Fibrobeton yönetim felsefesi

MUSTAFA ÖZEL
Abone Ol

Kapitalist bir işletme “iyi” veya “ahlâklı” olabilir mi? 20. yüzyılın en önemli toplumbilimcilerinden biri sayılan Nıklas Luhmann, bunun imkânsız olduğunu söylüyor. İlk okuduğumda beni ürperten hüküm cümlesi şuydu: “There is business and there is ethics, but there ıs no busıness ethıcs.”1 iş var, ahlâk var, ama iş ahlâkı diye bir şey yok! iş(letme) ve ahlâk sanki iki ayrı gezegen, iki ayrı anlam dünyasıydı.

Modern işletmeler ve onların yönetim felsefeleriyle Boğaziçi’ndeki talebelik yıllarımda tanıştım. Demir Demirgil, Özer Ertuna, Mustafa Dilber gibi hocalarımız ve özellikle de kurucuları arasında olduğum İşletme Kulübü, yüzlerce müstakbel yöneticiyi kalburüstü sanayi, ticaret ve finans organizasyonlarına götürür, tepe yöneticileriyle buluştururdu. Yüzlerce sayfalık ders kitaplarını yutarcasına okuduğumuz en büyük yönetim filozofumuz ise Peter Drucker idi. Drucker modern yöneticiyi “yirminci yüzyılın kültür kahramanı” sayıyor, bu yönüyle Luhmann’a ters düşüyordu. Buna rağmen, ahlâk anlayışı bence Luhmann’dan çok da farklı değildi ve modern iktisadî hayatı paradan ziyade değer, dürüstlük ve karakter (“value, integrity, character”) üzerinden okuyordu.2 Bu erdemlere sahip olan, ahlâklıydı ve bunlar “toplumun her kesiminde” bulunabilirdi.

Ahlâkın kaynağı ya dindir ya da felsefe. Modernlik birincisinden uzaklaştıkça, ikincisine demir attı. Gel gör ki, yine 20. yüzyılın en önemli düşünürlerinden biri kabul edilen Richard Rorty, “iş ahlâkının felsefeden öğrenecek bir şeyinin olmadığını” söyleyecek kadar ileri gitti.3 Felsefeden yola devam edeceksek, ben kendi adıma Levinas’ın ahlâk tanımının bu tartışmayı anlamlı kılabileceğini düşünüyorum. İş ahlâkı derken kullandığımız ethics kelimesi Grekçe ethos kelimesinin karşılığıdır ve Blackburn bunun ‘karakter’ olarak tercüme edilebileceğini söylüyor. Aasland ise Levinas’dan hareketle, ahlâkın her zaman için “ötekinin ve ötekilerin derdiyle sahiden dertlenmek” olduğunu belirtiyor.4 (“The genuine concern for the other and others.”) Bir iş adamı veya yönetici bunu gerçekten beceriyorsa, o zaman bir iş ahlâkından elbette söz edebiliriz. Hatta ben buna, kapitalizme rağmen ahlâklı olmak diyorum ki, ilgili ortak veya yöneticiyi gerçekten bir “kültür kahramanı” yapıyor.

Başkasının derdiyle dertlen!

Yöneticilik, farklı zekâları idare edebilmek, onları etkili biçimde örgütleyebilmektir.

Kapitalizm esas olarak “kesintisiz sermaye birikimini” gaye edinen bir sosyo/ekonomik sistemdir. Bu sistemde, “Allah’a şükür, bu kadar büyümek bize yeter, duralım artık!” diyen işletme, hapı yutuverir.

Bu zorunluluk, hem ulusal hem de küresel düzlemde kendini dayatır. Sonuçta, “hissedar değeri” sürekli artıp şirket ortaklarının servetleri katlanırken, halkın da borcu katlanır. Bu acıtıcı gerçeğe rağmen, kapitalizm okyanusunda soluklanabileceğiniz az sayıda adacık da yok değil. Fibrobeton, bunlardan birine benziyor. Dündar Yetişener şirket değil, bir aile kurmuş sanki. Her kademeden insana derinden dokunan davranış ve mesajlarıyla gerçek bir aile reisi, bir “Dündar Ağabey.” Tipik bir piknik konuşması şöyle başlıyor: “Fibrobeton Ailesinin değerli çalışanları, kıymetli eşleri, sevgili çocukları, eli öpülesi ana ve babaları, hoş geldiniz. Her birimiz emek veriyoruz. Rızkımız için işimize, ailemizin huzur ve bütünlüğü için evde ailemize, iyi yetişmeleri için çocuklarımıza emek veriyoruz. Üzerimizde hakkı olan ana ve babalarımız bizlere haklarını helal etsinler diye onlara hizmet gayesiyle emek veriyoruz. Burada Allah’ın selamı ile tanış olup kucaklaşacağız.”5

