Fransa'nın sıcak yazı
Terör psikozundan henüz kurtulamamış, en ufak bir sese tepki verecek duruma gelmiş sıradan Fransızı sokağa döken olayların arkasında neler var, Fransa'da ne oluyor...
2016’ya iki önemli terör saldırısını geride bırakarak girdi Fransa. Ocak başında bir mizah dergisine saldırı düzenlendi. Derginin provokatif tavırlı yazarlarından bir çoğu bu saldırıda hayatını kaybetti. Ardından yıl sonuna doğru Paris saldırıları düzenlendi. Fransız gazetelerinin manşete çektiği başlıklarla söylersek, Fransa’nın kalbine vurulan darbeler sonrası 130 kişi hayatını kaybetti.
Geride bıraktığımız 1 yıl aslında tüm dünyanın Fransa’yı konuştuğu, bakışların bu ülkeye doğru çevrildiği bir yıl oldu. Fransa’ya yapılan saldırılar, tüm Avrupa’ya yapılmıştı ve bunu mevzu Fransa olduğunda tüm AB yöneticileri tekrarlıyordu. Peki AB Fransa’yı ne kadar sahipleniyordu? Veya kurucusu olduğu Birlik’te Fransa’nın yeri şimdi ne?
2012 seçimleri sonrasında Sarkozy’yi devirip iktidara gelen Hollande ve Sosyalist Parti, Mitterrand sonrası Fransa’nın mahkum olduğu sağ iktidarların politikalarını eleştirerek, hem ekonomi, hem sosyal alan, hem de siyasette yeniden yapılanmanın gerekli olduğuna işaret ederek, reform paketlerini ard arda açmaya başladılar. AB’nin 2 lider ülkesinden biri olarak kabul edilen Fransa’da işler yolunda gitmiyordu. Brüksel’den gelen baskılar, sürekli artan reform talepleri karşısında bunalan François Hollande, çareyi önce bu köklü değişiklikleri yapabilecek karizmatik Başbakan ve bakanlar tayin ederek bulmaya çalıştı.
Aslında Brüksel’in baskıları, Fransa’ya sadece ekonomisinin kötüye gittiğini değil, en az yarım yüzyıldan bu yana köprülerin altından çok suyun aktığını ve sisteme ayak uydurması gerektiğini de hatırlatıyordu. Kolonyal kazanımları, dünya ve AB içerisindeki konumu sayesinde edindiği başarı, ayrıca Napolyon’dan bu yana ‘sabitlenmiş yapının’ artık değiştiği, değişmesi gerektiğini de Paris’in efendilerine nazik bir dille bildiriyordu.
İdari reform gerçekleşti. Bölge sayıları, Bölge Meclisleri, Departman Danışma Meclisleri, İl Genel Meclisleri gibi alanlarda değişikliklere gidildi.
Bütçe açığı, işsizlik, borçlar ve yatırım eksikliği nedenleriyle sürekli alarm durumunda olan ekonominin mutlaka düzlüğe çıkarılması gerekiyordu. Bu Fransa’nın ihtiyacı olduğu kadar, varlığı ve birliği şüphe uyandırmaya başlayan AB için de vazgeçilmez bir duruma dönüştü. Fransa artık AB’de eskisi kadar etkili değil. Öyle ki, alınan kararların birçoğunda müzakere masasına bile davet edilmiyor.
Fransa'da neler oluyor
Yukarıda anlatmaya çalıştığımız tabloyu bir kenara sabitleyerek, bugün veya bir kaç aydır Fransa’da neler oluyor sorusuna cevap bulmayı deneyelim. Reformlar zincirinin son halkası İş Yasası Reform Tasarısı, Mart ayında gün yüzüne çıkarken kıyametin kopuşunu da haber vermiş oldu. Tasarı daha hazırlık halindeyken büyük tepki çekti. Liseliler sokaklara döküldü. Ardından işçiler, memurlar, köylüler ve kentliler. Terör psikozundan henüz kurtulamamış, en ufak bir sese tepki verecek duruma gelmiş sıradan Fransızı sokağa dökecek ne var bu reform paketinde? Hükümet, tasarıyı tüm sendikalarla görüşerek, işbirliği içerisinde, bir çok sendikanın onayını alarak hazırladıklarını söylüyor. Zaten tasarıya karşı grev ve gösteri çağrısı yapan iki önemli sendika var, grevler ve sendikalar ülkesi Fransa’da. Öncelikle tasarı Fransa ekonomisini kurtarma, işsizliği azaltma, istihdam ve yatırımı kolaylaştırma amaçlı değişiklikleri hedefliyor.
