Beyin kontrol savaşı

HABER MASASI
Abone Ol

Bilim dünyası insanın belki de son gizemli kalesine büyük bir atağa başladı. Duygu, düşünce, inanç, bilgi ve insan davranışlarının kaynağı beynin nasıl çalıştığını anlamak üzere yola çıkıldı. Bizleri gerçek anlamda ‘İnsanı Beyni’ ile tanıştıracak bu araştırmalar hükümet programlarına alındı.

Milyarlarca dolar harcanıyor

Nöroloji ile teknolojiyi hibritleyen bu alan bize yeni bir çağın kapısını aralıyor belki de. ABD ve Avrupa Birliği hükümetleri Nöroteknoloji araştırmalarına 10 yılda 10 milyarlarca dolar harcamayı planlıyor. ABD Başkanı Barack Obama’nın üç yıl önce duyurduğu ve desteklediği BRAIN Projesi ile Avrupa Birliği’nin desteklediği İnsan Beyin Projesi tüm hızıyla sürüyor. Bu projeler, bilgisayar, tıp, nörobilim, psikoloji, genetik, robotik gibi onlarca disiplini bir araya getirip insan beyninin sırrını çözerse, ilaçlardan robotlara, süper beyne sahip insanlardan yapa zekaya, nöropazarlamadan nöropolitikaya, iş hayatı, gündelik ve toplumsal hayatı altüst edecek yeni teknolojilere hazır olun… Tabi bir de, ‘beyinlerimize nereye kadar müdahale’ sorusunun getireceği etik tartışmalarına… İnsan hayatı için devrim niteliğindeki nöroteknolojik çağa ya da nörolojik savaş çağına hoş geldiniz…

Bu yıl animasyon kategorisinde Oscar alan bir film, belki çoğumuzun dikkatini çekmedi: Inside Outside... Türkçe adıyla Ters Yüz olarak bildiğimiz ödüllü yapıtta, bir kız çocuğunun doğumundan itibaren beyninin içindeki, neşe, üzüntü, tiksinti, öfke ve korku gibi duygular birer karaktere dönüştürülmüş. Küçük kızın dış dünyada yaşadıkları ve bunların beynin içinde yarattığı değişiklikler, ‘duygu karakterler’ üzerinden müthiş eğlenceli bir kurgu ile anlatılıyor. Filmin böyle bir zamana denk gelmesi pek de rastlantı olamayabilir. Neden derseniz, çocuklardan başlayarak dünya yeni bir ‘beyin’ tanımına alıştırılıyor olabilir mi? Öyle ki insan beyni ile ilgili, radikal gelişmelere gebe olduğumuz günler yaşıyoruz.

Beyin, halen bilim dünyası için gizemini koruyan nadir alanlardan biri. Biyoloji ve tıp dünyası bugüne kadar fiziksel yapısı hakkında neredeyse her şeyi öğrendi. Nöronlar yani sinir hücreleri, omurilik sistemi, beyinin tüm bölgeleri... Ama nasıl olup da öğrenme, bellek, düşünce, sevgi, inanç, kişilik gibi insana dair birçok özellik 90 milyar kadar hücreden ortaya çıkabiliyor, hem de 40 wattlık bir ampül kadar elektrik harcayarak. Bunu henüz keşfedebilmiş değiliz. İşte bilim dünyası, bugün önüne insan beyninin haritasını çıkarmak gibi zor bir görev koymuş durumda. 1990 yılında başlatılan İnsan Genom Projesi’nden sonra, şimdi büyük hedef insan beyni...

Çalışan beynin haritasını çıkarmak

  • Aslında insan beyninin fizyolojisi ile ilgili bilinmeyen pek yok. Asıl amaç beynin nasıl çalıştığını keşfetmek. Genetik başarılardan sonra bu kalenin de fethedilmesi insanlık için büyük bir dönüm noktası olabilir.

