Paraya yön veren lordlar
Vanguard, Black Rock, State Street, Fidelity, Newyork Mellon, JP Morgan, Morgan Stanley, Goldman Sachs, Capital Research gibi küresel çapta yatırım bankacılığı yapan şirketler toplamda 30 trilyon dolardan fazla parayı yönetiyor. Enerji, savunma, sağlık ve gıda gibi temel alanlarda tekel konumuna gelmiş markaları da içine alan örümcek ağının küresel ekonomideki büyüklüğü bazı hesaplamalara göre yüzde 85.
Nüfusu sadece 16 milyon civarında olan Yahudilerin 8 milyarlık dünya nüfusunun ekonomisine nasıl hükmettiği yıllardır yanıtı aranan bir soru. Dünyanın en eski ve güçlü bankerlerini çıkaran etnik yapı, borç para vermeye dayalı küresel finans sisteminin hem mimarı hem de en güçlü aktörleri haline geldiler. Sadece finans piyasasında kalmayıp bunu üretimle, markalaşma ve inovasyonla devam ettiren Yahudiler bugün dünyanın enerji, savunma, sağlık ve gıda gibi en stratejik alanlarında adeta tekel durumunda. Binlerce küresel markanın tamamının yönetim kurullarında yer alan lordlar küresel ekonominin de direksiyonunu elinde tutuyor. Finans dünyasının içinde adeta bir kara delik oluşturan, aslen İngiltere’de Kral’ın dahi müdahale edemediği, City of London olarak isimlendirilen ve birkaç kilometre karelik bir alanda özel yasalara tabi olacak şekilde konuşlandırılan, devlet içinde bir devlet olarak nitelendirilen, 19.yüzyıldan bu yana dünya finansını yöneten küçücük bir toprak parçasından dünyaya yayılan bir gücün yansıması olarak ortaya çıkan bu lig, 2. Dünya Savaşı sonrası ABD ekonomisine tam anlamıyla entegre olduktan sonra Batı dünyasının iktisadi ve siyasi anlamda yönetimini ele geçirmiş durumda.
Bugün dünya borsalarından işlem yapan en büyük yatırım bankalarının ve devasa yatırım fonlarının tamamını elinde tutan, bu sayede özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin finansal piyasalarında türlü oyunlar çeviren, bu yatırım bankaları ve fonlar aracılığı ile ulus devletlerin bankacılık sistemlerine ortak olan Lordlar Ligi’nin küresel aktörleri IMF, Dünya Bankası, Fed, ECB, BoE gibi kuruluşların kararlarında da son derece etkililer. Sadece bu saydığımız ekonomi-finans alanında faaliyet gösteren kuruluşlar da değil; yaptıkları yüksek tutarlı bağışlar ve kuruluşların sahip oldukları bütçelere/fonlara verdikleri yönetim tavsiyeleri ile UNESCO, WFP, FAO gibi örgütlerin yönetimini de en tepedeki temsilcileri sayesinde kontrol altında tutuyorlar.
Dünyanın en büyük medya holdinglerinde olan ortaklı payları ile tam anlamıyla siyaset-ticaret hattında olağanüstü bir gücü ellerinde tutuyorlar. Sosyal ve siyasal hayatın öne çıkacak ya da yerin dibine sokulacak aktörlerini belirleme gücünü ellerine veren, onlarca küresel çapta yayın yapan televizyon kanalı, gazete, film yapım şirketi, radyo ve dergiyle tüm dünya milletleri üzerinde diledikleri şekilde algı yönetimi yapabilecek güce sahipler.
Sadece Lordlar Ligi’nin yönetici haklarına sahip ciddi ortaklık payları bulunan News Corp. medya şirketi grubunun kontrolünde olan bazı yayın organlarını saymak yeterli olacaktır:
Times, Sunday Times, Sun ve News of the World Wall Street Journal, New York Post, Sunday Times, Sun, News of the World, Herald Sun, The Australian, Fox TV, Fox News, National Geographic, Star, Sky Italia, British Sky…
Böyle bir küresel çapta medya gücü ile şimdiye kadar algı yönetimi açısından neler yapıldığını ve bundan sonra da neler yapılabileceğini hayal etmek bile çok zor.
Savunma sanayinde Lockheed Martin, Raytheon, Boeing, Northrop, G.Dynamics gibi dünya çapında silah üretimi yapan tüm büyük şirketler de Lordlar Ligi’nin kanca atıp yönetimlerine dahil olduğu şirketler arasında.
