Avrupa bankacılık sektörü neden zor durumda
Avrupa bankacılık sektörü, küresel ekonominin zayıflaması, Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden ayrılma (Brexit) kararı alması ve Avrupa Bankacılık Otoritesi’nin (EBA) son stres testini açıklamasının ardından yaşanan dalgalanma nedeniyle zor günler geçiriyor.
Küresel finansal krizin ardından regülatörlerin aldığı önlemler ile sermaye yeterlilik sorununu şimdilik aşmış görünen Avrupa bankaları bu kez başka sorunlar ile yüzleşiyor. Çeşitli nedenlerden ötürü gelir yaratabilme kabiliyetleri zayıflayan Avrupa bankalarının piyasa değerleri alt üst olmuş durumda. Kredi taleplerindeki durağanlık ile ülke merkez bankalarının sağladığı likiditeyi çeviremeyen Avrupa bankalarının ekonomik büyümedeki payı gittikçe zayıflıyor. Verilere göre, toplam varlık değeri bakımından dünyanın en büyük 15 bankası, hisse senetlerinde son 1,5 yılda yaşanan ciddi kayıplar nedeniyle yaklaşık 670,35 milyar dolar değer kaybetti ve ekonomik kayıplardan en çok Avrupa bankaları etkilendi.
Finansal verilere göre, toplam varlık değeri bakımından aralarında HSBC, Deutsche Bank ve Barclays’in bulunduğu dünyanın en büyük 15 bankası, hisse senetlerinde son 1,5 yılda yaşanan ciddi kayıplar nedeniyle yaklaşık 670,35 milyar dolar değer kaybetti ve ekonomik kayıplardan en çok Avrupa bankaları etkilendi. Avrupa'nın en büyük bankası olan İngiltere merkezli HSBC'nin toplam varlık değeri 2,409 trilyon dolar. Ancak banka geçen yıl 190,18 milyar dolara ulaşarak rekor kıran piyasa değerinin yüzde 27'sini kaybetti. Bunun bankaya zararı 50,7 milyar doları buldu.
Alman Deutsche Bank yüzde 60,8 düşüşle piyasa değeri en fazla gerileyen bankalar arasında yer aldı. Bankanın geçen seneki en yüksek ve şu anki piyasa değerleri arasında 30,2 milyar dolar fark var. Geçen yıl 6,8 milyar euro zarar açıklayan banka, yaklaşık 35 bin çalışanını işten çıkarmayı planladığını duyurmuştu. Birleşik Krallık’ın referandum ile AB üyeliğinden ayrılma kararı alması hisse senetlerinin değer kaybını hızlandırdı çünkü Deutsche Bank, Londra'daki en büyük Avrupa bankası ve gelirlerinin yüzde 19'unu Britanya'dan sağlıyor. Almanya'da yüzde 40'lık pazar payı ile en büyük kredi sağlayıcısı banka, geçmişte yaptığı çeşitli uygunsuz işlemlerinden dolayı 14 milyar dolar ceza almıştı.
Varlık değeri 1,650 trilyon dolar olan Barclays’in piyasa değeri ise bir yılda 73,65 milyar dolardan 34,07 milyar dolara gerileyerek, yüzde 51,5 düşüş gösterdi. Bloomberg Avrupa 500 Banka ve Financial Hizmetler Endeksi
2015'te yüzde 33 geriledi ve Temmuz ortası itibarıyla son yedi yılın en düşük seviyesinde seyrediyor.
İtalya batık kredilerine çözüm arıyor
Ekonomik büyümenin yavaş ve işsizlik oranının yüksek olduğu İtalya’da, geri ödenmeyen kredilerin toplam kredilere oranı yüzde 17’ye ulaşmış durumda. Toplam 360 milyar euro (398 milyar dolar) geri ödenmeyen kredi bulunuyor ve bu rakam İtalya’nın gayrisafi yurtiçi hasılasının yaklaşık yüzde 21’ine denk geliyor. 2008 yılındaki küresel finansal kriz öncesi bu oranın yüzde 5’in altında bulunduğu göz önüne alındığında takipteki kredilerin yaklaşık 4 kat arttığı görülüyor. İtalya hükümeti kamu yardımının içinde bulunduğu bir paket ile batık kredi sorununu çözüme kavuşturmak istiyor ve Başbakan Matteo Renzi AB’den bankacılık sistemine 40 milyar euroluk (45 milyar dolar) bir kaynak enjekte edilmesini talep etti. Ancak AB’nin mevcut bankacılık düzenlemeleri üye ülkelerin bankacılık sektörünün desteklenmesine imkân tanımıyor.
