Küreselleşme duvara tosladı

HABER MASASI
Abone Ol

Trump’ın seçilmesi Avrupa Atlantik sistemin son 70 yıldır liderliğini yaptığı liberal, uluslararası ekonomik sistemin sorgulanmasını tetikledi. Birinci raundu kaybeden küreselleşme adeta duvara tosladı. Nedeni ise çok basit, sistemin kurucu ve kollayıcı ülkesi olan ABD'nin bizzat onun karşısında olması.

Berlin Duvarı 9 Kasım 1989’da yıkıldı, etkisi büyük oldu. Ardından Sovyetler ve Doğu Bloku… Dünyada özgürlük, barış ve daha iyi bir gelecek havası eserken, tüm ülkelere daha yaşanası ve iyi bir sistem vaat edildi. 1945 sonrasında ABD liderliğinde kurgulanan liberal demokrasi modeli ve onun ekonomi söyleminin önünde artık engel kalmamıştı. 1992’de Francis Fukuyama “Tarihin sonu ve Son İnsan” adlı kitabında liberalizmin zaferini şöyle haykırıyordu: “ İnsanlık tarihine damgasını vuran ideolojiler savaşı artık liberalizmin demokrasinin kesin zaferiyle sonuçlanmıştı ve tarihe burada bir nokta koymak gerekiyordu.”

Sistem bizzat ağababası tarafından sorgulanıyor

Duvarın yıkılışından 27 yıl sonra bu kez ABD seçimlerinin ertesi günü yani 9 Kasım sabahı için Fukuyama şu sözleri kaleme alıyordu: “Donald Trump’ın Hilary Clinton’ı uğrattığı şaşkınlık verici yenilgi yalnızca Amerikan siyasetinde değil dünya düzeninin tamamı için bir dönüm noktası oluşturuyor. Popülist milliyetçilik dönemine giriyoruz gibi görünüyor; bu yeni dönemde 1950’lerden bu yana inşa edilen baskın liberal düzen öfkeli ve kudretli demokratik çoğunlukların saldırısı altında. Rekabetçi ve aynı ölçüde öfkeli milliyetçiliklerin dünyasına doğru ilerliyor olma riskimiz çok yüksek ve eğer bu gerçekleşirse, 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışının ifade ettiği derecede ciddi bir kırılma noktasına varabiliriz.” Fukuyama, tarihin sona ermediğini Financial Times’daki son makalesinde itiraf ederken, Batı’da yükselen milliyetçi siyasetten küresel ekonominin de etkileneceğini söylüyor. Fukuyama dahil olmak üzere birçok teorisyeni yeniden düşünmeye iten neden ise Trump’ın başarısı yanında bizzat ABD tarafından kurulan, korunup, kollanan sistemin yeniden tartışmaya açılarak adeta sahipsiz bırakılması.

Birinci raundu kaybetti

Küreselleşme, birinci raundu kaybetti. 1945 sonrasında oluşan ve Berlin Duvarı’nın yıkılması ardından hızlanan global ekonomi deyim yerinde ise duvara tosladı. Bu iddialı ifadenin nedeni de kanıtı da çok basit. Bretton Woods sistemi olarak bilinen Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ), Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası gibi kurumların da içinde olduğu temelde liberal ekonomi, ülkeler arası işbirliği ve serbest ticareti kendine referans olan sistem, bizzat sürecin sahibi, abisi, koruyucusu tarafından sorgulanıyor. Zira bu durumun önemli bir sebebi de rakamlarda gizli. 2015 yılında yüzde 10.9 küçülen dünya mal ticareti 16.5 trilyon dolara geriledi. Bu yıl sonunda ise, 1 trilyon dolara gerilemesi bekleniyor. Nitekim yılın ilk 6 ayında dünya mal ticareti yüzde 9 küçüldü. Bu durum, ihracatta tüm ülkelerin daha az gelir elde etmeleri ve rekabetin daha da keskinleşmesine yol açıyor. Koruma önlemlerinden bölgeselleşmeye, ekonomik yavaşlamadan yerli sanayiye yönelmeye kadar birçok gelişme, mal talebini sınırlıyor.

Serbest ticaret için birçok şey aynı olmayacak

Uzun bir dönem, küreselleşmenin siyasal, ekonomik ve kültürel olarak toplumları ve ülkeleri birbirine yakınlaştırdığı hatta entegre ettiği söylemi dilden dile dolandı, nereden bakarsanız bakın bir ölçüde gerçek oldu. Ancak aynı zamanda, terörizm, yerel ve bölgesel çatışmalar, kitlesel göç, yoksulluk da küreselleşti.

Bunun da ötesinde ABD’nin yeni başkan namzeti Donald Trump açık seçik, diğer ülkelerin ve küresel şirketlerin gözünün içine baka baka bu sistemin böyle devam edemeyeceğini ve ABD’ye zarar vermekten başka bir işe yaramadığını açıkça haykırıyor. Bu itiraz ona Beyaz Saray’ın kapılarını sonuna kadar açarken, uluslararası ticaret için bundan sonra birçok şeyin aynı olamayacağının sinyallerini veriyor. Trump her ne kadar seçimi kazanması ardından daha yumuşak bir söyleme meyletse de, bundan sonraki ekonomi politikalarının ne şekilde belirleneceği merak konusu. Bazı yazarlar, Cumhuriyetçi Parti’nin küresel ve büyük Amerikalı şirketlerin çıkarları ile uyumlu politikaları ve ABD’nin devlet geleneğindeki dinamikleri dikkate alındığında Trump’a bir hareket alanı bırakmıyorlar.

