Deneme yanılma çağı
İnsanoğlunun en köklü eğilimlerinden biri isim koymaktır. Bir kişiye, canlıya, nesneye, yere ve zamana belli bir ad koymadan rahat edemeyiz.
Bu eğilimin ardında basit bir ihtiyaç vardır aslında: Bir şeye ad vermeden ona anlam vermek veya nitelik atfetmek kolay değildir. Bu zorluğu aşmanın, etrafımızda olan biteni kavramanın, dünyaya zihnimizde bir şekil vermenin ilk yolu ad koymaktır. Sıfat iliştirmek ise, ad koymaktan sonra gelir.
İnsan soyu olarak bir diğer baskın eğilimimiz ise basitleştirmektir. Etrafımızda devasa bilgi, haber, yorum ve kanaat yığınları varken zihni konforumuz bozulur, dünyayı ve olan bitenleri anlayamayız. Bu bilgi ve kanaatleri basitleştirmek, belli kalıplara sokmak, önemsiz ayrıntıları elemek, işin esasını en basit haliyle tespit edip o tespiti zihinlerimize kalıcı bir şekilde depolamak isteriz.
İçinde yaşadığımız dönemlere isim koyarken de bu etkilerle hareket ederiz. İkincil ayrıntıları göz ardı ederiz, temel niteliklere odaklanırız ve bunlar üzerinden yaşadığımız devre bir ad koyarız. Böylece yaşadığımız tüm olayları bu genel isimlendirme –dolayısıyla nitelendirmeüzerinden anlamlandırmaya, anlamaya ve anlatmaya başlarız.
İçinde yaşadığımız çağa dijital çağ diyen de var, bilim çağı da. Globalleşme çağı diyen de var, postmodern zamanlar da. Bunların herbiri, etrafımızı kuşatan gerçekliğe belli ölçülerde tekabül ediyor, dolayısıyla isabetli isimlendirmeler ancak bence özellikle son on yıldır içinde bulunduğumuz döneme her şeyden önce bir ‘kafa karışıklığı çağı’ demeliyiz. İnsanoğlu, tarihte daha önce hiç olmadığı kadar radikal sosyal, siyasal, demografik, teknolojik ve elbette ekonomik dönüşümler yaşıyor ancak henüz nereye doğru gittiğimiz konusunda geniş bir fikir birliğine varmış değiliz. Genel (veya yaygın) kabul görmese de geleceğe ilişkin pek çok spekülasyon yapılıyor ve bunlar üzerinden ‘deneme yanılma’ mahiyetinde politika ve uygulamalar geliştiriliyor kuşkusuz ancak bizzat bunları hayata geçiren aktörler bile sonunda nereye varacaklarını veya ne elde edebileceklerini, kazanıp kaybedeceklerini kestiremiyorlar. Bilimin, aklın bu kadar hakim olduğu, itibar gördüğü, büyük veri ve yapay zeka teknolojileri üzerinden bilgi işlemenin tarihte hiç olmadığı kadar kolaylaştığı böyle bir devirde, bu kafa karışıklığını yaşamak, büyük bir ironi olarak önümüzde duruyor bir yandan da.
Oysa insanoğlunun aklı çok yakın zamana kadar çok daha berraktı. Gerçeklik karşısında farklı konumlanmalar olsa bile elimizde, nasıl bir çağda yaşadığımıza, içinde yaşadığımız zaman dilimine nasıl bir isim verilebileceğine ilişkin birkaç büyük anlatı mevcuttu en azından.
Bu büyük anlatılardan en çok kabul görenlerinden biri de, liberal bir çağda yaşadığımızı söylüyordu sözgelimi. Liberalizm veya liberal dünya görüşü, 70’li yılların sonundan ve özellikle 80’li yılların başından itibaren dünya politikasına ağırlığını koydu. Yaklaşık 30 yıl süren bu devirde, komünizm ve sosyalist felsefe gibi en büyük rakip konumundaki kara bir heyula bile mağlup edildi.
Dünyanın tarihte eşi benzeri görülmemiş bir bolluk çağı yaşadığı bu dönem, 2008’de patlayan küresel finans kriziyle birlikte sona erdi. Şu an açığa çıkan yeni arayışların hemen tümünün temelinde bu kriz sonrası doğan kafa karışıklığı yatıyor. Liberalizm ve serbest piyasalar, global çapta hâlâ başat seçenek ve kayda değer bir alternatif de ortada görünmüyor elbette ancak bu kadim fikir geleneğinin cilasının biraz solduğunu da kabul etmek gerekiyor. Bugünlerde liberal teorinin, dünya çapında yükselen yeni ekonomik ve politik meseleler karşısında geniş kitleleri tatmin ve ikna edecek yeni yanıtlar üretemediği yönündeki söylemler gittikçe daha çok ve daha yüksek sesle dillendiriliyor.
Bu eleştiriler belli ölçüde haklı olsa ya da çağın gerçeklerine uygun yeni yanıtlar geliştirilmesi ihtiyacı açıkça ortada olsa bile, insanoğlunun özgürlükten, ferdi merkeze alan anlayıştan, hür teşebbüsten, temel insan haklarından, ademimerkeziyetten, hukuktan ve demokrasiden uzaklaşma gibi bir lüksü bulunmuyor bence. Bunlar deneme yanılmadan defalarca geçmiş ve en çok sayıda insanı en çok mutlu ettiği tarihsel tecrübeyle pek çok kez tescil edilmiş temel değerler çünkü…