Dengesizlik denge haline gelirse
Dünya karmakarışık bir yer. Küresel finansal krizden bu yana geçen sekiz yılda dünyanın önde gelen ekonomileri ve tamamında ekonomik büyüme gayet düşük seyretti. Öte yandan dünya borsaları ise geçen yedi yıl boyunca boğalar gibi yükseldi ve bugün ya rekor seviyede ya da yakın durumda.
Reel sektör çamurda debelenirken, finansal piyasalar yüksekten uçuyor. Bu birbirinden kopuk hareketi nasıl açıklamak gerekiyor? Parasal genişleme bir noktada reel sektör büyümesi için bir endişe kaynağına dönüştü. Sürekli yaşanan faiz kesintileri ve düşük faiz oranları neredeyse sermaye ve bono piyasalarında suni bir balon oluşmasına yol açtı. Suni çünkü getiriler hisse fiyat çarpanlarını ve bono fiyatlarıyla orantılı değil. FED'i takip edenler ve Merkez Bankası'nın hamlelerini izleyenler için parasal politikanın reel sektörün büyümesini sağlamaktan çok finansal piyasaların kollanmasına yöneldiği bir vakıadır. Yıllardır artmayan üretim tabanının üzerinde yükselen o kadar yüklü bir borç miktarı var ki, en küçük bir faiz artışı bile devasa çöküşlere yol açabilir. Faiz oranları birçok ülkede tarihin en düşük seviyelerinde, önde gelen birkaçında negatif iken, aşırı ısınmış ve enflasyonist baskılar olmasını beklersiniz. Ancak bunun tam tersi söz konusu. Büyüme tamamen donmasa bile soğumuş durumda ve bir deflasyon korkusu yaşanıyor. Bütün bunların yaşanmıyor olması gerekirdi. Negatif faiz açık bir dengesizliktir. Tıpkı negatif bir fiyat olamayacağı gibi, negatif faiz de olmamalıdır. Sadece Almanya ve İsviçre gibi kalite arayışındaki ülkelerde olmuyor negatif faiz. Japonya, İspanya, Fransa ve hatta İtalya gibi ülkelerde de iki yıla kadar negatif faizden borçlanmak mümkün. Bu bir merkez bankası iktidarsızlık masalı olmasının ötesinde iktisadın bozulmasının da bir göstergesi. Buna başka bir şey değil ama kötümser bilim de demek mümkün. Ekonomi kitapları bize yeterince tasarruf yapmayan ülkelerin ekonomik olarak açıkta kalacaklarını öğretti. Ancak dünyanın merkez bankaları herkesin harcama yapmasına odaklandığı görülüyor. Politika araçlarıyla adeta herkesin tüketmesi ve bunu gerekirse borçla yapması için teşvikte bulunurken, tasarruftan ise sanki caydırmaya çalışıyor. Tasarruf ve tutumluluk sanki sessizce kurban olmuş durumda. Faiz oranlarındaki baskılanma sadece tasarruf getirilerini düşürmekle kalmadı ama emeklilik planlarını, çocukların eğitim planlarını ve tüm tasarruf temelli fonlama planlarını da bozdu. Daha da kötüsü daha fazla getiri peşinde koşanların paralarını gayri resmi ve yeraltı işlerine yönlendirmesi de söz konusu olabilir. Ekonomi kitapları aslında mümkün olan şeylerin aslında mümkün olmadığını da öğretti. Özellikle belirli süreli parasal büyüme ve gevşeklik dönemlerinin olmaması gerektiğini öğrendik çünkü arkasından gelen enflasyonla elde edilmiş olan tüm kazanımlar yok olacaktır. Bu bir tür kendi kendini kontrol mekanizmasıdır. Enflasyon korkusu Merkez Bankacıları dizginlemelidir. Ancak bir kez daha ekonomi teorisi iflas etmiştir. Dünya daha önce hiç görmediği kadar bir parasal büyümeye şahitlik etmiştir. Faiz oranları bu politikanın beraberinde hala negatif iken, enflasyon bir türlü ortada görünmemektedir. Bundan sonra dünyayı ne bekliyor? Bu noktada daha fazla ne kadar bekleyebiliriz. Yeni denge bu mu yoksa?
Bildiğimiz tek şey ekonomistlerin yetersiz kaldığı. Ekonominin temellerine ilişkin veriler kafalarını karıştırdığında bilgiyi revize etmek ve yeniden kurgulama ihtiyacı duyarlar. Rasyonel olarak bu durumun uzun süreceği söylenemez. Negatif getiriler, banka kredilerinde de negatif faize dönüşebilir mi? Negatif fiyat olabilir mi? Eğer anti-yerçekimi olursa fizik ne olur? Fizik bilimi hala ciddiye alınır mı?
Eğer faiz oranlarındaki düşme sermaye maliyetini azaltmak yoluyla yatırımları artırıp, istihdamı, üretimi ve büyümeyi de artırırsa, bunlar neden gerçekleşmiyor peki? Ayrıca, ABD ve başlıca ekonomilerin iş dünyası tonlarca nakit üzerinde oturup stok yapıyor? Şirket değerlerini maksimize etmek için yatırım yapıyor olmaları gerekmez miydi? Merkez Bankacıların dikkat etmesi gereken iki şey var. Birincisi, faizleri baskı altında tutarak verdiği mesaj kötümserliktir. Eğer bir ülkenin merkez bankası kötümserlik mesajı yayıyorsa, o ülkenin şirketlerinin fon maliyetleri ne kadar düşük olursa olsun nasıl yatırım yapmasını bekleyebilirsiniz ki? Yeni yatırımların gerçekleşebilmesi için asıl olan beklentilerdir. İkincisi, nakit üstüne yatan şirketler bunu faiz kesintileri yüzünden yapar. Nakit tutmanın fırsat maliyeti daha düşüktür. Aslında, sıfır ya da negatif faizde değer korumak amacıyla yapılacak en mantıklı şey paranın üzerine oturmaktır. Daha da ötesi, nakit fazlası olan şirketler genelde kendi hisselerini de geri alırlar. Hissedarlara parayı geri ödemenin dışında şirketin de hisse değerini artırır bu hamle. Ancak var olan stratosfer seviyesini aşmış hisse piyasalarında ve fiyat seviyelerinde hiçbir mantıklı şirketin kendi hisselerini bu seviyelerden alması beklenemez. Merkez bankalarının piyasalara sopa göstermekten korktuğu sürece, bu azgınlık döneminde bir süre daha kalacağız gibi.