Merkez Bankaları yılı…
Küresel ekonomi uzun bir süreden bu yana ciddi sınamalarla karşı karşıya. Aslına bakarsanız bu sınamaların birbirini tetikleyen krizler zincirinden kaynaklandığını söylersek çok da yanlış yapmamış oluruz. Pek çok İktisatçıya göre bugün yaşadığımız krizlerin çoğu aslında II. Dünya Savaşı’ndan bu yana gelen birikimli sorunlardan kaynaklanıyor. Bunların başında da kapitalizmin kendisi geliyor. Kapitalizm demişken ana akım iktisada değinmeden olmaz.
Ana akım iktisadın konuları ele alış biçimi ve sorunları çözme yönteminin eşitsizlikleri artırdığına dair pek çok örnek var. Yakın tarihte özellikle Kovid-19 pandemisi ile beraber bu konu daha sık gündeme gelmeye başladı. Sonrasındaki dönemde de yerleşik iktisadın çözüm önerilerinin ne kadar işe yaradığı da tartışmalı hale geldi. Bu tartışmaların bir diğer odak noktası da merkez bankaları olmuş durumda.
2008 Küresel Finansal Krizi’nden bu yana merkez bankaları ve merkez bankacılığı en çok tartışılan konulardan bir tanesi. Çünkü merkez bankalarının politikaları tüm bir ekonominin işleyişini yönlendirme açısından kritik bir öneme sahip. Hele söz konusu merkez bankası rezerv para olarak kabul edilen para birimlerinden birisinin sahibi ise işler daha da karmaşık hale gelebiliyor. Örneğin ABD Merkez Bankası olan Fed ile Avrupa Merkez Bankası olan ECB’nin kararları ve politikaları başta Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomiler olmak üzere tüm dünya ekonomilerini yakından ilgilendiriyor.
Elbette bu mesele oldukça eskiye dayanıyor. Ancak biz bugün konuyu biraz daha yakın bir tarihi milat alarak başlayalım. 2019 yılının sonlarına doğru Çin’de bir hastalığın başladığı ancak dünyanın geri kalanının korkmaması gerektiğine yönelik başlayan haber akışları 2020 yılının hemen başında yerini bir pandemi duyurusuna bıraktı. Ardından tüm dünyada tedarik zincirlerini alt üst eden kapanmalar başladı. Ülke sınırları kapatıldı, uçuşlar durduruldu, gemiler limanlarda kaldı ve nihayet sokağa çıkma yasakları uygulandı.
Aradaki dönemde yaşananları bildiğiniz için burada tekrarlamayacağım. Ancak pandemi bir şekilde atlatıldıktan sonra ise tüm dünya ekonomilerine çok ciddi bir sorun bıraktığını hatırlatmakta fayda var: Enflasyon. Gerçekten de o günden bugüne enflasyon tüm dünya ekonomilerinin ana gündem maddesi hatta sorunu olma özelliğini koruyor. Ancak bu enflasyonu diğerlerinden ayıran en önemli özellik başlarda “istenen” bir şey olmasıydı. Zira pandeminin başlarında esas konu ülke ekonomilerinin sorunlarından daha ziyade vatandaşların hayatlarıydı. Hatta bir dönem IMF ile “enflasyonu bir kenara bırakıp ekonomileri destekleyin” şeklinde açıktan yönlendirmeler yaptı. Dahası ülkelere nakit enjeksiyonu yaparak enflasyonu tetikleyecek politikaları teşvik etti.
Pandemi döneminde “helikopter para” uygulaması da dahil olmak üzere çok ciddi genişletici para ve maliye politikaları uygulandı. Elbette bu genişleme başlarda “geçici” olarak kabul edilen enflasyonu da tetikledi. Enflasyon öyle yüksek seviyelere yükseldi ki hükümetler vatandaşları için teşvikler vermek zorunda kaldılar. Merkez Bankaları parasal genişlemeye giderken hükümet borçları da tarihi rekor seviyelere yükseldi. Mesela pandemiden önce 3,8 trilyon dolar seviyesine olan Fed bilançosu çok kısa sürede önce 7,1 trilyon dolara sonra da 8,99 trilyon dolara kadar yükseltildi.
Benzeri şekilde pandemi öncesinde 4,7 triyon Euro seviyesinde olan ECB bilançosu da hızla 8,8 trilyon Euro’ya kadar çıktı.
Bu iki majör merkez bankasının tek icraatı bilanço genişlemesi değildi. Pandemi başlar başlamaz hemen faizleri de düşürdüler. Amaçları Enflasyon yaratma pahasına mümkün olduğunca ekonomileri desteklemekti.
Pandemi bittikten sonraki dönemde enflasyonun aslında “geçici” olmadığının anlaşılması daha doğrusu itiraf edilmesi ile beraber bu kez ekonomileri tamamen durdurmadan enflasyonla mücadele politikalarına odaklanıldı. Fed’in “yumuşak iniş” olarak adlandırdığı bu programın ana sac ayağı ekonomide bir durgunluğa neden olmadan enflasyonun hedef seviyelere düşürülmesiydi. Elbette bu çok kolay bir program değil. Önce faiz artışları başladı. Ardından da bilanço daraltma programları devreye girdi.
Ancak bu faiz artışları sıradan faiz artışları değildi. Zira hem ECB hem de Fed’in politika faizleri tarihi yüksek seviyelere çıkartıldı. Bu durum Dolar Endeksi’nin güçlendirdiği için diğer ekonomilerin enflasyonla mücadelesini zorlaştıran sonuçlar üretti. Hatta bir ara Euro/Dolar paritesi terse dönerek diğer tüm ekonomilerdeki hesapların şaşmasına neden oldu.
Bugün geldiğimiz noktada 2024 yılı merkez bankalarının yılı olacak. Çünkü faiz indirimlerinin bu yıl içinde başlamasını bekliyoruz. Ancak zamanı ve oranı ile ilgili soru işaretleri halen gündemde olduğu için merkez bankaları hali hazırda ana gündem maddesi olmuş durumda. Özellikle Fed’in politikası sadece Dolar Endeksi’ni değil aynı zamanda altın başta olmak üzere tüm emtiaların fiyatını ilgilendirdiği için dünyadaki tüm ekonomistlerin gözü Fed’e çevrilmiş durumda.
Mart ayındaki Fed toplantısının ardından bu yıl için toplam 75 baz puana karşılık gelen 3 faiz indirimi bekleniyor. Elbette bilanço daraltma programı da belirli bir hızda ilerlemeye devam edecek. Benzeri bir adımı ECB’den de bekliyoruz. Ancak tam zamanı ve oranı kestirmek güç.
Özetle 2024 yılı boyunca ana gündem maddelerimizden bir tanesi Fed’in ve ECB’nin politikaları olacak. Bu manada başta enflasyon gelişmeleri olmak üzere veri akışına odaklanmamız gerekiyor Zira her bir veri akışı her iki merkez bankasının da politikalarının anlık değişmesi sürecini beraberinde getirebileceği için başta Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler olmak üzere dünyadaki diğer ekonomilerin diken üstünde olduğu bir yıl olacak.