İslami finans düzenleyici çerçevesinin borç önyargısından kurtulması gerekiyor

HABER MASASI
Abone Ol

Herhangi bir İslami finans öğrencisine, İslami finansı geleneksel finanstan ayıran şeyin ne olduğunu sorduğunuzda alacağınız cevap borç finansmandan ziyade risk paylaşım finansmanına dayanması olacaktır. İslam faize dayalı borç finansmanını hoş görmediği gibi; dünyadaki diğer bazı dinler gibi, paranın sadece bir değişim aracı olması gerektiği ve kullanımından bir getiri elde edilmemesi gerektiği için faizin her türlüsünü de yasaklamıştır. İkinci ve belki de daha önemli bir neden, borç sözleşmelerinin doğası gereği adil olmamasıdır. Alacaklının elde edeceği getiriler borçlunun ticari verilerinden ayrı ve bağımsızdır. Finanse edilen işletme zarara uğrasa bile finansör sabit bir getiri elde ettiğinden, borç işlemi tüm ticari risklerin borçluya devredilmesini gerektirir. Oysa İslam kati surette işlem yapan taraflar arasında bir hak ve yükümlülük “dengesi” olmasını gerektirir.

Bunlara rağmen, Arapça etiketlerin ötesinde, İslami bankacılığı geleneksel bankacılıktan ayıran neredeyse hiçbir şey yoktur. Finansmanın çoğunluğu borç bazlı sözleşmelere dayanmakta olup, mudaraba ve muşaraka gibi risk paylaşım sözleşmeleri nadiren kullanılmaktadır. Bu nedenle, kuruluşunun üzerinden yıllar geçmiş olsa da, İslami bankalar geleneksel bankalarla aynı sonuçları üretmiş ve aynı sorunlarla karşı karşıya kalmıştır.

Bu sorunun çeşitli nedenleri var. Evvela, borca dayalı bir finansman profili, borca olumsuz bakan Makasıdü’ş Şeria (dinî hükümlerin gayeleri) ile uyumlu değildir. İkincisi, bir başka borç tedarikçisi olarak İslami bankacılık, topluma çok az katma değer sağlarken, hisse senedi benzeri risk paylaşım sözleşmeleri borca uygulanabilir bir alternatif sunarak, dünyaya devasa borç yükünden bir kurtulmanın bir yolunu sunabilir. Son olarak, borç oyununu oynayan İslami bankalar geleneksel muadilleri gibi çözümün değil, sorunun bir parçası haline gelmektedir.

Peki bu noktaya nasıl gelindi? Burada sektörün kendi uygulamaları ve çoğu ülkenin borca yönelik önyargılı düzenleyici çerçevesi olmak üzere iki faktör vardır. İslami bankacılığın varlık bakımından dünyada en büyük paya sahip ülke olan Malezya örneğini ele alacak olursak, İslami bankacılık sektörü, başlangıcından bu yana önce kuruluş aşamasında, sonra da büyüme aşamasında taklidi bir strateji olarak kullandı. Bu strateji ilk yıllarda mantıklı gelse de, genellikle “yenilik” olarak sunulan bu anlamsız taklit, İslami bankacılığın neredeyse tamamen geleneksel bankacılığa benzemesi ile sonuçlandı. Sektörün taklit stratejisi çok eleştirilmiş olsa da, sektörü borca iten düzenleyici önyargı çok az tartışıldı.

Farklı alanlarda birkaç örnek olsa da, borç konusundaki en bariz önyargı, Kuala Lumpur merkezli İslami Finans Standartları Kurulu’nun sermaye yeterliliği oranlarından kaynaklanıyor. İslami bankalar için standart belirleyici olan kurul, murabaha ve icâre gibi borç finansmanı için yüzde 15’lik bir sermaye yeterlilik oranını gerektirirken, finansman mudaraba ve muşaraka gibi risk paylaşım sözleşmeleri kapsamında sağlandığında, bu oranı yüzde 400’e yükseltiyor. Peki bu nasıl oluyor? İslami Finans Standartları Kurulu’nun sektörün taklit geleneğine uygun olarak, geleneksel bankalar için kullanılan Basel standartlarını kolayca benimsediği görülüyor. Dolayısıyla, kurul risk paylaşımı finansmanı kullanan İslami bankaları açıkça cezalandırarak Makasıdü’ş Şeria’ya ters düşüyor.

Borca karşı önyargılı olan düzenleyici ekosistemin aynı zamanda çelişen amaçlara hizmet eden düzenlemeleri de var. Bu düzenlemelerin hazırlanmasında yer alan İslam alimleri, finansal etkilerin ve risk etkilerinin farkında olmayabilirken, bu kurumlardaki teknokratların da işin doğrusunu bilmeleri gerekiyor. Burada grup düşüncesi ve ayrıntılarda boğulma durumunun yanı sıra, bir düzenleme tuzağı da devrede olabilir. Sektörün son derece ihtiyaç duyduğu rota düzeltmesi yapılacaksa, bu bariz tutarsızlıkları ortadan kaldırmak için daha iyi koordine edilmiş ve üzerinde daha iyi düşünülmüş girişimler gerekiyor.