Bu yolda ilk adımı aslında 2013 yılının hemen başında Avrupa Birliği çapında oluşturulan İnsan Beyni Projesi (HBP) attı. Avrupa, beyin araştırmaları için kurulan platforma ilk fonu sağlayarak çalışmalara başladı. Ancak beyin araştırmasının popüler hale gelmesi, 2013 yılının Nisan ayında Başkan Barack Obama’nın Beyaz Saray’da yaptığı basın toplantısından sonra oldu. ‘Brain Research through Advancing Innovative Neurotechnologies’ yani Nöroteknolojik İleri Inovasyonlar için Beyin Araştırma Projesi, kısa adıyla BRAIN yani Beyin Projesi... Beyaz Saray tarafından doğrudan oluşturulan 100 milyon dolarlık kamu fonuyla yola çıkan proje, bilim insanlarına çağrıda bulunarak, faal bir beynin dinamik bir haritasını çıkarmalarını, nasıl düşündüğümüzü, nasıl öğrendiğimizi ve nasıl hatırladığımızı daha iyi anlamalarını istedi. Bu doğrultuda, algı, hafıza, öğrenme, planlama, duygu ve karmaşık düşünce gibi zihinsel ve davranışsal süreçleri doğuştan gelen donanımıyla kolayca yapabilen beynimizin, nöronsal mekanizmalarının canlı modellerini çıkarmak için disiplinlerarası bir çalışma grubu oluşturuldu. Bu grubun içinde ABD Sağlık Bakanlığı, DARPA (Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı), Ulusal Bilim Kurumu gibi birçok kamu kurumu yer alırken, bağımsız laboratuvarlar ve üniversiteler de yer alıyor.

BRAIN projesi beş yıllık iki döneme ayrılmış durumda. Avrupa’daki proje grubunun da dahil edilmesiyle Batı’nın, on yıl içinde beyin araştırmalarına 10 milyar dolar gibi bir araştırma yatırımı yapacağı tahmin ediliyor. İlk aşamada canlı olarak bir beynin nasıl çalıştığını haritalayacak yeni gözlem teknikleri geliştirilecek. Bugün yaygın olarak kullanılan EEG gibi teknolojiler başarı gösterseler de bütün bir beyni modellemekte pek yeterli olamıyordu. Yeni gözlem teknolojileri beynin çalışmasını ve nöronsal devrelerin karmaşık düşünce ve davranışları nasıl ürettiğine dair daha kapsamlı bir bilgi oluşturacak. Yani ilk beş yıl gözlem teknolojilerini geliştirilmesine harcanacak.

Bu gözlem teknolojileri de ilk etapta nörolojik hastalıkların ve bozuklukların teşhisinde, tedavisinde ve potansiyel olarak iyileştirilmesindeki çalışmaların temelini oluşturacak. İnsan sinir sisteminin davranışsal, elektrofizyolojik, anatomik, hücresel ve moleküler seviyede araştırılmasını amaçlayan ikinci aşamada, birçok farklı disiplindeki bilim insanı yeni verileri yorumlayarak belki de ‘bilinen dünya’mızı değiştirecek teknolojiler geliştirecekler. Beyin araştırmaları bilimsel ve tıbbi sonuçlarının çok ötesinde sonuçları olacak bir alan. Hatta yukarıdaki cümleden çıkaracağınız gibi bu teknolojik ve bilimsel devrim alanı belki de algıladığımız bugünkü dünyayı yeniden tanımlayacak, algılarımızı düşüncelerimizi yönetilebilir hale getirecek bir dini, sosyal ve politik sonuçları da içinde barındıran komplo teorilerine de oldukça açık. İşin sosyo-politik ve etik tartışmalarını da son bölüme bırakarak, genetik devrimden sonra insanlığın adım attığı nöroteknoloji çağın nelere gebe olduğuna kısaca bir göz atalım.

Başka kimlerin ‘beyni’ var?