Tasarının işveren yanlışı bir paket olduğu konusunda grevciler hemfikir. Tasarıya göre işveren, toplu sözleşme engelini aşarak şirketlerle direk anlaşma yapabiliyor, çalışma süreleri esnek hale getiriliyor, ödemeler ve mesai ücretlerinde işveren-çalışan arasındaki anlaşma ön plana çıkıyor. Fazla mesailerde 5 kat daha az ödeme yapılabilecek. Ekonomik gerekçelerle işten çıkarma kolaylaştırılıyor, sözleşme şartlarında bir değişiklik olmuşsa çalışanın işine kolayca son verilebiliyor. Tasarıya göre işveren ve şirketler, çalışanlarının mesai saatlerini veya çalışma sürelerini artırabiliyor bununla birlikte ücretlerde de değişikliğe gidip tasarruf planını uygulamaya sokabiliyor. Tasarı Fransa Meclisi’nden oylama yapılmadan, özel yetki kullanılarak geçirildi. Senato’daki görüşmeler de bugünlerde devam ediyor. Başbakan Manuel Valls, İş Yasası Reformunun Sosyalist Parti hükümetinin iktidara geldiği 2012 yılından bu yana uygulamaya soktuğu zorunlu değişimin bir parçası olduğunu ve geri adım atmanın mümkün olmadığını vurguluyor.
Cumhurbaşkanı François Hollande ise,bir yandan Valls’e desteğini sürdürürken, bir yandan da sağcı politikalar izlemekle suçlanan Valls’in bu durum karşısında “aldığı riski es geçmekle” meşgul. Bir yıl sonra Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler yapılacak ve iki liderin de anketlerdeki oranı rekor düzeyde düşük. Yukarıda bahsettiğimiz koşullar sonrasında Fransa sokakları 3 aydır hayli hareketli.
Grevler ülkesi Fransa’da İş Yasa Tasarısı nedeniyle şimdiye kadar 9 kez ulusal çapta greve gidildi. Trenler, uçaklar, metro ve banliyö trenleri çalışmadı, rafineriler ve enerji santralleri üretimi durdurdu. Ülkede yakıt sıkıntısı baş gösterdi. Bazı havaalanları orduya ait rezervleri kullanarak hizmet verebildi. Grevlerle birlikte sendikaların çağrısıyla gösteriler de oldukça etkili oldu.
Ülke genelinde milyonu aşan katılımla düzenlenen gösterilerde hedefte İş Yasa Tasarısı olsa da aslında tepki, yazının başında değindiğimiz, Fransa’nın değişen dünyaya ayak uydurmadaki isteksizliği veya bu değişimin sonuçlarının getirdiği durumdu. Paris, Lyon, Toulouse, Lille, Rennes ve Nantes gibi ülkenin önde gelen şehirlerinde düzenlenen gösteriler sırasında çıkan olaylar tüm dünyada yankı uyandırdı. Gösterilerin şiddet uygulanarak bastırılması, göstericilerin dövülmesi, gaz ve coplarla hastanelik edilmesi gibi görüntüler tüm dünya medyasında yer aldı.
Paris saldırıları sonrasında ilan edilen olağanüstü hal uygulaması Fransız polisine sınırsız yetkiler veriyordu ve polis bu yetkiyi kullanmakta tereddüt etmedi. Olağanüstü hal ilanından sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin bir bölümünü askıya aldığını ilan eden Fransa, yüzlerce adrese baskınlar düzenledi, bin civarı kişiyi gözaltına veya ev hapsine aldı. Olağanüstü hal uygulaması devam eden terör tehdidi gerekçe gösterilerek iki kez daha uzatıldı. Bazılarına göre bu, ülkedeki sosyal patlamanın farkında olunarak önceden ayarlanmış, kılıfına uydurulmuş bir gerekçeydi.
Grevler ve gösteriler sonrası iyice karışan ülke, aynı zamanda uluslararası bir organizasyona da ev sahipliğine hazırlanıyordu. Avrupa Futbol Şampiyonası. Geçen yılın başından itibaren dünya futbolunun zirvesi FİFA ve Avrupa futbolunun zirvesi UEFA’da açığa çıkan skandallar, futbol dünyasında Fransa’nın yerini iyice sarsmıştı ama şampiyonayı mutlaka düzenlemeli, iptali yönündeki çağrıları kesinlikle başarısız kılmalıydı. Bunun için de gereken her şey yapıldı.