Geri dönmeyen kredilerin üçte ikisi yani 228 milyar euroluk bölümü ilk beş büyük bankaya ait. Bu noktada sıralamada ilk iki banka konumunda bulunan UniCredit ve İntesa Sanpaolo birlikte 150 milyar euroya yakın geri dönüşü olmayan kredi miktarına sahip. UniCredit'in geçtiğimiz yıl net karının 6.6 milyar eurodan 5.3 milyar euroya geriledi. Banka ayrıca 2018 yılına kadar 18 bin kişiyi işten çıkarmayı planlıyor.
Deutshe Bank nasıl en riskli banka oldu
Uluslararası Para Fonu (IMF) Temmuz ayı başında açıkladığı raporunda, Deutsche Bank'ı küresel önem taşıyan 20 büyük banka arasında "küresel finansal sisteme tek başına en büyük net katkı yapıcı" olarak niteledi.
- Deutshe Bank'ı aşırı borçlanmak ve gevşek risk yönetimine sahip konularında eleştiren IMF, ikinci ve üçüncü "en riskli" bankaları da HSBC ve Credit Suisse olarak belirtti.
Öte yandan ABD Merkez Bankası (Fed), Haziran’da Deutsche Bank'ın sermaye planını reddetti. Fed’in Kapsamlı Sermaye Analizi ve Değerlendirmesi (CCAR) kapsamında, risk ölçüm yöntemlerinde, bankanın stres testi sürecinde, risk yönetimi yapısında ve veri altyapısında eksiklikler olduğu kaydedildi. Söz konusu test, bankaların güçlü sermaye yapısına sahip olması, kriz dönemlerinde bile kredi yükümlülüklerini rahatlıkla yerine getirebilmesi ve finansal istikrar açısından yapılıyor.
Tera Yatırım Araştırma Analisti Serdar Özdemir konu ile ilgili şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Geçtiğimiz yıl Eylül ayından bu yıl Şubat ayına kadar yaşanan emtia fiyatlarındaki kırılma, emtia üreticisi ülke ve şirketlerin kredi riskini bir hayli yükseltmişti. Bu durum da domino etkisi yaratacak şekilde, kreditör Avrupa Bankaları üzerinde de negatif yansıma yaratmıştı. Küresel anlamda entegrasyonunun çok yüksek olduğunu belirtebileceğimiz Deutsche Bank özelinde ise hisse senedine dönüştürülebilir tahviller sınıfında yer alan “CoCo tahvilleri” ihracının yarattığı kümülatif risk ciddi anlamda önem teşkil ediyor. IMF’in de Alman Bankacılık sektörü için hazırladığı raporda, Deutsche Bank’ın dış ülkeler ile olan yüksek entegrasyonunun, CoCo tahvilleri gibi risk teşkil eden türev araçlar yoluyla küçümsenmemesi gereken bir öneme sahip olduğunu belirtmesi, Deutsche Bank kaynaklı risklerin dikkate alınması gerektiğini gösteriyor.”
Sermaye yeterliliği hisse senedi yatırımcısını ikna edemedi
Avrupa Bankacılık Otoritesi (EBA), 29 Temmuz’da 51 bankanın "stres testi" sonuçlarını açıkladı. Bankalar üç yılı kapsayan teorik ekonomik şoklarla karşı karşıya bırakılarak, ana sermayelerinin ne kadarının tükendiğine bakıldı. AB'deki bankacılık sektörü varlıklarının yaklaşık yüzde 70’ini temsil eden 51 bankaya uygulanan ve banka bilançolarını güçlendirmeyi, şeffaflığı artırmayı ve güven oluşturmayı amaçlayan stres testi, Avrupa bankacılık sektörünün direncinin 2014 yılına kıyasla güçlendiğine işaret etti. Avrupa’da bankaların kriz durumlarında dayanıklılığını ölçen stres testinin sonuçları, Avrupa bankalarının kriz durumunda yeterli sermaye bulundurabileceğine işaret etmesine karşın, yatırımcıların bankaların geleceği ve stres testinin yeterliliği konusundaki kaygılarını ortadan kaldıramadı.