ABD ve Avrupa dışında aslında birçok ülke beyin çalışmalarında geç kalmadan oyuna girmeye çalışıyor. İsrail, Kanada, Avusturalya, Yeni Zelanda, Japonya ve Çin gibi ülkeler beyin programları üzerinde çalışmaya başladı bile. “Türkiye bu araştırmaların neresinde?” diye soracak olursanız tablo aslında çok karamsar değil. Devlet desteği ile herhangi bir girişim henüz başlatılmış olmasa da, bu konuda çalışan akademisyenlerimiz ve üniversitelerimiz mevcut. Örneğin Üsküdar Üniversitesi’nin rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan ABD’deki BRAIN Projesi’nin Ortadoğu ve Türkiye’de temsilciliğini yapıyor. Üniversite’nin Altunizade yerleşkesinde, ABD’de bu proje için çalışan Beyin Haritalama ve Tedavileri Derneği (SBMT) ile işbirliği yaparak bir beyin araştırma merkezi de kuruldu. Avrupa Birliği çerçevesinde yürütülen diğer proje olan İnsan Beyni Projesi’nde ise Sabancı Üniversitesi’nin beyin gözlem teknolojilerinin geliştirilmesinde rol üstlendiğini ve Medipol Üniversitesi’nin de REMER (Rejeneratif Ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi) bünyesinde yürüttüğü beyin araştırmalarını da eklemeyi unutmayalım. Ancak konu ile ilgili kamu önderliğinde herhangi bir girişim yok. Akademilerin, özellikle daha fazla fona sahip devlet üniversitelerinin, bakanlıkların, TÜBİTAK gibi kamu kurumlarının ve özel sektörün işbirliği ile Türkiye’de de bu alandaki çalışmaların vakit kaybetmeden hızlandırılması, mevcut projelerin desteklenmesi gerekiyor.

Nöropsikiyatri ve ağır maliyetleri

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünya nüfusunun üçte biri depresyon, Alzheimer gibi çeşitli nöropsikiyatrik rahatsızlıklardan muzdarip ve tüm hastalıkların yüzde 13'ünü beyin kaynaklı rahatsızlıklar oluşturuyor. Beyin araştırmalarının, tıptaki etkileri konusunda Beyin Haritalama ve Tedavileri Derneği (SBMT) Başkanı Dr. Babak Kateb, sağlık harcamalarının dünya ekonomisine büyük bir yük getirdiğine işaret ediyor: “Beyin kaynaklı hastalıkların ülkelere maliyeti oldukça yüksek. Örneğin ABD'de 5,5 milyon Alzheimer hastasının bakım maliyeti 200 milyar dolar. Avrupa'da sadece beyin hastalıklarının ekonomik yükü 798 milyar dolar.” Beyin Girişimi projesiyle hastalıkların tedavisinin yanı sıra, uzun vadede sağlık giderlerinin düşürülmesi de hedefleniyor.

  • Özetle beyin araştırmalarının ilk etkisi tıpta ve özellikle beyin bağlantılı hastalıklarda olacak. Otizm, Şizofreni, Parkinson, Alzheimer, ALS, MS gibi önemli hastalıkların altında yatan nedenler keşfedilecek ve çareler bulunacak.

Ancak beyin araştırmaları, tıpkı İnsan Genom Projesi gibi sonuçlanırsa bunun tıbbın ötesinde büyük etkileri olacağı kesin. İsterseniz bunlara kısaca değinerek olayın etik ve komplo teorilerine kadar uzanan bölümüne doğru beyin yolculuğumuza devam edelim.

Nöromakineler ve beyin makine arayüzü

Beyin ve sinir sistemi gerçekten mucizevi bir organ.

İnsan beyni birçok bilim insanına göre, evrende bilinen en karmaşık sistem. Rakam tahminleri sürekli artarak devam etse de, bugün insan sinir sisteminde 90 milyar kadar sinir hücresi birlikte çalışıyor. Galaksimizde 100 milyar yıldız olduğunu söylersek bu rakamın büyüklüğünü anlamak biraz daha kolaylaşıyor. Omurilik ve vücudun her yerine dağılan sinir hücreleriyle yaşamsal fonksiyonların merkezi olan beyin, insana özgü öğrenme, bilinç ve düşünce gibi nasıl oluştukları hala bir sır olan kavramların da oluştuğu yer. Beyin ve sinir sistemi gerçekten mucizevi bir organ. Büyük oranda kimyasal elektrik sistemiyle çalışıyor. Sodyum ve potasyum iyonlarının hücre içi ve dışında yarattığı potansiyel farktan doğan 70 milivoltluk bir elektrikle sinyaller üretilip beyin canlı tutuluyor. Parmağınıza batan bir dikenin uyarısı yaklaşık 150 milisaniye içinde beyne ulaşıyor. Ve beyin çalışırken 40 watt’lık bir ampül kadar enerji tüketiyor. İşte bu mucizevi organın keşfiyle ilk ortaya çıkacak teknolojilerden biri, beyin ile makineleri entegre edecek elektronik ve yazılımsal arayüz. Bunu akıllı telefonlarımızı kullandığımız dokunmatik ekran arayüzüne benzetebilirsiniz.

