Biyokaçakçılık sadece biyolojik türleri değil, ekonomiyi de çalıyor

KADRİYE N. TUNÇSİPER
Abone Ol

Belirli bölgeye has endemik bitkilerin ve hayvanların izinsiz bir şekilde yurtdışına kaçırılması olarak tanımlanan biyokaçakçılık, sadece doğal yaşamı değil ekonomiyi de tehdit ediyor. Özellikle patent ödemeksizin yerli türlerin ve geleneksel bilgilerin çok uluslu şirketler tarafından kullanılması, fikri mülkiyet açısından tartışmalara yol açarken, gerçekte başka bir bölgeye ait olan patentin alınmasıyla ortaya çıkan biyokorsanlık tüm dünyayı tehdit ediyor.

İlaçlardan kozmetiklere, çaylardan genetiği değiştirilmiş mahsullere kadar bitkisel ve hayvansal endemik türler, tüketici pazarlarında artan bir şekilde kendisine yer buluyor. Bu ürünlerin birçoğu, büyük şirketlerin yenilikçiliğini belgeleyen patentlerle korunsa da bu ürünlerin ne kadar yenilikçi oldukları konusunda bitmeyen bir tartışma var. Çünkü genetik kaynakların kullanımı, yüzlerce yıldır yerli gruplar ve kırsal çiftçiler arasında yaygın olan, doğal dünyaya ilişkin mevcut geleneksel bilgilere dayanılarak geliştiriliyor.

Geleneksel bilgiye, geldiği topluluğa adil bir tazminat sağlanmadan etik olmayan bir şekilde sahip olunması ve ticari olarak kullanılması ise biyokorsanlık olarak değerlendiriliyor. Biyokorsanlık, genetik kaynakların ve biyolojik çeşitliliğe sahip ülkelerin bilgisinin, daha sonra elde edilen ticari kârı paylaşmadan buluşların patentlenmesi için kullanılmasını ifade ediyor.

Halen dünya çapında biyokaçakçılık faaliyetleri, biyoçeşitlilik zengini ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşirken, bu faaliyetlerden yılda 25 milyar dolar gelir elde edildiği hesaplanıyor.

Genetik kaynakların kullanımından elde edilen ekonomik faydaların, bu kaynakları sağlayan ülke ve topluluklarla adil bir şekilde paylaşılmaması Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi (CBD) ile engellenmeye çalışılsa da biyokorsanlık kaynak ülkenin gelir kaybının yanı sıra aşırı hasat, habitat tahribatı ve türlerin tehlikeye girmesine yol açarak ekosistemlerde de telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açabiliyor.

Yerli bilginin kurumsal olarak ele geçirilmesi önemli

Halen dünya çapında biyokaçakçılık faaliyetleri, biyoçeşitlilik zengini ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru gerçekleşirken, bu faaliyetlerden yılda 25 milyar dolar gelir elde edildiği hesaplanıyor.

Dr. Erdal Güler.

Biyokaçakçılık kavramını, herhangi bir canlı türünü yurt içinden yurt dışına izinsiz taşınması sorununa indirgenmemesi gerektiğini ifade eden Bartın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Erdal Güler, biyokorsanlık ile yerli halkların biyoçeşitliliğe dayalı geleneksel bilgisinin ve gen kaynaklarının izinsiz, tazminat ödemeksizin çok uluslu şirketler tarafından patent almasına uzanan çok daha kapsamlı bir sorun olduğunun altını çiziyor.

Biyokorsanlıkla yerli halkın, ekonomik, ekolojik, kültürel açıdan tahribata maruz kaldığını belirten Güler, konuya fikri mülkiyet hakları açısından yaklaşılması gerektiğini belirtiyor.

Biyokaçakçılık ve biyokorsanlık yerli bilginin bilimsel ve ticari amaçlarla kullanılmasına ilginin artması ile yerel halkın geleneksel bilgi ve uygulamalarının kullanımından kaynaklanan ekonomik, tıbbi veya sosyal faydalardan mahrum bırakılmasına yol açıyor. Orijinal bilgi sahibi, kullanımdan herhangi bir kazanç elde edemezken, muhtemelen patent alması da engelleniyor. Dolayısıyla büyük ölçekli ticari şirketler, yerli tıbbi bitkilerin, tohumların ve genetik kaynakların patentini almak için fikri mülkiyet haklarını kullanıyor.

Biyokorsanlığın bir ülkenin geleneksel bilgilere dayalı ticari ürünlerden fayda sağlayamaması olduğunun altını çizen Güler, bu konuda en çarpıcı örneğin Hindistan’ın yüzyıllardır yetiştirdiği Basmati pirincinin patentinin ABD’li bir şirket tarafından alınması sonucu ortaya çıktığını sözlerine ekliyor.