- Dünyanın kan akıtılan tüm coğrafyalarında karşımıza çıkan bu şirketler ABD’nin her türlü istikrarsızlaştırma operasyonunda en önde gelen aparatlar olarak karşımıza çıkıyor.
Örneğin ABD'nin Suriye'de YPG'ye yardımlarının tümü Lockheed Martin tarafından yapılıyor. Pentagon’un içindeki en büyük gücün sahibi bu firma… Lordlar Ligi’nin ortakları arasında olan bir başka dev silah firması olan Raytheon ise karşımıza özellikle Tayvan’ın Çin’e karşı ve Ukrayna’nın Rusya’ya karşı silahlandırılması faaliyetlerinde karşımıza çıkıyor. Milyarlarca dolarlık anlaşmalar ve yardımlar paketleri ile halihazırda başlamış ya da başlaması muhtemel çatışmalar için üretimleri tam gaz devam ediyor. Dünyanın en önde gelen ilaç üreticileri olan Johnson & Johnson, Pfizer ve Novartis’de Lordlar Ligi’nin en kritik yatırımlarına sahip şirketler olarak karşımıza çıkıyor. Bunlardan başka daha ilaç sektöründe faaliyet gösteren şirkete yatırımları var olmakla beraber bu üçlü dünyanın kendi alanlarında starları olması sebebiyle son derece önemli. Kovid- 19 sürecinde yaşanan tartışmalı aşı süreci düşünüldüğünde Lordlar Ligi’nin ilaç şirketleriyle bazı gizli gündemlerinin de var olduğunu anlamak zor değil.
Sıra geldi petrole. ABD dolarının dünyanın rezerv parası olmasını sağlayan petro-dolar sisteminin en büyük oyuncularının ortakları arasında yine Lordlar Ligi’nin üyeleri karşımıza çıkıyor. Tablonun en başında karşımıza çıkan Exxon Mobil doğrudan John D. Rockefeller'in Standard Oil Company şirketinin kökeninden gelmesi ve ABD petrol tarihi açısından son derece güçlü bir aktör olması açısından dikkat çekici bir şirket. Milyarlarca dolarlık bir piyasanın içerisinde en büyüklere ortak olan yatırım şirketlerinin birbiri ile karmakarışık ortaklıklarının bulunması gerçekten son derece kafa karıştırıcı. Üstelik bu kuruluşların tarihlerinde petrol piyasası da tekel oluşturma konulu adli mercilere ulaşmış çok sayıda şikayet varken…
Lordlar Ligi üyelerinin bir başka önemli yatırım alanı da gayrimenkul sektörü. Dünyanın en büyük gayrimenkul şirketlerinin ortaklık yapılarında Lordlar Ligi’nin en büyük üçlüsü Vanguard, Black Rock ve State Street muazzam ortaklık payları ile yine karşımıza çıkıyor.
Lordlar Ligi üyeleri tabi ki de bu geleneksel sektörlerin yanında dünyanın en değerli şirketleri haline gelen teknoloji şirketlerinin yönetim kurullarında kendilerine koltuk bulma konusunda gecikmediler. Daha ilk kuruldukları yıllardan itibaren Apple, Microsoft, Alphabet, Meta gibi çok sayıda geleceği tasarlayan firmaya da yatırım yapan Lordlar Ligi’nin üyelerinin adı, bu firmaların başındaki iş insanlarının milyar dolarlık servetleri konuşulurken anılmadı bile. Her zaman olduğu gibi sessiz ve derinden yatırımlarını gerçekleştirmeye ve dünyayı değiştirenlerin masalarında kendilerine yer bulmaya devam ettiler.
Bu yazıda ismini anmadığımız fakat sizin aklınıza gelen daha yüzlerce Batılı dev şirketin ortaklarının arasında Lordlar Ligi üyelerini görmek mümkün. Doğrudan ortaklığını göremediğiniz birçok firmaya da dünya çapında birçok ülkenin borsasında faaliyet gösteren Bank of America, Citigroup, JP Morgan vb. yatırım bankaları aracılığı ile hisselerini ellerinde tutarak ortak oluyorlar.
İngiltere’nin Londra şehrinin içinde bulunan ve tamamen finans dünyası için kanunları dahi özel tasarlanan bir alandan, yüzlerce yıllık bir sürecin sonunda büyüyüp dünyaya yayılan ve özellikle de ABD’ye konuşlanan akıl almaz bir sermaye gücünün ürünü olduğu için “Lordlar Ligi” ismiyle nitelediğimiz bu karmaşık ağın tüm sektörler ve ulus devletler üzerindeki gücünü tam olarak kavramak hatta hayal etmek dahi çok zor.