Müesses nizama karşı çıkış global köye veda mı?

Ancak diğer taraf yani küreselleşme için yeni bir dönemin başlayacağını iddia edenlerin argümanları hiç de yabana atılır türden değil. Öncelikle Trump, ezber bozan seçim zaferinde kurulu düzene (müesses nizam-establisment) karşı biriken kitlesel tepkiyi ve başkaldırıyı harekete geçirdi. Amerika yeniden büyük olmak istiyorsa, kendi ülkesini korumalı, kendi sorunlarına yönelmeliydi. Bu tavır, 70 yıldır dünyanın yükünü üzerinde taşıyan ABD seçmeninden hemen karşılığını buldu. Günlük hayattaki karşılığı ise yeni gümrük duvarları, görünmez ticaret engelleri ve çok boyutlu işbirliklerinin sekteye uğraması. Amerikan kamuoyunda oluşan bu beklenti ise yeni başkanın seçim dönemindeki söyleminde ısrarcı olmasını gerekli kılabilir. Herşeyin ötesinde, Trump ABD’nin müesses nizamına karşı gelmekte zorlansa bile birçok uzmana göre artık Pandora’nın kutusu açıldı. Küreselleşme karşıtı çevreler, korumacı politika yanlıları ve aşırı sağ siyasetçiler için yerkürede artık daha müsait ortam var. Nedeni yine açık ve seçik ortada, küreselleşmenin ağa babası bizzat onun karşısında. 1990’lı yıllardan bugüne hız kazanan hiper-küreselleşme ile oluşan ve kurgulanan dünyadaki sınırların önemsizleştiği, ülkeler arası serbest ticaret ve işbirliği, global köy söylemleri yerini korumacı, içe dönük, anti-küresel, yerel, yer yer popülist bir ekonomi politikasına bırakıyor. Mesela Dani Rodrik, uluslararası sistemde son 70 yıldır süren görece olumlu gelişmelerin bir daha tekrarlanmayacağı görüşünde. Rodrik için, uzun yıllar dünyanın zaman içinde dönüştüğü ‘Global köy’ün mensupları artık ulusal özerklik, demokrasi ve hiper küreselleşmeye ulaşmaları artık mümkün değil.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı Merkez Direktörü Bozkurt Aran’a göre, Trump’ın küreselleşme karşıtı söylemi, üzerinde ince düşünülmüş, planlı bir politikanın sonucu. Çılgınca bir söylem değil. Trump, temelde küresel ekonominin merkezindeki dış ticareti ve özellikle ithalatı Amerikan işgücüne aleyhine işleyen bir mekanizma olarak tanımlıyor. Ülkenin her geçen gün artan ithalatı Amerika vatandaşlarının özellikle işçilerin işlerini kaybetmelerine en azından hak ettikleri ücreti alamamalarına neden oluyor. Bunu önlemek yani seçim vaatlerindeki yeniden büyük Amerika’yı kurmanın yolu ise, ithalatın sınırlanarak Amerikan firmalarının ülke dışına yönlendirdikleri üretim kabiliyetlerini yeniden ABD’ye dönmesi ile sağlamak. Yani Ford firması ucuz işgücü var diye Meksika’da bir fabrika kuruyor, neticede dışarıdan ucuz ithalat yapılabiliyor ve tüketim artarak ekonomi canlanıyor. Ancak unutulan bir şey var, Ford’un ya da Apple’ın yurt dışındaki her yatırımı, o ülkede yeni işyerlerinin açılmasına ve bir o kadar Amerikalı’nın kendi işyerinin kapanmasına neden oluyor.

Bu nedenle, Trump’ın yer yer popülizme kayan söyleminde, Çin ile Meksika’dan gelen ürünlere yüksek ithalat vergisi uygulama amacı var. Ona göre bu uygulama ile ülke şirketleri Amerikan topraklarına yeniden geri dönecek. Dış ticareti sadece ithalat üzerinden görmesi bile yeni başkanın yüksek gümrük duvarları ve ticarette kısıtlama isteğinin bir göstergesi. Bozkurt Aran, bu söylemlerin Avrupalı bazı popülist siyasiler tarafından da örnek alınacağını söylüyor. Bu bile küreselleşme için büyük bir tehdit. Öte yandan, ABD’de başkana uluslararası ticareti engelleyici ve hatta yürürlükte olan 20 serbest ticaret anlaşmasını iptal etme yetkisi veriyor. Bunların gerçekleşme ihtimali, Trump’ın sistemi zorlama olasılığı, Cumhuriyetçiler içindeki olası çekişme ve sıkıntılar ve tabi ki Amerika’nın dev küresel şirketleri kendi çıkarlarını etkileyecek bir düzene ne ölçüde müsaade eder bilinmez ama global sistem için yeni bir krizin kapıda olduğu söylenebilir. Üstelik dünyada siyasal ve ekonomik milliyetçilik söylemi öne çıkıp, liberal ekonominin yerine özellikle Putin ile gelişen ‘Ben yaptım oldu’ anlayışının 1945’lerden bugüne gelen küreselleşme dalgasının krizine açık seçik işaret ediyor.