Tıpkı bunun gibi beynimizle makinelerin konuşmasını sağlayacak, canlı sinirlerle bilgisayar çiplerini birbirine bağlayacak bir teknolojiden bahsediyoruz. BRAIN Projesinin ikinci beş yıllık safhasında ortaya çıkacak ilk teknolojiler insanın beyni ile entegre çalışacak makineler olacak. Bu konuda önemli çalışmalar yapılıyordu zaten. Kolunu kaybeden insanlar için geliştirilen makine-robot kollar, doğrudan sinir sistemine bağlanarak gerçek kol gibi düşünce gücüyle çalıştırılabiliyor. ABD’de kamu araştırma kurumu olan DARPA uzun yıllardır bu alanda çalışıyor ve belirli bir seviyeye gelmiş durumdalar. Reliable Neural Interface Technology (RE-NET) adını verdikleri program ile artık beyin sinyallerini makinelerin anlayacağı bir dile çevirebiliyorlar. Ancak makine-beyin veya bilgisayar-beyin arayüzü tasarımının çok daha geniş bir kullanım alanı olacağı kesin. Düşünce gücüyle sürülen otomobiller, gemiler, uçaklar... Düşünce gücüyle kontrol edilen bilgisayarlar... Uzaktan kumandalarınızı çöpe atabilirsiniz, elektronik cihazlarınızı beyin gücüyle çalıştırıp kullanabileceksiniz. Sinir sistemine entegre olmuş sanal gerçeklik dünyası, Matrix gibi bilim kurgu filmlerde gördüğümüz teknolojiler gerçeğe dönüşmek üzere... İşte bu yeni alana nöromühendislik veya nörosibernetik deniliyor.

Beyin 2.0, yapay zeka ve ölümsüzlüğün eşiğinde

İnsan beyninin sınırları zorlanırken ve sırları keşfedilirken karşılaşacağımız bir diğer teknoloji ise yapay zeka. 1950’lerden beri kafa yorulan, bilgisayarların insan gibi düşünüp düşünemeyeceği tartışması artık bir sonuca bağlanacak. İnsan beyni gibi çalışan bilgisayarlar yapılması mümkün hale gelebilecek. Bir anlamda robotların çağının başlayacağını söylemek pek yanlış olmaz. Şimdiye kadar insanlar yapay zekaya sahip bilgisayar programları üretseler de, insan zekasının ne olduğu tanımlanamadığı için, yapay zekanın da durumu bir türlü netleşemiyordu. Alan Turing tarafından 1950 yılında tasarlanan ve Turing Testi adı verilen test dışında elimizde bir ölçüm yoktu. Şimdi zekanın ne olduğunu tanımlayacak ve yapak zeka ile karşılaştırabileceğiz. Beynin çalışma sistemini simüle eden, onun gibi çalışan yapay zekalar üretilebilecek, 10 yıl içinde insan gibi düşünen ve duyguları olan makinelerle tanışmamız hayal olmaktan çıkabilecek. Nöromühendislik ürünü yeni nesil robotların, askeri, endüstriyel, hatta gündelik hayatımızda çok radikal değişiklere yol açması kaçınılmaz.

Yapa zekadaki bu gelişmeler, çok ütopik deneylerin de önünü açacak gibi görünüyor. Çalışan bir beynin haritasını çıkardıktan sonra, bu beyni aynen bir yapay zekaya kaydetmek mümkün olabilir mi? Yani bir insanın beyni, tümden bir robota aktarabilir mi? Dmitry Itskov adındaki Rus milyarder, kendi beynini bir robota yükleyecek “2045 Initiative” adındaki bir projeyi desteklediğini duyurdu. Proje insan beynini kopyalayarak, bunu depolama yetisine sahip robot üzerinde çalıştırmayı hedefliyor. Dmitry Itskov, insan beyninin robotlara transfer ediledilmesiyle ölümsüzlüğün 30 yıl içinde bir hayal olmaktan çıkaracağını söylüyor. Ne yüce bir amaç!? Beynin sınırlarında dolaşırken gerçekten hayal etmenin sınırı yok gibi. Ama sürdürülen bu projelerle insanın tüm geçmişini, duygularını, düşüncelerini ve bilincini bir robota yüklemek en azından şimdilik mümkün değil.