Stres testi sonuçları bankacılık sektörü konusunda kötümserliğin giderek arttığı bir döneme denk geldi.
Bankacılık sektörü hisseleri bu yıl tüm sektörler arasında en çok düşen oldu. Genel piyasaya kıyasla rekor düşük seviyedeki değerlemeler de yatırımcıları cezbetmek konusunda yetersiz kaldı. Rekor düşük seviyedeki faiz oranlarının karlılık konusunda yarattığı endişeler sektörü vururken, zayıflayan ekonomi ve İtalya'da gerçekleşmesi muhtemel bankacılık sektörü krizi de Avrupa bankalarının performansını olumsuz etkiliyor.
Testi geçemeyen tek banka: İtalyan Monte Deı Paschı dı Siena
İtalya'nın en eski ve büyüklük bakımından ise üçüncü bankası olan Monte dei Paschi di Siena, stres testinde 51 banka arasında sermayesini kaybeden tek banka oldu. Piyasa değeri 2016 yılında 2.7 milyar euro gerileyen şirket için tek kurtuluş yolu yeni bir fonun bankanın kötü kredilerini makul bir fiyata alması olacak. Ancak, bir analiste göre kötü krediler için verilmesi umulan fiyat alıcıların vermeye razı olduğunun çok üzerinde bulunuyor. Öte yandan Avrupa Merkez Bankası (ECB) tarafından 3 yıl içerisinde kötü kredi miktarının toplam kredilere oranının yüzde 40'a yükselmesi dolayısıyla bankaya yapılan sert eleştiriler, bankanın hisse değerinde adeta bir erime yaşanmasına neden oldu.
ECB, bankanın 47 milyar euroluk ödenmeyen kredi miktarını içinde bulunduğumuz yıl 43,5 milyar euroya, 2017 yılında ise 39 milyar euroya indirmesini talep ediyor. 2018 yılı için ise 32,6 milyar euroluk bir rakam belirlenmiş durumda. Monte dei Paschi di Siena ile birlikte Avusturya bankası Raiffeisen ve İspanyol bankası Banco Popular stres testinde en kötü performansı sergileyen bankalar oldu. Deutsche Bank ve Commerzbank da stres testinde en kötü performans sergileyen 12 banka arasında yer aldı.
Stres testinin güvenilirliği ve içeriği test ediliyor
Bankaların ihraç edebilme kabiliyeti, not derecelendirme kuruluşları açısından bakıldığında ise banka bilançolarının sağlamlığı Avrupa bankacılık sektörünün değerlendirilmesinde büyük önem arz ediyor. Avrupa bankalarının küresel finansal kriz öncesinde sermaye yeterlilik oranlarını yüzde 5-6 seviyelerindeydi. Günümüzde bu oran yüzde 10’ların üzerinde seyrediyor. Credit Suisse ve Unicredit gibi benzer bankalar 2009’dan sonraki dönemde sermaye yeterliliği bakımından çok zor durumdaydı. Aslında bilanço sağlamlığının ölçüsü olan sermaye yeterliliği Avrupa bankalarının neredeyse tamamı sermaye yeterliliği sorununu şimdilik atlatmış görünüyor. Dolayısıyla bankalara yönelik not indirimleri bankaların batacak olmasına işaret etmiyor. Zira, Deutsche Bank da dâhil olmak üzere birçok Avrupa bankası yatırım yapılabilir seviyedeki notunu koruyor. Ancak uzmanlar, EBA’nın stres testini Avrupa'daki bankaların gerçek durumunu göstermek için değil, sorunların göründüğü kadar kötü olmadığını açıklamak açısından güven vermek için tasarlandığı gerekçesiyle eleştirdi. Düşük faiz oranlarının bankaların karlılığına etkisi ve Brexit gibi ana elementlerin testte yer verilmemesi, testin Euro Bölgesi’nin sorunlu ülkelerinden Portekiz ile Yunanistan bankalarını kapsamaması ve testte bireysel bankaların başarılı olup olmadığının yer almaması diğer eleştirilen konuları arasında yer aldı.
