeş (2 saldırı 25), Kazakistan (7), Orlando (49) ve Fransa’da (2) saldırılar gerçekleşti. 14 Temmuz Perşembe günü bugüne kadar gerçekleşen en dehşetengiz saldırıda Muhammed Lahouaiej Bouhlel, 19 tonluk kamyonu 30 bin erkek, kadın ve çocuğun olduğu kalabalığın içine sürerek en az 84 kişiyi öldürdü ve yüzlerce kişiyi de yaraladı. Almanya’dan gelen bir başka haberde ise 17 yaşındaki bir Afganlının elindeki baltayla yolcu treninde çok sayıda kişiyi yaraladığını öğrendik. Daha da kötüsü bunların devam edecek olması.

Peki ne oluyor? DAEŞ dünyanın birçok yerindeki bu şiddet dalgasıyla ne yapmak istiyor?

DAEŞ ve daha önce Kide, bu kanlı mesajlarının nasıl bir etki yaptığının farkındalar. Kanlı mesaj, DAEŞ’in propaganda biriminin Ekim 2014’te Kürt savaşçıların kafalarını kestiği video görüntülerini yayınlarken kullandığı bir tanımlamaydı. Her bir dehşetengiz (cihadçıların söylediği gibi) saldırı bir öncekinin üstüne çıkmak ve terör krallığını büyüterek, manşetlere yerleşmek amacı taşıyor.

Bu bir psikolojik savaş ve El Kide ideoloğu Ebu Bekir Naci’nin 2004 yılında yayımladığı Savaşın Yönetimi adlı eserinden bu yana aşırılıkçıların stratejisinin bir parçası oldu.

Naci’nin eserinde savaş hangi taraf daha gaddar şiddet uygulayarak karşı tarafı teslim olmaya mecbur bırakırsa onun zaferiyle sonuçlanacağını belirtir. Bu yeni değildir? Örneğin Haçlı Seferleri sırasında taraflar tehdit yoluyla birbirini sindirmeye çalışmış, Hıristiyanlar kafalarını kestiği Müslüman savaşçıları etrafını sardıkları kasaba kalelerinden içeri fırlatırdı.

Kurbanları insandan daha aşağılık olarak gösteren bu beyin yıkama süreci, insanları insanlık dışı eylemler yapmaya ikna etme amacı taşıyor. Irak’ta 2006’da dört meslektaşı ile birlikte 14 yaşındaki Abir Kasım el-Cenabi’yi ailesinin gözü önünde tecavüz ederek öldüren asker Steven Green, mahkemede Iraklıları insan olarak görmediğini söylemişti.

Bouhlel sürdüğü kamyon ile 10’u çocuk onlarca şansız kişinin canını alırken onların insanlığını umursamıyordu bile.

DAEŞ propagandisti Ebu Muhammed el-Adnani yakın zaman önce takipçilerinden ‘yalnız kurt’ eylemleri yapmalarını ve arabalarıyla günahkar Fransızların üzerine sürerek onları ezmelerini istemişti. Bouhlel ise araba kiralama şirketine en ağır kamyonu istediğini söyleyerek, bunu bir üst seviyeye taşıdı. Bouhlel küçük bir suçluydu ve bu saldırı DAEŞ adına kimlerin intihar saldırısı düzenleyebileceğini göstermesi açısından çarpıcı bir örnekti. DAEŞ istihdam ettiği saldırganlara cihatçı ve şehit olarak daha önce işledikleri günahların affedileceğini ve öteki dünyada cezalandırılmaktan kurtulacakları vaadinde bulunuyordu. Cezaevleri ise aşırılıkçılık ve bu örgütlerin istihdam merkezleri konumunda.

Diğer birçok saldırgan gibi Bouhlel de sinir hastalıklarından mustaripti DAEŞ’in online elemanlarının tam aradığı yabancılaşma ve adaletsizlik duygusu göçmen topluluklar içinde yaygındır. Bouhlel de Tunus kökenliydi: 2004’te ziyaret ettiği bir psikiyatrist Fransız basınına yaptığı açıklamada ona psikoz başlangıcı teşhisi koyduğunu söyledi. Bouhlel’in şiddete eğilimi vardı ve bir yol kavgasından dolayı suçlu bulunmuş, karısı da kendisine yönelik düzenli şiddet uyguladığını söylemişti.

Bütün bunlar Bouhlel’i DAEŞ’in o unutulmaz şiddetini ihraç etmek için kusursuz bir aday haline getirmişti. Kim Ürdünlü pilot Muat Safi Yusuf el Kasasbi’yi bir kafes içinde canlı canlı yakıldığı ya da dört ajanın kafes içinde bir yüzme havuzunda boğulduğu o görüntüleri unutabilir.

Peki Batı neden DAEŞ şiddetinin hedefi haline geldi? Bunun ilk cevabı DAEŞ’in online yayını Dabıq’ın Nisan sayısında yer alıyor. Brüksel’deki saldırıları kutlayan dergi, üç kardeşin Irak ve Şam’da Haçlı savaş uçaklarının sürekli bombardımanı altında olan Müslümanların öcünü almayı istediklerini belirtiyordu.

Bir başka sebep ise DAEŞ’in Suriye, Irak ve Libya’da Batı destekli güçlerin asimetrik savaşı karşısında önemli merkezlerini kaybediyor olması. Batı’daki hedeflere saldırılar da düşmanlarının dengesini bozmak için yaptıkları asimetrik yanıtlarını oluşturuyor.

Bunun bir de ekonomik tarafı var. Türkiye, Fransa ve Mısır gibi ülkeler turizme dayalı ekonomiler. Sadece turizm değil ama eğlence ve konaklama endüstrisi de da bu işten zarar görecek. İnsanlar bar ve restoranlara, konserlere kulüplere, festivallere muhtemel bir bomba, kamyon ya da bıçaklı saldırının kurbanı olmamak için gitmekten çekinecektir.

İslam karşıtlığı ve aşırı sağın yükselişi de paradoksal olarak aşırıların yapmaya çalıştığı topluma uyumsuzluk ve isyan tohumları ekmeyi onların yerine yapıyor. Bunda da Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın büyük bölümünde başarısız devletlerin norm haline geldiği ülkelerde amacına ulaşmış durumda.

Uluslararası toplum DAEŞ’in yönelttiği tehdidi küçümseyerek ve bunu Suriye, Irak, Libya ve Yemen’deki varlıklarını bombalayarak çözemeyeceğini kabul etmeden ciddi bir çözüm bulamayacağının farkına varmalı. Şimdi asıl doğduğu toprakları kaybeden DAEŞ giderek daha hızlı şekilde ideolojik bir yapıya bürünerek daha fazla şiddet ve yıkıma yönelerek nefret ve öç alma güdüleriyle hareket edecektir.

Korkarım ki önümüzde haftalar ve aylarda daha fazla saldırı ile karşı karşıya kalacağız.