İbretlik yıllar

HABER MASASI
Abone Ol

2019 yılı neresinden bakarsak bakalım hem Dünya hem de Türkiye için zor bir yıl olarak tarihte yerini almıştır.

Aynı zamanda ekonominin de politika ve liderlerin gölgesinde kaldığı ender yıllardan biri olmuştur. Bu yıla bir isim vermek gerekseydi bu isim “Trump” olurdu. Zira ekonomik öğretileri ve referansları yok sayan ekonomik politikaları ile sıradışı Başkan imajının ötesinde ABD’nin Dünya’ya dayatttığı iki temel doktrin olan Globalizasyon ve bağımsız Merkez Bankası öğretilerini derinden sarstı. Türkiye de ise her türlü dezenformasyona rağmen halen cazibesini korumaya devam ettiğini ispat etti.

Çin ile girişilen amansız kapışma yılbaşında kısmen ABD lehine görünürken yılsonuna geldiğimiz şu günlerde ABD borsa ve iş çevrelerindeki risk algısına baktığımızda aleyhe de işlemeye başladığını görmüş olduk. Bu sürecin kimsenin kazanamadığı bir oyuna dönüşebilme ihtimali yüksek. Elbette bunun yaklaşan ABD seçimleri için de belirleyici bir etkisi olacağı aşikâr. Hepsinin ötesinde ABD yüksek öğretim kurumlarında “Küreselleşme” dersi verip tüm dünyaya ihraç ettikleri öğretinin ABD’nin çıkarının terse döndüğü ilk riskte öğretileri bir kenara koyup masaya tarifeler vasıtası ile yüksek vergileri koymanın izahını verebileceklerini sanmıyorum. Bu nedenle bu konu başlığı 2019’un ötesinde tarihte yerini almıştır.

2018 yılında BBC’ye verdiği bir mülakatta Batı Medyası Sn. Erdoğan’ın merkez bankası hakkında beyan ettiği fikirlerine tahammül edemeyip yerden yere vururken başlarına geleceğin bu kadar hızlı gelişeceğini düşünmemişlerdi. ABD Başkanı sıfatıyla “Trump”ın ABD Merkez Bankası başkanına hem basın demeçleri hem de sosyal medya aracılığı ile belki de tehdite varan baskısıyla yükselme trendinde olan FED faizlerini geriletmesi açıkça “Bağımsız” Merkez Bankası öğretilerine de kökten ters bir durum oluşturdu. Bunun etkileri de yıllara sair sonuçlar doğuracaktır.

Türkiye...

2020’ye girerken Türkiye’nin eli bir evvelki yıla göre çok daha iyi.

Türkiye çalkantılı geçen 2018 yılı şartlarından 2019 yılına girerken yoğun bir dezenformasyon ile karşı karşıya bırakılmıştır. Bu dezenformasyon hem içte hem de dış ekonomik çevrelerde hakimdi. Dış ekonomik çevrelerin siyaset bağları da olduğunu düşünürsek ve Türkiye’nin ekonomik bunalımından yüksek faiz ve ucuza satın alınabilecek sabit yatırımlar olarak çıkarları varken, yerli unsurların felaket tellallığını neden yaptıkları izaha muhtaçtır.

Kısacık devlet tarihlerinde iki kez iflas açıklayan ve yakın zaman evvel açıkladığı iflas ile halen batağın en dibinde duran Yunanistan ile kredi notumuz aynı! Daha da inanılmazı Güney Afrika Cumhuriyeti’nin son milli hasılasının yüzde 70’ne varan borcu ve yüzde 3ün altına düşmeyen cari açığı ve yüzde 28’e dayanan işsizliklerine rağmen Türkiye’den sayı ile “4” yazı ile “dört” basamak üstümüzde derecelendirilmiş olması dezenformasyonun kötü niyet ile buluştuğu noktayı izahtan bile uzak olabilir. Ancak gerçeklerin açığa çıkma gibi bir huyu olması prensibinden yola çıkarak Almanya’nın Bayrak şirketi Volkswagen’in Avrupa Parlamentosu’nun tüm siyasi baskılarına rağmen şirketin ekonomik çıkarlarının Türkiye’ye yatırım yapılması gereğiyle sözde notlara da itibar etmeyip 2019 yılında Manisa yatırımını açıklamış olması manidardır.

Yerli unsurlar belki sadece sosyal medyada fenomen olmanın gereği olarak “aşırıcılık” ve çokça alıcı bulan “fırtına” söylemlerini geliştirdiler. Ancak bu sözde ekonomistler millete pahalıdan döviz aldırıp hane halkımıza zarar ve döviz tevdiat hesaplarında biriken 180 milyar dolar gibi aşırı yüksek döviz tevdiat hesapları ile de memlekete “takoz!” olmayı başardılar. Bu açmaz öyle sıkı ki yüksek fiyattan alınan dövizler zarar yazacağı için TL’ye çevrilemez durumda üstüne bir de fırsat maliyeti olan faizi de eklersek amorti etmesi yılları alacak bir soygun hüviyetine bürünmüş bir olay haline gelmiştir. Acaba sınırsız özgürlük varsa eğer! sorumsuz olmayı da beraberinde getirebilir mi? İpe sapa gelmez sorumsuz tahminlerin maliyetini kimse üstlenmeyecek mi?

2020’ye girerken Türkiye’nin eli bir evvelki yıla göre çok daha iyi. Yüzde 25’lere dayanan enflasyondan yüzde 12’lere gelinmiş, CDS risk primi ise 550 puanlardan 290 puanlara inmiş, yüzde 42’lere inen PMI verisi ise yüzde 49.5 dayanmış haliyle elimizde hasar olarak nispi olarak daha yüksek bir işsizlik kalmıştır.

  • Ancak hem dünyadaki hem de Türkiye’deki faizlerin seyrini göz önüne alırsak en kötümser tahminlerde bile yeni yatırımlar ile istihdam edilenlerin yüzdesinin olmasa bile sayısının artacağı bir yıla gireceğimiz beklenmektedir. Umarım hepimizin aynı gemide olduğunu unutmadığımız bir yıl olur…