Küresel ticarette yeni nesil kaygılar

HABER MASASI
Abone Ol

2016 yılı global ticaret için, süregelen talep kaynaklı hayal kırıklıkları bir yana, farklı kaygıların da güçlenerek dikkatleri üzerine çektiği bir dönem oldu.

Nitekim eskisi gibi parlamayan ticaret madalyonunun diğer yüzünde artık bir de, bu dönemde belirgin bir şekilde sesi yükselen “küresellik karşıtlığı” yer almaya başladı. Birleşik Krallık halkının Brexit seçimiyle üzerine koca bir kanıt sunduğu bu yeni nesil toplumsal tepkinin, ABD’deki seçim sürecinde kullanılan argümanlarla da güçlü bir temsil sergilediği ifade edilebilir.

Bu kapsamda, özellikle başarıyla neticelenen hiddetli Trump kampanyasında şahit olunduğu üzere, tartışmalarda korumacı ticaret söylemleri mühim bir yer tutuyor. “America First” sloganıyla halkın teveccühünü toplayan Trump’ın, dış ticaret ve üretim/istihdam arasında negatif ilişki olduğuna inanan kesimleri barındıran belli başlı eyaletlerde zafere ulaşması, bu akıma işaret eden anlamlı bir done olarak öne sürülüyor.

Söz konusu iddia ve tepkiler ise, küresel ticarette bir nevi “yeni nesil” kaygıları içeren bir yaklaşımı beraberinde getirerek, alınması on yıllar sürmüş olan uzun yolda adeta bir U-dönüşü yapmayı öneriyor. Zira geçmişten bugüne uluslararası ticaretin gelişiminde, talebin yanı sıra “alışverişin kolaylığı” gibi temel bir meselenin de kritik rol oynadığını hatırlamak gerekiyor. Buna kısaca, ticaretin kolaylaştırılması diyebiliriz. Ve ticaretin kolaylaştırılması için dünya ekonomilerinin, nicedir çeşitli küresel çalışmalara ve anlaşmalara imza attıkları malum…

Nitekim hatırlanacağı üzere, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yükselen küreselliğin kritik ayaklarından olan uluslararası ticaret, evvela 1947’de hayata gelen GATT (The General Agreement on Tariffs and Trade/Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) ile liberalleşme hedefine doğru ufak ufak yol almaya başlamıştı. 1980’lerde çok sayıda ülkeyi bünyesine katmış olarak gümrük duvarlarını önemli ölçüde alçaltma noktasına gelen GATT’in kapsama alanını genişleten girişimin tohumları ise, müzakere turlarının 8'inci olan ve 1986’da başlayan Uruguay Round’da atılmıştı. Zira 7 yılı aşkın bir süre devam eden turda, WTO’nun (World Trade Organization / Dünya Ticaret Örgütü) kurulması gündeme gelmiş ve uluslararası ticaret anlaşmalarında bir çerçeve sunup regülasyonlar yapan organ 1995’te hayata geçirilmişti. Böylelikle WTO bünyesine geçen çok taraflı ticaret müzakerelerinin, 2001’de başlayan Doha Round ile sürdüğünü hatırlayacağız.

Trans-Pasifik Ortaklığı(TPP) karşıtları.

Doha Development Agenda (Doha Kalkınma Gündemi) başlığı taşıyan söz konusu müzakere turunun ajandasında, gelişmekte olan ekonomilerin küresel pazardaki yerini güçlendirme amacı öne çıkarılırken, önceleri bir türlü çözülememiş olan tarım alanında da global bir mutabakata varılmak isteniyordu. Detaylı bakıldığında ise, 20 alana yayılan bir ticaret gündeminden bahsetmek mümkündü. Mamafih Doha Round, 2013 sonunda imzalanan Bali Paketi’nin pek ötesine geçemeyerek WTO üyeleri arasında yıllar süren bir ilerleyememe hikâyesi olarak adını tarihe yazdırmış oldu.