“Alınan patent ile Hindistan’da ve Pakistan’da Basmati yetiştiren 250 bin çiftçinin geçim kaynakları tehlikeye girecek, pazar tekelleri ile yerel halkın ticari hakları ellerinden alabilecekti. Hindistan hükümeti ve sivil toplum örgütleri tarafından bu patente karşı mücadele verilmiş ve bu olay korsanlık olarak değerlendirilerek iptal işlemi için bilimsel kanıtlar hazırlanarak ABD Patent ve Ticari Marka Ofisine başvuru yapıldı. İncelemeler sonucunda Basmati ile ilgili patentlerin çoğu iptal edildi” şeklinde bilgi veren Güler, biyokorsanlığa karşı savaşan öncü kişilerden olan Vandana Shiva’nın bu durumu ‘biyokorsanlık yapan şirketlerin aynı zamanda topluluğun ekonomilerini de çaldığı ifadesiyle özetliyor. Biyokorsanlığın en iyi örneklerinden biri de ABD'li çokuluslu şirket W.R. Grace’in, antifungal spreyi Neemex'te kullanılan neem ağacı tohumu ekstraktına ilişkin 1994 patenti oldu. Şirket, patentinin benzersiz bir buluşun ürünü olduğunu iddia etse de, neem özleri Hindistan'ın kırsal çiftçileri tarafından 2000 yıldan fazla bir süredir böcek kovuculardan sabunlara bir dizi alanda kullanılıyordu. Aktivistlerin ve çiftçilerin patentle yıllarca mücadele etmesinin ardından, patent 2000 yılında Çevre Koruma Örgütü (EPO) tarafından yenilik ve yenilikçi adım eksikliği" nedeniyle iptal edildi.

Güler’in dikkat çektiği tartışmalı konulardan biri de Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Antlaşması’nın patent korumaya büyük önem verirken, biyokorsanlığı kolaylaştırması.

“Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Antlaşması (TRIPS) altındaki patent koruma maddeleri, genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili çalışmaları hızlandırmakta ve biyoteknoloji icatlarını teşvik etmekte. TRIPS, buluş sahibi için tam koruma sağlarken, buluşun kökenindeki bilgi veya kaynak sahiplerinin fayda paylaşımını koruma gibi bir yükümlülüğü yoktur. Birçok sivil toplum örgütü bu şartı konmasını talep etmekle birlikte Brezilya, Çin, Hindistan, Küba, Dominik Cumhuriyeti, Pakistan, Tayland, Zambiya, Ekvator gibi ülkeler de bu hükmün TRIPS’e eklenmesini DTÖ Genel Konseyi’ne iletmişlerdir. Bu nedenle aktivistler, TRIPS’in biyokorsanlığı kolaylaştırıp, bu duruma göz yumduğunu savunuyor” şeklinde konuşan Güler, dünya nüfusunun yüzde 70’ten fazlasının pirinç, buğday, mısır, patates gibi bitki kaynaklarına bağlı olmasına rağmen, bu kaynaklar üzerinden alınan haksız patentler sonucunda çok uluslu tarım şirketlerinin haksız ve etik olmayan şekilde tekelleştiğini belirtiyor.

Türkiye biyolojik çeşitlilik zengini

Son yıllarda Türkiye’de biyokaçakcılığa maruz kalan türler arasında soğanlı ve yumrulu bitkiler, kardelen, orkide, mantar, balık yumurtası, çeşitli böcekler, yılan ve kuş türleri öne çıkıyor.

Türkiye dünyada biyolojik çeşitlilik açısından en zengin ülkelerden biri durumunda. Birçok bitki, tür ve genetik çeşitliliğe ev sahipliği yapan ülkemizde endemik türlerin yüzde 34 seviyesinde olduğu değerlendiriliyor. Bu durum ise Türkiye’yi biyokaçakçılık ve biyokorsanlık için risk altında bırakıyor.

Türkiye zengin florası ile tıbbi ve kozmetik amaçlı biyolojik kaçakçılığa maruz kalırken, Rosa foetida da olduğu gibi coğrafyamıza özgü bazı bitkiler kaçırılarak yurtdışında üretilmeye başlandı. Son yıllarda Türkiye’de biyokaçakcılığa maruz kalan türler arasında soğanlı ve yumrulu bitkiler, kardelen, orkide, mantar, balık yumurtası, çeşitli böcekler, yılan ve kuş türleri öne çıkıyor.

Türkiye’de genetik kaynakların yurt dışına çıkışı engellemek için doğal zenginliklere yönelik envanter işlemi Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesinde Doğa Koruma ve Milli Parklar (DKMP) Genel Müdürlüğü tarafından yürütülüyor. 2013 yılında hazırlanan Biyokaçakçılıkla Mücadele Rehberi, bu konuda önemli bir farkındalık sağlarken, Biyoçeşitliliğe Dayalı Geleneksel Bilginin Kayıtlanma Projesi de biyokaçakçılık ve biyokorsanlığın önlenmesi için dönüm noktası olacak.

Dr. Erdal Güler, 2019 yılında TBMM’de tıbbi ve aromatik bitki çeşitliliğinin korunması, bunların üretiminde ve pazarlanmasında karşılaşılan sorunlar ile alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla meclis araştırma komisyonu kurulduğunu hatırlatıyor. Bu komisyon raporuna göre, Türkiye’de gen merkezi ve üretim potansiyeli bulunan birçok bitkinin patentinin diğer ülkeler tarafından alındığı ve Türkiye’nin konu ile ilgili gerekli politikaları oluşturup önlem almakta geciktiği sonucuna vardığını belirten Güler, biyokorsanlık sorununa yönelik politika geliştirme süreci başlamış olmasına rağmen örgütsel ve hukuki düzenlemelerin ivedilikle uygulanmaya geçilmesine ihtiyaç olduğunu sözlerine ekliyor.