Ne olacak bu fenomen iletişimi?– I
Tarih tekerrürden ibarettir derler ya, aslında bu söz medya için de geçerlidir. Medya ne kadar “yeni” olsa da, doğrusu ve yanlışı ile bir bakıma aynı tarihsel dinamikler üzerinde hareket ediyor. Televizyonlarda izlediğimiz göstermelik politika programları veya aile tartışmalarının ne kadar planlı olduğunu, reyting uğruna ne beyinlerin yandığını hep birlikte gördük. Geldiğimiz noktadaysa kurgu üzerine kurulu programların yerini hızla fenomen iletişimi almakta. Nasıl ki, -mış gibi olan programlar bir dönemin ana akım işleriyse şimdi de tıpkı bir başka biçimde tarihin tekerrür etmesi gibi etkileşim ve izlenme uğruna “fenomenler”in yalan yanlış bilgileri sanal âleme saldıklarına şahit oluyoruz. Okuma oranının azaldığı, insanların yüzeysel bilgi ile tatmin olduğu zamanımızda, içerik üreticilerinin işi bir hayli kolaylaştı. İşin garip tarafı, aslında nitelikli içerik üreticilerinin de bu sığ yalınlıkla yarışmak adına sadeleşmek için ciddi çaba harcamaları. Birçok yazarın sosyal medyaya içerik üretirken, içeriğini sadeleştirmek adına gösterdikleri çabanın bizzat şahidiyim. İşte bu düzen, bir karmaşanın tam ortasında olduğumuzun ispatı şeklinde kendini dışa vuruyor.
Nitelikten vazgeçenlerin çağı
İçinde bulunduğumuz sadeleşme, asıl görüntüsüyle sığ bir basitleşme olayı, nitelikli ve niteliksiz içerik üreticilerini tek düzleme çekerken iyi ile kötü, doğru ile yanlış, sap ile saman birbirine karışmaya başladı. Gidişat ve içeriğin kıymeti, yerini neredeyse tamamen televizyonlardaki reyting ölçümü, sosyal medyada erişim ve etkileşim oranlarının hesaplanmasına bıraktı. Yani videonuz ne kadar çok izlenirse, beğeni, yorum ve kaydetme alırsa o derecede“başarılı” oluyorsunuz. Bir kitap yazmak ayları hatta yılları alırken, 5 dakika içerisinde çektiğiniz bir video ile hızla milyonlara erişebiliyorsunuz. İşte tam olarak böyle çarpık bir medya düzeninin içindeyiz. Hızla tüketilen içerikler mecburen daha çok içerik gereksinimi oluşturuyor. Hâl böyle olunca abuk sabuk videolar, yalan yanlış bilgiler internet âleminde kol geziyor. İşaret ettiğim çarpık medya düzeninin en dikkat çekici özneleriyse, ne olursa olsun şöhreti yakalama düşüncesiyle hareket eden fenomenler...
Şöhret felakettir
Şöhret bir hastalıktır, zehirdir der büyüklerimiz. İçinde bulunduğumuz çağı daha iyi anlatabilecek bir ifade bulmak gerçekten güç. Tanınma merakı olan kişiler, özellikle ürettiği bir içerik çok tuttuğunda bu hazzı sürekli yaşamak adına sosyal medya hesaplarını birer çöplüğe çeviriyor. Yalan yanlış temizlik veya tamir bilgileri, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan sağlık önerileri veya saçma sapan zayıflama tavsiyeleri internet kullanıcılarını meşgul ediyor. Hatta meşgul etmekle kalmıyor, kandırıyor ve takipçilerini istismar ediyor. Bu gibi kendini tekrar eden, sponsorlu mağaza ve etkileşim tutkunu fenomenleri iyi tespit etmek ve diğer kaliteli içerik üreticilerinden ayırmak lazım. Bunun için de iletişim süreçlerini doğru okumak, kaliteli bir medya analizi yapmak gerekiyor.
Dikkat! Influncer Marketing
Bot hesaplarla takipçi, hatta beğeni ve yorum satın alınabilen bu zamanlarda, sayıları çok iyi okuyabilmek ve buna göre “influncer marketing” çalışmalarında tercih yapmak gerekir. Çünkü sadakat bir kez kırılırsa geri toparlamak zor olur. Yani takipçilerini kandıran veya reklam uğruna istismar eden bir fenomenle markamız asla yan yana gelmemeli.
Güven, bir müşterinin markasından beklediği en önemli değerdir. Marka hata yapabilir veya bir konuda eksik de kalabilir ama asla güven sarsamaz. Son zamanların trend iletişim mecrası veya yöntemi diyebileceğimiz “influncer marketing” yönteminde tercihlerimizi buna göre yapmamız gerekir.
Post-Truth
Fenomen iletişimi konusu, medyanın düzeni ve influncer marketing süreçlerini takip ve analiz etmeye devam edeceksek, nasıl bir dönemde olduğumuzun adını koyarak merkezimi belirleyebiliriz. Aslında içinde bulunduğumuz çağ ve fenomen iletişimi özelinde anlattığım konuları daha da anlaşılır kılacak bir kavrama sahibiz: Post-Truth.
Post-truth; gerçeklik kadar hakikatin de kaybolduğuna işaret ediyor. Kavramın meşhur düşünürü Ralph Keyes, post-truth ve oluşturduğu çağ hakkında şu net açıklamayı yapıyor:“- Yalancılar her zaman var olmuş olsa da, yalanlar genellikle tereddüt ederek, bol miktarda kaygıyla, bir parça suçlulukla, biraz utançla, en azından az biraz mahcubiyetle söylenirdi. Şimdiyse, zeki insanlar olarak, suçluluk duymadan paçayı kurtarabilmek için gerçeği örtbas etmeye gerekçeler buluyoruz. Ben buna hakikat sonrası [post-truth] diyorum. Hakikat sonrası bir çağda yaşıyoruz. Hakikat sonrası, etik açıdan bir alacakaranlık kuşağında yer alıyor.”
Açıklamadan da hareketle bir özete başvurarak düşüncemizi bir çapayla sabitleyelim: Bizler yakın geçmişte televizyon kurgularıyla, şimdiyse daha hızlı bir şekilde sığlaşmakta bir beis görmeyen fenomen iletişiminde hakikati kaybediyoruz.
Oluşturduğum genel çerçeveye ek olarak şunu da söylemek isterim; fenomen iletişimi, hakikat sonrası çağ, niteliğin hiç olmadığı kadar kaybolması, yani bir bütün olarak medya stratejilerinden iletişim süreçlerinin geldiği noktaya kadar geniş bir aralığa işaret eden bu konu, tabiri caizse daha çok su kaldırır.
O hâlde yazımın son satırında açık bir not bırakarak sizlerle şimdilik vedalaşıyorum: Devam edecek...
Kaynak: Ralph Keyes, Hakikat Sonrası Çağ – Günümüz Dünyasında Yalancılık ve Aldatma, Çev. Deniz Özçetin, 2.bs., Ankara, Tudem Yayın Grubu, 2019.