Mega-bölgesel projeler

GATT ile başlayıp WTO ile devam eden tüm bu liberalleşme girişimlerinin başlıca aktörlerinden biri ise, şüphesiz ABD idi. Bu bağlamda Doha müzakerelerinde sekteye uğrayan gidişat çözümlenemezken, dünya ABD’nin bir yandan da ticarette farklı eğilimlere yönelmesine şahit oldu. Nitekim bu süreçte bazı pazarlarla ikili serbest ticaret anlaşmalarına imza atan ABD, özellikle Obama döneminde çok taraflı ya da mega olarak nitelendirilebilecek bölgesel arayışlara kanalize oldu.

Söz konusu mega-bölgesel projelerden biri olan ve Obama’nın “Asia Pivot” stratejisinde önemli bir rol oynayan TPP (Trans-Pacific Partnership / Trans-Pasifik Ortaklığı), Asya Pasifik’teki 12 ülkenin ekonomik entegrasyonunu güçlendirmeyi amaçlarken, ilgili partnerlerle yaşanan korumacı unsurların eritilmesini de bu vesileyle ümit ediyordu. Obama döneminin Atlantik yakasındaki girişimi olan TTIP (Trans-Atlantic Trade and Investment Partnership / Trans-Atlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı) ise, ABD’nin Avrupa ekonomisi ile bağlarını sıkılaştırırken regülasyonlar üzerinden sağlanacak avantajları temel alıyordu.

İşte bu çerçevede ABD 45. Başkanlık seçimlerinden hemen önceki döneme bakılacak olursa, TPP’nin büyük bir mesafe kat ederek ülkelerden çıkacak son kararlar istikametinde ilerleyeceği bir noktaya geldiğini ifade etmek mümkün. Bununla birlikte, uluslararası camianın bu süreçte TPP’yi protesto eden ciddi bir muhalefete de sahne olduğunu hatırlamak gerek. Benzer şekilde tepkiler çeken TTIP’in ise, ABD-Avrupa arasında gidip gelen uzun görüşmelerde, gerginliklerin de eklendiği ve olgunlaşmaya henüz vakti olan bir proje hükmünde olduğu söylenebilir.

Trump ve ticaret

Obama’nın son demlerinde ABD mega-bölgesel anlaşmalarında kabaca bu görünüm geçerli iken, Trump’ın gelişiyle birlikte durumların daha bir şekil değiştirmesi muhtemel. Zira kampanya sürecinde sarf ettiği milliyetçi/korumacı söylemlerde özellikle TPP’yi ağır eleştiren Trump’ın, anlaşmanın yoluna taş koyması bekleniyor. Keza TTIP tarafında da, yeni Başkan’ın tutumuna istinaden şimdilik umutların zayıfladığı bir ortam var.

Öte yandan, Trump’ın seçim sürecinde öne çıkardığı bir diğer ticaret odaklı başlık olan NAFTA meselesi de özellikle ABD pazarına olan bağımlılığı hasebiyle Meksika’yı tedirgin ederken, kampanyadan Çin’in payına düşen hisseleri de hatırlamakta fayda var. Nitekim Trump’ın, ABD’nin ticaret açığı verdiği Çin’e yöneltmiş olduğu “kurda manipülasyon yapma” ithamları, inat edildiği takdirde işi WTO’ya uzandırabilir.

Çin malları için yüksek gümrük duvarları örme iddiasında da bulunan ve hatta ABD’yi WTO’dan çekme konusunu dahi gündeme getiren Trump’ın bu sert söylemlerini ne derece gerçekleştirebileceği ise, tartışmalı bir konu. Bu noktada beliren başlıca iki soru işareti, “ticaret savaşlarını fişekleme riski” ile “ABD Başkanı’nın yetkilerine dair bazı belirsizlikler” olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda kanaatimce, NAFTA’yı görüşmeye açma ile TPP’den çekilme maddeleri Trump yönetiminin daha pratik atabileceği adımlar olacakken, Washington’ın önemsediği ABD-Çin hegemonya mücadelesinin de, ilgili ticaret politikalarından kaynaklanacak değişimler yaşayabileceğini not düşmek gerekiyor.

Dolayısıyla 2017 yılının, ilgili detayların belirginleşmeye başlayacağı ve ticarete dair yeni nesil kaygıların kısmen de olsa cevaplar bulacağı kritik bir dönem olacağına şüphe yok.