Bu sözleri kelimenin olumsuz anlamıyla “edebiyat” sanmayınız, çünkü sahiden müeddeb bir şahsiyet karşısındayız. Sayısız çalışanın ve yakınlarının çok ciddi ve masraflı sağlık sorunlarıyla, sanki kendi ailesinin fertleriymiş gibi candan ilgilenmesini reklam kokar diye atlıyor ve sözü Berber Hasan’a bırakıyorum: “Ben gariban, sıradan bir berberim. İftarda oturduğum masada imparatorlar vardı. Vali desen vali, müdür desen müdür, patron, üniversite hocası, hepsi var. Ağabey der bana, baş köşeye oturtur. Gönül adamıdır o.” Finans müdürü Rıfat Sapan: “Burası bir okul ve aile. Burayı çalıştığım yer olarak görmüyorum. O hem patron, hem sırdaş, hem arkadaş.” Serkan Ergün: “Dündar Bey bize patrondan ziyade ağabeylik yaptı, sürekli gelişim içinde olmamızı sağladı, fikirleri, söylemleri ve davranışlarıyla sürekli örnek oldu ve bizi yukarı itti. İnsanlara öyle içten dokunur ki, gelip bana sorarlar: ‘Dündar Bey’e gidip sarılsam ne olur?’” Gökçe Yiğittürk: “Burası ailem oldu. Aile şirketi değil, aile! Aynı ev gibi, aile kavgası, saygısı, sıcaklığı. Dündar Bey bana ‘kızım’ diyor. Annem ‘iyi ki ordasın, içim rahat’ diyor.” Abut Özsezikli: “Ben Yetişener soyadlı değilim ama sonuçta Fibrobeton soyadlıyım.” Hakan Anul: “Ya insan, patronunu sever mi? Sever işte!”

Başarının anahtarı: Co-Creation

Ahlâkın kaynağı ya dindir ya da felsefe.

Yönetmek, problem çözmektir. “Problemler olmasa biz girişimcilere de ihtiyaç kalmaz” diyor Dündar Yetişener. “Farkında olmamız gereken ilk gerçek, fırsatların problemlerin içinde gizli olduğudur. Problem, denizdeki dalga gibidir.

Doğru zamanda doğru yönden yaklaşmak gerekir. İradeli olarak, problemin idaresine talip olunmalıdır. İradenin olmadığı yerde, idare yoktur.” Bu ifadeden, ne kadar zeki olursak olalım, problemleri kendi başımıza çözemeyeceğimiz sonucunu çıkarabiliriz.

Yöneticilik, farklı zekâları idare edebilmek, onları etkili biçimde örgütleyebilmektir. Fibrobeton’un hikâyesini okuduğunuzda, bir değil üç işaret feneriyle karşılaşıyorsunuz : Dündar Bey, Ayhan Baba ve Muhammed Maraşlı. Şöyle diyor Maraşlı: “Biz hautecouture bir terziyiz. Her müşterinin istediği elbise farklı. Onların sorunlarını çözüyor, tasarımdan üretime her aşamada aktif oluyoruz. Bu da ancak inovasyon ve ar-ge’yi sürekli kılabilmekle oluyor. Bütün bunlar Ayhan Baba ile başladı. ... Bizim ar-ge yapımız ürün bazlı değil, yetenek odaklı. Problem çözme yeteneklerini geliştirme odaklı. Bir yetenek çekmecemiz var. Bu bizi tahmin edilebilir olmaktan çıkarıyor.” Bu yıl yayımlanan bir yönetim kitabı, Maraşlı’nın işaret ettiği çalışma tarzını “co-creation” diye nitelendiriyor, birlikte-yaratma. Bunun bir trend veya yöntemden öte bir şey olduğunu belirten yazar, burada “insanların düşünme, hissetme ve davranma biçimlerinde bir temel değişmenin” söz konusu olduğunu; bunun da aslında problemler karşısında artan çaresizlik duygusundan kaynaklandığını söylüyor. İşletmelerin çoğu çaresizlik karşısında bunalırken, pek azı “birlikte yaratmayı” becerebiliyor. Co-creation süreci sekiz adımdan oluşuyor: Connect, Discover, Explore, Share, Agree, Create, Do, Connect. (Bağlan, Keşfet, Araştır, Paylaş, Meydana Getir, Yap, Bağlan.)6 Ali Perşembe’nin kitabını okursanız, benim gibi yabancı kaynaklara ihtiyaç duymaz, co-creation nedir aynelyakîn görürsünüz!.. Co-creation, basit bir ekip kurma süreci değil. İnsanların “düşünme, hissetme ve davranma” biçimlerinde köklü bir değişim anlamına geliyor. İşte Fibrobeton’da gerçekleşen budur. Haldun Boylu, bazen kızdırırmış Dündar Bey’i, “Ayhan Baba olmasaydı senden bir nane olmazdı” dermiş. Dündar Bey de onu onaylar, haklısın dermiş. “Ama öyle değil. Hem birbirlerini tamamladılar, hem de Dündar etrafına çok akıllı, çalışkan ve ehil insanlardan oluşan bir ekip kurdu.” Bülent Lafçı bu ekibi “binlerce vagonu olan büyük bir trene” benzetiyor: “Lokomotif, Dündar Ağabey.

1.Niklass Luhmann’dan aktaran J. D. Rendtorff: Perspectives on Philosophy of Management and Business Ethics, Springer 2017, s. 4. İngilizce business kelimesi hem iş, hem de işletme anlamına geliyor.

2.John Dobson: The Art of Management and the Aesthetic Manager, Quorum 1999, s. 126.

3.Rendterff, s. 4.

4.Dominik Heil: Ontological Fundamentals for Ethical Management: Heidegger and the Corporate World, Springer 2011, s. 2.

5.Ali Perşembe: Değerlerle Yolculuk: Deli İşi, İstanbul: Scala, 2022, s. 76.

Yazının devamı Z Raporu 47. sayısında