Altın standardı neden sürdürülebilir değil?
Son zamanlarda yapılan altın standardına dönüş çağrılarının çoğu, Bretton Woods ve öncesinde olduğu gibi altın paritesine dayalı sabit kur sistemlerine dair bir nostalji etrafında dönüyor. Burada göz ardı edilen şey, altına dayalı en az iki eski sistemin de tıpkı Bretton Woods gibi çökmüş olmasıdır.
Her iki durumda da çöküş rezerv para birimlerine -Bretton Woods’ta ABD doları ve öncesinde İngiliz sterlini- yapılan büyük spekülatif saldırılardan kaynaklanıyordu. Bu spekülatif saldırılar da birbirlerine göre denge düzeylerinden ciddi şekilde uzaklaşmış döviz kurunun bir sonucuydu. Zira, önemli para birimlerinin sabit döviz kurunu sürdürmek için gereken altın rezervi bulunmuyordu. Altın standardında, döviz kuru altın paritesine sabitlenmişti. Dolayısıyla, sistemin güvenliğini ve düzgün işleyişini sağlamanın anahtarı para biriminin tamamen altına çevrilebilir olmasıydı. Bu noktada, merkez bankalarının bu konvertibiliteyi sağlamak için yeterli altın rezervi bulundurması gerekmekte ve asıl sorun da burada yatmaktaydı. Bu noktada üç temel sorun ön plana çıkıyor. İlk olarak, herhangi bir sabit döviz kurunda olduğu gibi, tam konvertibilite, hükümet için çok büyük bir koşullu yükümlülük doğurmakta ve piyasa spekülatörlerinin hükümetin bu yükümlülüğü yerine getiremediğini düşündüğü zaman saldırılar gerçekleşmektedir. Spekülatörlere göre, hükümetin zorunlu olarak tek bir döviz kuruna bağlılığı tek yönlü bir seçenek anlamına geliyor ve bu durum Merkez Bankası zararına serbest satım opsiyonu sunuyor.
İkinci önemli sorun rezerv bulundurmanın gerektirdiği maliyettir. Altının iyi korunması doğrudan maliyetlerinin yanı sıra, çok daha büyük bir fırsat maliyetini beraberinde getiriyor. Rezervler döviz cinsinden olduğunda, merkez bankaları genellikle aynı para birimi cinsinden devlet tahvillerine yatırım yapar. Bu, merkez bankasının rezervlerinden getiri elde edebileceği anlamına gelir. Ancak rezervler altın olduğunda böyle bir getiri mümkün olmadığı gibi, rezervler genellikle yüz milyarlarca olduğundan getiri kaybı da çok yüksektir. Altın kazanç getirmeyen bir varlık olduğu için, artan altın fiyatları sermaye kazancını mümkün kılsa da, tam tersi bir durum da aynı derecede mümkündür. Aksi iddialara rağmen, 5 veya 10 yıllık bir fiyat grafiğinin göstereceği gibi, altının diğer emtialardan çok da farklı olmayan bir fiyat dalgalanması vardır.
Üçüncü temel sorun ise, altına dayalı kuru rejimlerinin hükümetleri kısıtlama gibi bir dezavantajı vardır. Zira hükümetler, böyle bir rejimi benimsediklerinde, para politikası başta olmak üzere politika esnekliğini yitirmektedir. Ayrıca, altın rezervlerinde aynı oranda bir genişleme olmadan parasal genişleme mümkün olmadığından, konjonktür karşıtı politikaların yapılması da kolay değildir. Telafi edici önlemler alınmadığında, mevcut makro-ekonomik dalgalanmalar özellikle gerileme dönemlerinde daha da artar. Şayet yavaş ekonomik büyüme ihracatta düşüşü beraberinde getirirse, ortaya çıkan ticaret açığı nakit çıkışına ve altın rezervlerinin azalmasına yol açacaktır.
Döviz kurunun zemin bulabilmesi konusunda hükümetlerin para arzını azaltma dışında neredeyse hiçbir seçeneği yoktur. Böyle mecburi bir konjonktür yanlısı tutum, ekonomik gerileme dönemini tam anlamıyla bir resesyona dönüştürebilir. Hükümetleri bu sistemden çıkmaya iten şey bu politika esneksizliği ve ülke refahını döviz kuru istikrarına tabi kılma ihtiyacı idi. Dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’u Bretton Woods sisteminden çıkmaya zorlayan ABD’nin sefahati olsa da, diğer hükümetlerin de esnek olmayan ve oldukça kırılgan bir sistemde kalmak ya da onu yeniden canlandırmak için neredeyse hiçbir sebebi yoktu. Kısacası, kuru ve piyasaları etkileyen birçok öngörülemeyen gelişmenin yaşandığı günümüzde, konjonktür karşıtı politikalara duyulan ihtiyaç elzem olsa da, altın standardı buna izin vermeyecektir.