Avrupa bankacılık sektörünün asıl problemi gelir yaratabilme kabiliyeti
Banka bonosu alımında veya kredi temerrüt swapında bilanço sağlamlığının incelenmesi gerekirken, hisse senedi işleminde bankanın getiri sağlama kapasitesinin yani operasyonel faaliyetinin değerlendirilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Avrupa bankalarının asıl problemi hisse senedi yatırımcısını ilgilendiren bir sorun olarak görülüyor. 2009 krizinden sonra regülasyonların sıkılaştırılması ve bankaların bilançolarında risk taşıma kabiliyetlerinin azaltılması bilançoları sağlamlaştırırken, gelir yaratma potansiyelini sınırlıyor. Dolayısıyla küresel olarak bankacılık sektörü eskisi gibi karlı bir iş olmaktan çıkıyor. Analistlere göre bilanço sağlamlığı artarken bankalar sadece risksiz faiz yaratabiliyor. Katma değer yaratılabilmesi için ise risk alınması gerekiyor. Bununla birlikte kredi vermede veya banka bilançosunu bazı faaliyetlerde kullanmada bir seri engeller bulunuyor. Bu durum uzun vadede sektörel bir krizinin tekrar yaşanmamasını sağlayabilir gibi görünse de öte yandan küresel ekonominin lokomotifi olarak görülen finans sektörünün büyümedeki payını zayıflatıyor.
Alan Yatırım Kıdemli Analisti Eda Önder Öztürk ‘’İtalya ve Avrupa Birliği arasında bankaların sermaye yapılarının yeniden düzenlenmesine ilişkin görüşmeler sonrası ortaya çıkan uzlaşmazlık Avrupa’da finansal sistemin yeniden sorgulanmasına yol açtı. Her ne kadar geçtiğimiz haftalarda Avrupa bankaları stres testinden geçmişte olsalar, ilgili dönemde Avrupa borsalarına bankacılık endeksi öncülüğündeki satışlar hafızalardaki yerini aldı. Avrupa bankacılık sektörü, küresel ekonomide büyüme endişeleri, Brexit süreci ve Avrupa Bankacılık Otoritesinin stres testleri ile birlikte 2016 yılında oldukça zor bir dönem geçirdi. Söz konusu ortaya çıkan tabloda yalnızca bankacılık endeksinde satışları değil Avrupa’da bankacılık sektörünün düşük karlılık oranları da konuşulması gereken konuların başında geliyor” yorumunda bulundu.
Küresel yapısal durgunluk finans sektörünü vuruyor
Krizden sonra kaybolan güven ortamı geri gelse de Avrupa ekonomisi büyümede zorlanıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın (ECB) piyasalara sağladığı likidite bankalara ulaşsa bile reel sektördeki kredi talebinin düşük olması dolayısıyla ekonomiye katkı sağlayamıyor. Özellikle Avrupa’da kredi iştahının zayıf olması veya tüketici tarafından doygunluğa ulaşılması olması ekonomik büyümede yapısal bir durgunluğu beraberinde getirirken, düşük büyüme oranlarının “yeni normal” olup olmadığı sorusunu akla getiriyor.