8 milyona yakın bir taraftar topluluğunu harekete geçirecek bir organizasyonun ekonomiye yansıması Fransa’nın son yıllarda en çok ihtiyacı olan mucizelerden biriydi mesela. Son bir yılda terör ve terörü andıran gösterilerle anılan bir ülke için futbol ile gelecek imaj tazeleme kaçırılmayacak bir fırsattı. Hollande ve Valls, şampiyonanın iptali konusunda gelen sorulara bile tahammül edemiyor, Euro 2016’nın mutlaka yapılacağını, iptalin söz konusu olamayacağını söylüyorlardı. Şampiyona grevler ve gösteriler arasında başladı. Aynı günlerde aşırı yağışlar nedeniyle başta Paris olmak üzere ülkenin Orta ve Kuzeydoğusunda su baskınları nedeniyle kaos görüntüleri oluştu.
Seine Nehri’nin yükselmesi nedeniyle yılda 9 milyon ziyaretçiyle dünyanın en çok ziyaret edilen müzesi ünvanını elinde tutan Louvre Müzesi 4 gün kapalı kaldı. Bir çok müze su baskını tehlikesine karşı kapalı kaldı. İçerisindeki tarihi eserler güvenli yerleretahliye edildi. Aynı günlerde baskın tehlikesine karşı Elysee Sarayı ve Meclis binasının da tahliyesinin gündemde olduğu haberleri yayıldı. Hatta Cumhurbaşkanlığı’nın Elysee Sarayı’ndan Vincennes Şatosu’na tahliyesi planlarının da yapıldığı medyaya yansıdı. Mayıs sonunda meydana gelen seller ve su baskınlarının verdiği zararın 1 milyar avroyu aştığı hesaplanıyor.
Aynı günlerde Paris veya çevre şehirlere seyahatlerini iptal eden binlerce turistin varlığı, yine Fransa ekonomisine olumsuz yansıdı. Futbol şölenini fırsata çevirip hem ekonomiye yansımasını hem de bir yıldır terörle anılan ülke imajını düzeltmek isteyen Fransa yönetimi, bu sefer de holigan sorunu ile karşı karşıya kaldı. Marsilya’da İngiliz taraftarlarının başlattığı kavgalara daha sonra bir çok şehirde Ruslar, Almanlar ve Belçikalılar da karıştı.
Bu yazının hazırlandığı saatlerde 350 civarı taraftarın sorgulandığı, 200 taraftarın gözaltına alındığı, 40’ının sınır dışı edildiği ve bir kaç taraftarın da 1 ila 2 yıl arasında hapis cezası aldığı açıklandı İçişleri Bakanı tarafından. Başa dönecek olursak, Fransa hassas bir dönemden geçiyor. Kolonyal geçmişi, geçen yüzyılda kurduğu siyasi, askeri ve ekonomik düzeni, AB içindeki yeri/ağırlığı bugünlerde yeniden belirleniyor, tartışılıyor. Dünyada devam eden krizlere hep üçüncü alternatif olma hevesiyle yaklaşan ve bunun sonuçlarını da Suriye’de son anda vazgeçilen askeri operasyon (2013), Libya’ya savaş açma ve Kaddafi’nin düşüşü, Tunus’ta Bin Ali’nin devrilmesi sonrası yeni düzen gibi örneklerde açıkça gördüğümüz Fransa, aynı zamanda Arap Baharı’nın uyandığı ülkelerde varlığı en çok hissedilen ülkeydi.
Önce terör saldırıları, ardından grev ve gösteriler, daha sonra da su baskınları ve sellerle dünya gündemine silinmeyecek fotoğraflar sunan Fransa, bugünlerde milyarlarca kişinin ilgi alanı olan futbol ile yine gözlerin çevrildiği ülke. Temmuz başında futbol şöleni sona erecek. Ev sahibi olarak Fransa, kupayı rahatlıkla kaldırmanın hesaplarını yapıyor. Grev ve gösterilerde ise kupayı kim kazanacak, bunu önümüzdeki kritik üç haftada göreceğiz. Zira sokaklar yine karışacak. Fransa’yı bekleyen sıcak bir 3 hafta var önümüzde. Her açıdan sıcak. Hollande ve Valls’in, 14 Temmuz Fransa Milli Günü’nde hem futbolda hem de grev ve gösterilerde kupayı kazanmış olarak zafer konuşmaları yapmayı planladıklarını duyuyoruz.