- Her ne kadar en güçlüleri yaklaşık 10 trilyon dolarlık muazzam bir büyüklükle Black Rock gibi gözükse de ortaklık yapıları incelendiğinde Lordlar Ligi’nin amiral gemisinin Vanguard olduğu anlaşılmakta.
Ligin üç numaralı büyüğü ise State Street olarak karşımıza çıkıyor. İşin garibiyse küresel finansı yöneten bu üç firmadan en erken kurulanın dahi böyle muazzam bir güce rağmen sadece 48 yıllık bir geçmişe sahip olması. Daha da enteresanı tamamının birbiri ile olan karmaşık ortaklıkları takip edildiğinde firmalarla örülü ağlar içerisinden hiçbir gerçek kişiye ulaşılamaması. Yani firmaların sahiplerinin Vanguard’a kadar birbirilerinin sahibi olması ve Vanguard’da ise ortaklık yapısının paylaşılmayıp isimleri zikredilemeden şirket tarafından binlerce ortağın var olduğunun ilan edilmesi.
Tüm bunlarla beraber şirketlerin üst düzey yöneticilerinin kariyer geçmişleri ve sosyal ilişkileri araştırıldığında, yine ortaklık yoluyla kontrol edilen diğer büyük eski yatırım bankaları ile olan münasebetler incelendiğinde karşımıza Lordlar Ligi’nin bir Yahudi sermayesi ligi olduğu gerçeği çıkıyor.
Ortaçağ'dan bu yana finans alanında yaptıkları çalışmalar ve İngiltere Merkez Bankası'nın 17. yüzyıldaki faaliyete başlamasından bu yana, başta City of London’ın krala verilen borç karşılığı kurulmasını sağlamak gibi Londra’da gösterdikleri faaliyetler düşünüldüğünde Lordlar Ligi’nin Yahudi bankerlerin 4 asırlık çalışmalarının sonucunda ortaya çıkmış devasa bir finans organizasyonu olmasına şaşırmamak lazım.
19. yüzyılda yaşanan Napolyon Savaşları ile beraber ciddi manada siyasallaşan bu sermaye gücünün tarihte karşımıza siyasi manada en net olarak çıktığı ilk sahne hiç kuşkusuz Balfour Deklarasyonu’dur. Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un imzasını taşıyan ve onun adıyla tarihe geçen Balfour Deklarasyonu ile İngiltere hükümeti, o sırada Osmanlı toprağı olan ve Yahudi nüfusun küçük bir azınlık olduğu Filistin'de, "Yahudi halkı için ulusal bir anayurt kurulmasını" destekleyeceğini bildirmişti.
Balfour, deklarasyonu, İngiltere’de City of London’ın bir numaralı bankeri olan Yahudilerin liderlerinden Lord Walter Rothschild'a hitaben gönderilen bir mektuba ekli olarak gönderilmişti.
- Lord Rothschild, Yahudilerin "tarihi anayurt" saydıkları, Şeria/ Ürdün Nehri'nin doğu yakasından Akdeniz'e kadar uzanan, o sırada Filistin denilen topraklarda bağımsız bir devlet kurma ülküsü, yani siyonizmin en önde gelen savunucusu ve İngiltere Siyonist Federasyonu'nun da başkanıydı.
Deklarasyon metni, Lord Rothschild'a mektupla gönderildikten bir hafta sonra 9 Kasım 1917 günü gazetelerde de yayımlanmış ve böylece kamuoyunun konuyla ilgili bilgisi olmuştu.
Bu aynı zamanda dünyanın en güçlü ve etkili ülkesi tarafından siyonizme verilen ilk açık destekti. Yukarıda paylaşılan Lordlar Ligi’nin dünyanın en güçlü firmalarındaki (ki çoğu ABD firması) ve dünya finansını yöneten devasa yatırım fonlarındaki/bankalardaki ortaklık payları ile beraber tarihsel bir kayıt olan İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un mektubu aynı anda kadraja alınca, İsrail'i ziyaretinde bunca zulümlerine rağmen açıktan açığa "Bir Yahudi olarak da buradayım." ifadesini kullanan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ı anlamak son derece basitleşiyor. Sadece aktörlerin isimleri değişmiş o kadar. Dün 1. Dünya Savaşı sonlarında finansal açısından çökmek üzere olan İngiltere, Yahudi bankerlere ne kadar muhtaçsa bugün ABD de onlardan çok daha muhtaç durumda.
Hasılı, tarih tekerrür etmeye, İsrail ise dünya finansını ele geçiren destekçileri sayesinde zulm etmeye devam ediyor…