Nöro-pazarlama ve Nöroekonomi

Nöropazarlama konusunun istismara açık bir tarafının olduğunu da belirtmekte fayda var.

Beyin araştırmaları tıpkı elektronik ticaret gibi yeni bir ekonominin yolunu açabilir mi? Tıp ve norömühendislik, yüz milyarlarca dolarlık bir ekonomi zaten yaratacak. Ama bunun ötesinde tıpkı bilgisayarlar gibi ekonominin işleyişini de köklü olarak değiştirebilir. Beynin işleyişini keşfeden markalar insanların duygu ve düşüncelerinin köklerine yönelerek, nöro-tasarım ve nöro-pazarlama kampanyalarıyla yeni bir tüketim çağının kapısını aralayabilirler. Bu konuda şimdiden çalışmalar yapılıyor zaten. Bir çok reklam ajansı ve araştırma şirketi güncel teknolojiler olan manyetik rezonans görüntüleme (MRI), bilgisayarlı tomografi, pozitron emisyon tomografi gibi teknolojileri kullanarak ‘tüketici’ beyinlerini araştırıyordu.

Bu teknolojiler tüketicinin bir ürünün reklamına verdiği tepkileri kaydediyor ve reklamlar, sloganlar buna göre tasarlanıyordu. Bugün nöroteknolojiler konusunda en önemli patent sahiplerinden birinin, Nielsen araştırma şirketi olduğu söyleniyor. Bu ilişki pek rastlantı olmasa gerek. Hatta Türkiye’de bu çalışmalarla ilgili laboratuvarlar bile kuruluyor. İstanbul Şehir Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi ve 5 şirketin bir araya gelerek kurduğu Teknoloji Transfer Ofisi bunlardan birisi. Proje, İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan da 524 bin liralık bir destek de aldı. Burada kurulacak laboratuvar, nöropazarlama, nörobilişim ve nöroergonomi alanlarında faaliyet gösterecek. Nörobilim, pazarlama, bilişsel psikoloji, bilgisayar ve biyomedikal mühendisliği gibi 5 farklı araştırma disiplininden araştırmacılar birlikte çalışılacak. Şirketin tanıtım metninden aynen aktarıyoruz: “Araştırmalar; insanın, herhangi bir ürün, logo, ambalaj, motto, reklam filmi, tat, koku ve yazılım arayüzleri gibi etkileşim haline girdiği andaki temel fizyolojik özellikleri (deri direnci, PH dengesi, nabız, göz hareketleri, kas hareketleri, beyin elektriksel aktivitesi gibi) ölçüp değerlendirerek, konvansiyonel anket çözümüne nesnel ve destekçi yöntemler geliştirecek.” Daha fazla söze gerek yok sanırız. Ancak nöropazarlama konusunun istismara açık bir tarafının olduğunu da belirtmekte fayda var.

Nörosaçmalama ve istismar

Özellikle 2005 yılında gerçekleşen ‘Nöroekonomi’ toplantısından sonra karar verme ve beyin ilişkisi üzerine çıkan yayınların sayısında hızlı ve keskin bir artış yaşandı. Society for Neuroeconomics’in ABD Sağlık Bakanlığı Ulusal Tıp Kütüphanesi’nden derlenen verilere göre 2005-2015 yılları arasında bu yayınların sayısı 1965-2005 dönemine göre 4 kattan fazla artış gösterdi. Karar verme süreçlerinde beyinin nasıl davrandığı ve alışkanlıklarımızın nasıl şekillendiğine yönelik ilgiyi açıklamak için oldukça önemli bir veri aslında. Ancak karar verme süreçlerine yönelik bu çalışmalar bazen amacını aşabiliyor. Hatta ünlü psikolog Prof.Dr. Acar Baltaş “Nörosaçmalama” isimli yazısında “En tehlikeli yalan içine doğru karışmış olandır” diyerek bazı eleştirilere ve risklere dikkat çekiyor. Zira özellikle pazarlamada “zihin açıcı, dinlendirici, vs” gibi sloganlarla, satın alma davranışlarınız hedef alınarak para tuzağının içine çekilebilirsiniz. Prof. Baltaş Türkiye’de bir şirketin kendisine staj için başvuran gençlere bazı filmler izletmesi ve bu sırada beyin EEG’lerini (Elektroensefalografi) çekerek, adayların karar verme sürecinin incelenmesinden yola çıkarak “nörosaçmalama” aşamasına dikkat çekiyor. “EEG traselerinden üretilmiş algı fonksiyon grafiklerinin hayretle izlendiği ve seçilenlerin neden seçildiklerini, seçilmeyenlerin ise neden dışlandıklarını bilmedikleri bu durum, bence ‘nöro-saçmalama’nın zirvesini oluşturuyor” diyor.