Avrupa bankacılık sektöründe 2007’de kredi büyüme oranları %30-40’lar civarında seyrediyordu ve finans sektörü ekonomiyi fonlar nitelikteydi. Ancak 2016’da kredi talebi ve dolayısıyla büyümenin olmadığı görülüyor. Bankaların kredi verememesi net faiz gelirlerini düşürüyor. Bankalar elindeki nakiti parayı yatırdığı yerde eksi faiz vermek durumunda kalıyor. Dolayısıyla sektöründe ciddi bir yapısal problem olduğu görülüyor. Bankacılık sektörü şu an hisse senedi yatırımcısı bakımından cazip bir yatırım olarak görülmüyor. Bankaların bilanço sağlamlığı her ne kadar iyi olsa da değerlemeleri defter değerlerinin yarısı veya altında işlem görüyor. Analistlere göre bu durum bankaların batık olduğuna değil, bankaların gelir yaratma kapasitesinin düşük olduğuna işaret ediyor.
Öztürk, “Son stres testleri Avrupa bankalarının sermaye ve likidite açısından sağlıklı olduklarını gösterseler de, dünya genelinde yayılan genişlemeci para politikaları yani negatif faiz uygulamaları bankacılık sektörünün dinamizminde önemli değişikliklere yol açıyor. Bununla birlikte negatif faiz oranları bankaların faiz gelirlerini baskı altına alırken, son dönemde görülen cezalarda sektörün karlılıklarını makaslayan diğer unsurlar arasında yer alıyor. Mevcut durumda bankalara ilişkin tabloda görüldüğü üzere, Avrupa’da finansal sistemin istikrarına ilişkin oluşan soru işaretleri önümüzdeki dönemlerde en çok konuşulan gündem maddeleri arasında başı çekeceğe benziyor’’ diye konuştu.
Bankalar yeni pazar arayışında
Avrupa bankacılık sektörü için büyük problemin karlılık durumu olduğu belirtilirken, bankaların 2010 yılından bu yana ortalama öz sermaye getirisinin yüzde 4'le çok düşük seviyede olduğu ifade ediliyor. Bazı faiz oranlarının negatif olması ve yatırım eğrisinin yatay olmasıyla faiz gelirlerinin baskı altında olmaya devam ederken, düzenleyiciler ilk etapta karlılığa zarar verecek daha yüksek sermaye gereksinimleri talep ediyor. Dolayısıyla banka hisselerinin çok fazla bastırılmış karlılık görünümüyle aşağı yönlü görünümde kalması olağan bir durum olarak görülüyor. Bu yüzden de sektörün karlılığı destekleyecek şekilde yeni iş ortamına, yani sıfır ya da negatif faiz oranlarına ve yeni düzenlemelere yönelik iş modelleri uyarlamak zorunda. Bu da bankacılık sektörünün yapısını büyük ölçüde değiştirecek gibi görünüyor. Avrupa bankalarının işten çıkarmalar ve küçülme yoluyla yeniden yapılandırma süreçleri devam ediyor. Bankalar Avrupa’da bulamadıkları fırsatları dünyanın başka yerlerinde arıyor. Bankaların gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere daha küçük, çevik, odaklı ve karlı piyasalara odaklanmaya çalıştıkları görülüyor. Gelişmekte olan ülkelerin başlıca avantajının karlılığın hala görece yüksek olmasından kaynaklanıyor. Avrupa’da faizler eksi seviyelerden bazı gelişen ülkelerde %10-12 civarında seyrediyor. Kur riski yöneldiği takdirde bono yatırımında dahi ciddi faiz getirisi olduğu belirtiliyor. Ancak analistlere göre Latin Amerika, Asya ve Afrika ülkelerinden sağlanan getiri bankaların gelirlerinde görece küçük bir bölümü oluşturuyor.
- Bankalar gelir yaratma girdabından çıkma yolu olarak daha dinamik, daha hızlı büyüyen, kredi talebi veya bankacılık hizmetlerine talep olan ülkelere gitmeyi deniyorlar. Dijital bankacılık hız kazanırken, KOBİ bankacılığı ivmeleniyor.
