Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri perspektifinden Filistin meselesi
Malumlarınız üzere dünya bir süreden bu yana bir soykırım girişimi ve vahşeti canlı yayında izliyor. İsrail’in on yıllardan bu yana devam eden Filistin’i işgal girişimi ekim ayı başı itibariyle artık başka bir evreye geçmiş durumda. Elbette konunun değerlendirilmesi ve tartışılması gereken pek çok boyutu var. Ancak bugün konuya Doğu Akdeniz’deki enerji rezervleri üzerinden farklı bir bakış acısı getirmeye çalışacağım.
Elbette masum sivillerin katledildiği ve kundaktaki bebeklerin varil bombaları ile öldürüldüğü bir ortamda ekonomi ve enerji konuşuyor olmak abesle iştigal olarak düşünülebilir. Fakat Filistin ve özellikle Gazze’de olan bitenin bir ekonomi ve enerji ayağı olduğunu da unutmamak gerekir.
- Amerikan Jeoloji Derneği’nin tahminlerine göre Doğu Akdeniz Havzası’nda yaklaşık 3,5 trilyon metreküp doğalgaz ve 1,7 milyar varil petrol rezervi var. Ancak Akdeniz’deki Münhasır Ekonomik Bölge’ler (MEB) belirlenmediği için bazı sahalardaki rezervlerin kime ait olacağına ilişkin ciddi tartışmaların olacağı aşikar.
Öte yandan MEB’i belirlemek için Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerin bir araya gelerek anlaşması gerekiyor. Mesela Mısır, Suriye, Türkiye ve Lübnan gibi ülkelerin anlaşması gerekiyor. Elbette Kıbrıs adasındaki ve Filistin’deki iki devletli çözümün de tesis edilmiş olması önşartı ile.
MEB, denize kıyısı olan devlete deniz yatağı sularında deniz yatağında, bölgenin toprak altındaki kaynakların yönetimi konusunda haklar tanır ve akıntı ile rüzgar gibi unsurları kullanarak enerji kazanımına imkan verecek alanlarının kullanımına ilişkin olarak egemen haklar verir. Anlaşıldığı üzere denizlerde MEB’in ön koşulu denize kıyısı olmaktır. Şimdi bu bilgi ışığında aşağıdaki haritalara bakarak Filistin’in kademeli olarak deniz kıyısından uzaklaşıyor olmasının neye mal olduğunu hesaplayalım.
1947 yılından bu yana Filistin’in deniz kıyısından planlı bir şekilde uzaklaştırıldığını ve bugün geldiğimiz noktada ise Gazze’nin boşaltılarak İsrail tarafından ilhak edilmeye çalışıldığını görüyoruz. Hali hazırda ise Gazze Şeridi’nin denize kıyı kalan 40 kilometrelik sahilinin açıklarında olan bugüne kadar doğru dürüst bir arama faaliyeti gerçekleştirilmemesine rağmen, 1999’da keşfedilen ve yaklaşık 30 milyar metreküp doğalgaz rezervi olduğu tahmin edilen Gaza Marine sahası, İsrail’in karşı çıkması nedeniyle bir türlü üretime alınamadı. Ancak konu bulunla da sınırlı değil.
Eğer İsrail Filistin’i Akdeniz’e olan kıyısından uzaklaştırmamış olsaydı aşağıdaki haritada görülen sahalardaki gaz rezervleri Filistin’e ait olacaktı. Bugün İsrail’in Tamar, Leviathan, Dalit, Mari-B, Tanin, Karish ve Noa sahalarındaki yaklaşık 1 trilyon metreküplük doğalgaz rezervi eğer kıyı şeridi Filistin’de kalmış olsaydı Filistin’in MEB’ine girecekti.
Elbette bugünlerde konunun insani boyutunu konuşuyor, bir an önce barışın tesis edilmesini ve kalıcı istikrar için de iki devletli çözümün hayata geçirilmesini bekliyoruz. Ancak tüm bu vahşet bittiğinde meselenin enerji ve ekonomi boyutunun da gündeme getirilmesi gerektiğini ve Filistin’in zaman içerisinde sahil şeridinden sistematik bir şekilde uzaklaştırılarak elinden alınan rezervlerin iade edilebilmesi için iki devletli çözümdeki haritanın belirlenmesinde yukarıdaki gerçeklerinde göz önünde bulundurulması gerektiğini kayda geçirmiş olalım.
Eğer bir gün iki devletli çözüm hayata geçirilirse Filistin’in yeniden inşası ve Filistinlilerin refahının artırılması için ihtiyaç duyacağı kaynak açısından söz konusu meselenin stratejik bir öneme sahip olduğu aşikar. Bu bakımdan bu konunun da uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulması gerekiyor.