Çünkü söz konusu eleme CT, MR, fMR gibi ileri görüntüleme teknikleriyle veya ileri kan tahlilleriyle değil, sadece genel bilgi veren ve bu nedenle yanıltıcı olduğu için tıp dünyasında da sınırlı olan beyin bio-elektrik aktivitesini ölçen EEG ile yapılmış. Baltaş, bugün hala insanların beyin taramalarına bakarak, ne yalan söylediklerini, ne de aşık olduklarını anlamanın mümkün olmadığını belirtiyor. Bu konuda elde edilen bilgilerin çok genel ve kaba olması nedeniyle bunlara bakılarak bilimsel doğrulara henüz varılamayacağını söylüyor. “Beyinde ‘satın al’ düğmesi henüz bulunmuş değildir. Bütün bunların ötesinde EEG görüntülerinden yola çıkarak insanlarla ilgili kararlar vermek ahlaki değildir. Bu bilimin açıkça ve pervasızca istismar edilmesidir” açıklamasını getiriyor. Ancak yine de bu alanda bilimsel gerçeklikle uyumlu olarak ciddi çalışmalar yürüten profesyonellerin varlığı da az değil.

Obamacare’in başarısı beyinde saklı

İnsan genomu analiz maliyetleri ABD’de 400 milyon dolardan bin dolar seviyesine kadar düştü.

Amerikan siyasi tarihinde John F. Kennedy ABD başkanlık koltuğuna, kamuoyuna yönelik “Ay'a inme” vaatleriyle oturmuştur. Özellikle Soğuk Savaş sırasında Sovyetler Birliği’nin uzay çalışmalarına misilleme yapan Başkan Kennedy’i kimse unutmamıştır. Öte taraftan 1971’de, zamanın ABD Başkanı Richard Nixon, kanseri “insafsız ve sinsi bir düşman” olarak ilan eden ve “Kanserle Savaş” sloganının ülke çapında yayılmasına vesile olsa da, Kennedy kadar hatırlandığını söylemek mümkün değil. Bu noktadan bakıldığında Obama’nın başlattığı Precision Medicine Initiative (Hassas Tıp İnisiyatifi), BRAIN gibi programların bir taraftan da “başkanlığın gerektirdikleri” olduğunu söylemek zor değil. 215 milyon dolar araştırma bütçesiyle başlayan Hassas Tıp inisiyatifi de kişiye özgü hastalık tanı ve tedavi şekilleri üzerinde çalışarak, ilaç sektöründe baştan aşağı devrim yapmayı amaçlıyor. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, Amerikan sağlık araştırmalarının maliyetleri enflasyondan daha hızlı yükselirken sağlık bakanlığının bütçesinin de zorlanıyor olması... Zaten hatırlanacağı üzere Obama iktidara geldiği zaman "Sağlık hizmetlerinin maliyeti, ekonomimizin ve ülkemizin vicdanı üzerinde ağır bir yük. Şundan hiç şüpheniz olmasın, Sağlık Reformu daha fazla gecikemez” diyerek OBAMACARE’i devreye sokmuştu.

Kısaca hatırlatacak olursak Amerikalıların çoğu özel sağlık sigortası sahibi. Bu sigortanın ücreti, kısmen kişinin işvereni tarafından karşılanıyor. Yaşlı Amerikalılar ise hükümet fonlarıyla beslenen sağlık hizmetlerinden yararlanıyor. Nüfusun yüzde 15’ini oluşturan yaklaşık 50 milyon Amerikalının ise sağlık sigortası yok. Bu kişiler çalışan yoksullar sayılırken sigortası olanların çoğu için sağlık harcamaları, ağır bir yük teşkil ediyor. Birçoğu sigorta kapsamına güvenemiyor. Birçok doktorsa sigorta şirketlerinin yaptığı ödemeleri yetersiz buluyor. Tüm Amerikan vatandaşlarını sağlık sigortası kapsamına almayı hedefleyen OBAMACARE sağlık masraflarını artıracağı için eleştirilse de, Genom, Hassas Tıp ve BRAIN gibi projeler insan yaşam kalitesini yükseltirken ilaç şirketlerinin Amerikan ekonomisi üzerinde yarattığı baskıyı minimize etmiş olacak. 2013 yılında Beyin Projesi’ni basına tanıtırken, Obama, insan genomu projesine yatırılan her 1 doların ülke ekonomisine 140 dolar olarak geri döndüğünü belirtmişti. Örneğin özel sektörün de çalışmalarıyla, insan genomu analiz maliyetleri ABD’de 400 milyon dolardan bin dolar seviyesine kadar düştü. (Ancak aynı dönemde büyük ilaç şirketlerinin yüzbinlerce işçi çıkardığını da hatırlatmak gerekiyor.)

