Beklentiler, fiyatlama davranışı ve Orta Vadeli Program
Fiyat yapışkanlığı, satılan malın yerine yenisinin konulamaması veya sunulan hizmetin bedelinin daha aşağıya inmesinin mümkün olmayacağı öngörüsüyle ortaya çıkan bir atalet durumudur. Oyuncu sayısının göreli ağırlığını ifade eden piyasa yapısına bağlı olarak spekülatif veya manipülatif hareketler de fiyat yapışkanlığını besleyebilmektedir. Kovid-19 salgınında özellikle yurt dışı taşımacılıkta büyük maliyet artışları meydana geldi. 2022 yılı başından itibaren kara ve deniz yolu taşımacılığında eski fiyat düzeylerine yönelme görülmeye başlandı. Ancak ithal edilen mal ve hizmetlerin fiyatlarında eski düzeylere dönüş çok daha düşük oranda kaldı. Kovid-19 Salgını ve Ukrayna savaşının etkisini gerekçe göstererek Avrupa Birliği ülkelerindeki birçok firma, artan taşımacılık ve enerji maliyetlerini satış faturalarında ayrı kalemler olarak belirteceklerini beyan ettiler. Bu suretle, sattıkları ürünlerin fiyatlarında keyfi artışlar yapmadıklarını göstermek ve bunu faturada ayrı satırlarda belirterek kanıt olarak sunmayı düşündüler. Neyse ki düşen enerji fiyatları sayesinde faturalarda enerji maliyetini ayrıca göstermeye gerek kalmadı.
İstikrarsızlaştırma sürecinin ürünü olarak fiyat yapışkanlığı
Türkiye’de fiyat yapışkanlığının oldukça eski ve yerleşik bir serüveni vardır. 1970’lerden itibaren petrol krizleri, iç siyasi istikrarsızlıklar ve ekonomik modellerin etkili uygulanamaması nedenleriyle çift haneli, hatta bazı yıllar üç haneli gerçekleşen enflasyon, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 sonunda yüzde 30 düzeyinde gerçekleşmiştir. 1980 sonrası dönemde enflasyonda en başarılı ve istikrarlı yönetim AK Parti iktidarı oldu (Grafik 1).
2012 yılından başlayarak yoğunlaşan MİT Krizi, Gezi Olayları ve tencere-tava gösterileri gibi istikrarsızlaştırıcı olaylar, 2016’daki askeri darbe olayı ve benzeri enstrümanlar, Türkiye’nin eski yöntemlerle hizaya getirilmesi amacıyla işletildi ve yönetimin enerjisinin bu tür vakalara yoğunlaşmasına neden oldu. Nitekim 2018’deki yönetim rejimi değişikliği, Türkiye’ye yönelik eski istikrarsızlaştırma politikaları ve araçlarının artık aynı düzeyde etkili olamayacağını gösterdi. Akabinde Kovid-19 Salgını Türkiye’yi ve dünyayı büyük bir dönüşüme zorlayarak, hükümetlerin makroekonomi politikaları çerçeve ve kapsamını da değiştirdi.
Ekstrapolatif, adaptif ve rasyonel beklentiler
İktisatta beklentilerin genellikle üç şekilde tezahür edeceği kabul edilir. Geçmişteki ekonomik davranışların (hükümetin ekonomi politikası, arz, talep, fiyatlar) benzer şekilde seyredeceği öngörülüyorsa bu, ekstrapolatif beklenti olarak nitelenir. Eğer ekonomik aktörler, geçmişteki ekonomik örüntünün tekrarlayacağını ancak bir miktar da değişiklik olacağını öngörüyor ve beklentilerini bu değişikliğe göre güncelliyorsa bu, adaptif (uyumcu) beklentidir. Ekonomik aktörler, geçmiş ekonomik örüntüleri esas almaktan ziyade, mevcut politika ve örüntüleri dikkate alarak geleceğe yönelik öngörülerde bulunuluyorsa bu rasyonel beklentidir.
- Türkiye Orta Vadeli Programı (OVP) ile iç ve dış kamuoyunda genel olarak olumlu karşılanan bir yol haritası ilan etti. Bu doğrultuda sıkılaştırıcı, ekonomik kesimlere göre telafi edici, döviz kazandırıcı faaliyetleri teşvik edici, büyümeyi en az olumsuz etkileyecek bir politika tasarımını öngören bir çerçeve ve uygulama tasarımı öngörülüyor.
Bütün bu politikaların, ekonomik aktörleri ve piyasa profesyonellerini rasyonel beklentiler geliştirmeye yönlendirmesi hedefleniyor. Hükümetin ilan ettiği enflasyon hedeflerinin yıllar itibariyle gerçekleşmesi, sadece kamu kesimi fiyatlama pratiğinin değil, aynı zamanda özel sektör ve emekçi kesimlerinin de yeni program doğrultusunda beklenti ve taleplerini gözden geçirmeleri ve uyumlandırmaları beklenir. Aksi halde eğer ekstrapolatif ve adaptif beklentilere göre talepler şekillenirse, enflasyonun direnci artacak ve enflasyon ekonomik gerekliliklerden ziyade psikolojik gerekçelendirmeyle beslenecektir.
Yönetime talip her siyasi partinin siyasi sorumluluğu
Bir yandan, üretici ve ticari kesimler, diğer yandan tüketici ve emekçilerin geçmiş yıllardaki yüksek enflasyonu öngörerek geleceğe yönelik beklenti kurgusu yapmaları, OVP’nin hedeflerine ulaşmasında ilave güçlükler ortaya çıkarmaktadır. Türkiye 2018, 2019, 2023 yıllarında genel ve yerel seçimler yaptı ve Kovid-19 ve 2018 küresel ekonomik krizin yeniden ortaya çıkmasının getirdiği ilave maliyetlere muhatap oldu. Gelişmiş ülkeleri de önemli ölçüde olumsuz etkileyen salgın ve durgunluk krizleri, Türkiye’de seçimlerin etkisiyle ilave bir boyuta ulaştı. 2023 genel seçimlerinde muhalefetin vaatleri hükümetin de bu yönde politika geliştirmesinde müessir oldu ve kamu bütçesi olumsuz etkilendi. İç talepte ilave canlanma, ekonomik büyümeyi olumlu etkilemekle birlikte, artan enflasyonun olumsuz etkisi daha fazla dikkat çekti. Önümüzdeki yıl yapılacak belediye seçimlerinin, vaatler konusunda genel seçimlerdekine benzer bir sonuç ortaya çıkarması beklenmez; ancak, yine de ekonomik istikrarı olumsuz etkileyecek bir politika geliştirme ihtimali vardır. En az iktidar kadar muhalefetin de ülke sorumluluğunu taşıması ve seçmeni irrasyonel (gerçekçi olmayan) beklentilere yöneltmemesi gerekiyor. Aksi halde etki-tepki mekanizmasıyla bütün toplum bedel ödemeye mecbur kalıyor.