Negatif faiz baskı yaratıyor
Avrupa bankacılık sektöründe yaşanan baskının önemli bir kısmı negatif faiz oranlarından kaynaklanıyor. Avrupa Merkez Bankası’nın söz konusu uygulamayı hayata geçirmesinin ardından Avrupa’da bankacılığın en kötü performans sergileyen hisse senedi sektörü olduğu görülüyor. AB’nin yaşadığı ve derinleşmesi olası resesyon endişesi, para politikalarının normalleşmesini engellemeye devam ettiğinden faizlerin yeniden normal seviyelere çekilmesi ihtimali de bu aşamada zayıf görünüyor. Özdemir, “Negatif faiz oranları, düşük talep ortamı gibi önemli değişkenlerin etkisinde yara alan Avrupa Bankacılık sektörü içerisinde şu aşamada gündemi İtalyan bankacılık sektöründeki batık krediler meşgul ediyor.
Bunun yanı sıra, siyasi gelişmelerin Avrupa’da mali ve parasal politikalarda güçlü duruşu engellemeye devam edebileceğini de belirtebiliriz. Burada ilerleyen süre zarfında, en önemli siyasi risk faktörlerinden birisi de bu sonbaharda yapılacak olan İtalya Anayasa değişikliği referandumu olacak. Bu tür siyasi belirsizlikleri oluşturacak gelişmelerin de aynı şekilde İtalya üzerinden Avrupa’ya bankacılık sistemi yoluyla yansıması beklenebilir. Avrupa’da siyasi belirsizlikler sürecinin devam etmesi ve emtia fiyatlarında 2015 Eylül-Aralık döneminde gördüğümüz satışın benzerine şahit olmamız durumunda beklenen de hızlı bir şekilde başta İtalyan bankaları olmak üzere kurtarma paketlerine ilişkin fiyatlamaları görebiliriz. Bu da aynı zamanda, uluslararası bağları oldukça yüksek olan Deutsche Bank üzerinden de benzer bir fiyatlamanın oluşmasına yol açabilir” dedi.
Morgan Stanley uyarmıştı
Morgan Stanley analistleri 2016 yılı başında, Avrupa Merkez Bankası’nın mevduat faizini negatif bölgede daha da fazla indirerek banka karlarını yüzde 10 kadar düşürebileceği tahmininde bulunmuştu. Analistler ayrıca Euro bölgesinde kredi büyümesinin zayıf seyretmesi nedeniyle bankaların verecekleri yeni kredilerden gelirlerini artırmasının zorlaştığını belirtmişlerdi. Analistler, “Rekor düşük seviyede seyreden faiz oranı bankaların kredi vermekteki karlarını oldukça daralttı. Yeni regülasyonlara uymanın maliyeti ve geçmiş döneme ilişkin yasal ödemeler de bankaların karlarını olumsuz etkiliyor” yorumunda bulunmuşlardı. Morgan Stanley'e göre, negatif faizin etkileri AMB'nin kredilerdeki hedeflerinin tersine gerçekleşiyor ve negatif faiz, Euro Bölgesi bankalarının bölge içinde kendi ülkeleri dışında kredi vermekten kaçınmasına neden oluyor.
Geleneksel yollar bankacılık krizlerini çözemiyor
Avrupa bankalarının hisse senetleri, eksi faizlerin olumsuz etkisi ve İtalya'da bankacılık sektörünün içinde bulunduğu uzun süreli krizin güveni azaltmasıyla kayıplarını genişleterek Ağustos ayına kötü bir başlangıç yaptı. Eksi faizler ve cansız ekonomi, Avrupa bankalarının karlarını artıracaklarına olan güvenin azalmasında etkili oldu ve bankacılık hisseleri düşüş kaydetti. 2016 yılında yüzde 33 ekside bulunan Euro Stoxx Bankacılık Endeksi, yatırımcıların Avrupa hisse senedi piyasalarına ilişkin yüksek beklentilerini azalttı.
Analistlere göre; geleneksel para politikaları kullanılmaya devam edilirse dünya, yeni bir bankacılık kriziyle mücadele edemeyebilir. Gelişen ekonomilerde borçla fonlanan yatırımları ya da artan talebi karşılayacak tüketimi cesaretlendiren hükümet politikaları riski artırıyor ve artık geleneksel yollar bankacılık krizlerini çözemiyor. Çözüm için ise; bankaların daha güçlü kazançlara ve batık kredileri düzenleyecek endüstriyel reformlara ihtiyaç olduğu belirtiliyor.