Ya hack’lenirseniz?

Beyin araştırmaları aslında birçok tartışmayı da beraberinde getiriyor. Yukarıda bahsedilen satış ve pazarlamaya yönelik renkli dünyalar ve nörolojik rahatsızlıklar alanında çığır açan gelişmeler haricinde, bireysel, ulusal hatta küresel güvenlik tartışmalarını da gündemimize taşıyor. Brain-2-brain (beyinden beyine), brain-2-machine (beyinden makineye bağlı) düzenekler, aslında insanı bir taraftan da matematiksel bir model, bir yazılıma dönüştürüyor. Yani beyin ile makine arasındaki iletişimi, emir komuta zincirini bir yazılım yürütüyor. Bu durumda yazılımda oluşacak bir hata, bu iletişim organizasyonunu dağıtabileceği gibi yazılımın hack’lenmesi gibi bir riski de beraberinde getiriyor. Örneğin felçli bir hastanın elini kullanması durumunda ya da savaş gazisi bir askerin koluna takılan protezin hareket kabiliyetinde, bu riskleri göz önünde bulundurmak gerekiyor. Özellikle beyin çipleri söz konusu olduğunda, bu çiplerin taşıdığı ya da taşıyabileceği yazılımlar da dışarıdan müdahaleye açık bir hale geliyor. Dolayısıyla “ya hacklenirsek” sorusuna karşılık, “üretici firmanın vicdanına kalmış” cevabını alabiliyorsunuz. İnsan sağlığında ve yaşam standardında devrim yaratan bu nöroteknolojinin, tıpkı nükleer ya da kimyasal teknoloji gibi kimin elinde olacağı, bu teknolojinin nasıl regüle edileceği “etik” tartışmalarını da gündemimize taşıyor. Hele ki uluslararası kamuoyunda terörizm ve tehdit algısı bu kadar değişmişken, terör örgütleri savaşı siber boyuta taşımışken! Ulusal sınırlarınızı korumakta, kamu kurumlarınız siber güvenliğini sağlamakta zorlanırken, bir anda halkınızın beynini ve bedenini korumakta acziyete düşebilirsiniz…

Parayı veren düdüğü çalar mı?

Yazının başında Beyin Projesi’nin finansörlerinin kamu ve özel sektörden oluştuğunu, ABD Başkanı’nın projeyi başlatırken amaçlarının “beyni anlamak olduğunu” anlatmıştık. Ancak projenin Sağlık Bakanlığı kadar büyük ve titiz ortaklarından biri var ki beyin projesinin nereye varacağı konusunda soru işaretleri bırakıyor zihinlerde: DARPA… Savunma İleri Araştırma Projeleri Ajansı (The Defense Advanced Research Projects Agency) olarak bildiğimiz bu kurum, Amerikan ordusu tarafından kullanılmak üzere, yeni teknolojiler üretmekle sorumlu ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı bir kurum. Soğuk savaş döneminde Rusya'nın Sputnik füzesini uzaya göndermesinin ardından 1958'de ARPA adıyla kurulan ajans, İnternetin geliştirilmesinden sorumluydu ve Berkeley Unix ve TCP/IP'yi de içeren birçok geliştirme projesini finanse etmişti. DARPA’nın adını aslında birçoğumuz 1999 İzmit depremi sırasında da duymuştuk. Pentagon'un kontrolünde ve ABD ordusunun hizmetinde olan HAARP Projesinin getirdiği teknoloji ile iklim kontrol ve yapay deprem silahı olarak kullanılabilme imkanı doğduğu ciddi tartışmalar yaratmıştı. Hafızayı tazeledikten sonra devam edelim… Amerikalı gazeteci Annie Jacobsen’ın 2015 yılı sonlarına doğru çıkan “The Pentagon's Brain: An Uncensored History of DARPA, America's Top-Secret Military Research Agency” (Pentagon’un Beyni: Amerika’nın Çok Gizli Askeri Araştırma Ajansı DARPA’nın Sansürsüz Tarihi) isimli kitabında oldukça önemli bir noktaya dikkat çekiyor.

  • “DARPA, Beyaz Saray ile Beyin Projesi’ni başlattı ve önümüzdeki 10 yılı ‘Beyin 10 yılı’ ilan etti. Amaç beyini keşfetmek deniyor!

ancak bu büyük amaçların yanında DARPA projeden muradının ‘silah teknolojisini geliştirmek’ olduğunu belirtti. Yani DARPA ‘amacım zihinsel hastalıkları tedavi etmek’ demiyor. Annie Jacobsen, “O zaman bu Ajansın beyin araştırmalarından asıl hedeflediği ne?” sorusunu soruyor.

Robotik meydan muhaberesi

Bu soruya Pentagon ve DARPA’nın, savaş gazisi Amerikan askerlerinin yaşadığı akli dengesizlik gibi sorunlara çare arayışı beyanları elbette ki pek tatmin edici olmuyor, zira konunun muhatabı normal şartlarda ABD Gaziler Bakanlığı. Ancak DARPA’nın 2005’te protez uzuvlar alanında yürüttüğü çalışmalar, bize bazı ipuçları veriyor. 2007 yılına gelindiğinde DARPA, DEKA isimli Araştırma ve Geliştirme Şirketi’ne robotik protez kol siparişleri veriyor ve uygulama meşhur John Hopkins Üniversitesi tarafından yapılıyor. Ve akabinde MIT Technology Review dergisi, bir maymunun beyni ile robotik bir elin parmaklarını çalıştırabildiği yazıyordu. DEKA’nın ürettiği bu protez robotik kolun maliyeti 650 bin doları aşarken, şimdi seri üretim için bir “babayiğit” arandığı belirtiliyor. Ajansın protez uzuv alanındaki bu müthiş devrimi yakalamak içinse 100 milyon dolar Ar&Ge bütçesi harcadığı ifade ediliyor. Ancak gazeteci Jacobsen, “görünen o ki DARPA insanlara değil, robotlara el ve kol üretmeye çalışıyor” iddiasını dile getiriyor zira 100 milyon dolar harcanan tüm bu protezler savaş gazilerine verilmeyip DARPA laboratuvarlarının raflarını süslüyor. İddiaya göre gazilerin çoğu hala I. Dünya Savaşı’ndan kalma Kaptan Hook kollarını kullanıyor! Değil dünyada, Amerikan halkında bile en büyük endişe, bugün bu bilimsel çalışmaların yeni ve robotlardan oluşan bir savaş ordusu kurmaya yönelik olduğu. Çoğu Ortodoks bilimin sınırları içinde konuşmayı tercih eden akademisyenler ve mühendisler, beynin içini okumanın bugünün imkanları ile mümkün olmadığını belirtirken, Jacobsen’ın iddialarına kayıtsız kalmak mümkün gözükmüyor. Hele ki bahsedilen teknolojinin yapay zeka ile entegre çalıştığını düşününce.

Beyne yönelik çalışmaların desteklenmesinde bahsettiğimiz kurumlar kadar istihbarat kurumlarının da adı geçiyor aslında. CIA, MOSSAD, MI6, FSB gibi istihbarat kurumlarının bu laboratuvar çalışmalarını kullanarak zihin okuma çalışmaları yaptığı herkesçe biliniyor. Hepsinde temel kaygı var: Haber alma, bilgi toplama… Zaman zaman insana işkence boyutuna varan uygulamaların yapıldığı, hayatların karartıldığı ancak yine de mükemmel yaratılmış beynin detaylarına ulaşılamadığı düşünülünce nöroteknoloji de bir “atom bombası”na dönüşebilir. Belki de dünya beyine yoğunlaşmış ve ulusal güvenlik meselesi yapmışken Türkiye için de bu çalışmaları kamuya yayma vakti gelmiştir.