Ahlak, ekonomi ve boykot ahlakı
Ahlak, “İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan maddi olmayan nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradi davranışların bütünü” olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareketle ahlakın konusunun insan olduğu anlaşılmaktadır zira dünyada kendi duygu, düşünce ve davranışları hakkında iyi veya kötü şeklinde değer hükümleri veren tek varlığın insan olduğu ifade edilebilir (Çağrıcı, 1985). Ahlakın kaynağının ne olduğuna ilişkin sorunun cevaplandırılması ahlaki kuralların kökeninin nereye dayandırıldığında saklıdır. Şüphesiz bu soruya verilecek ilk cevap dindir. Ancak dinin dışında akıl, duygu ve kuralların da ahlakın kaynağını oluşturabileceği ifade edilebilir. Bunlar arasında güçlü bir etkileşim olduğu kabul edilse de ahlakın din ile birlikte veya birlikte olmayan başka kaynakları olduğu daha ikna edici görülmektedir (Demir, 2013a). Ahlakın konusu üzerindeki görüşlerin hepsinde ruhsal ve sosyal unsurları içerdiği genel kabul görmektedir. Bu anlamda ahlak ile insanın ruhsal yaşayışı arasında önemli bir ilişki mevcuttur. Refleks ve içgüdüsel hareketler şuursuz yapıldığı için ahlakla ilişkisi yoktur. Düşünen varlık olan insanın serbest kararlarının eseri olan davranışlar ahlaki sayılabilmektedir. Ayrıca ahlakın sosyal unsurlar içerdiği de yadsınamaz bir gerçektir zira ahlakilik insanın önemli ölçüde diğer insanlar üzerindeki hal ve davranışlarını kapsamaktadır (Topçu, 2017).
İktisadi yaşam ve ahlak
İktisat ve ahlak arasındaki ilişkileri farklı açılardan değerlendirmek mümkündür (Orman, 2014). Bunlardan birincisi ahlaki davranışları iktisadi açıdan ele almaktır. İktisat biliminin ahlak ile ilgili genel yaklaşımının nötr olduğu dikkate alındığında bu yöntemin tarihsel ve köklü bir geçmişe sahip olduğu pek söylenemez. Her ne kadar modern iktisadın kurucusu olarak bilinen Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği kitabından önceki eserinin adı Ahlaki Duygular Teorisi hatta kendisi de bir ahlak hocası olsa da iktisat bilimindeki gelişmeler bu minvalde olmamıştır. İktisatçıların ahlak konusuna ilgisi son elli yılda artmış ve nihayetinde iktisat ve ahlak arasında köprü kurmaya yönelik çalışmalar yapan Amartya Sen’in 1998 yılında Nobel İktisat Ödülüne layık görülmesi ile ivme kazanmıştır.
Bireysel çıkarlar ile ekonomik adam kavramlarına gereğinden fazla önem verildiğini kabul eden, özveri, işbirliği, ahlaki değerlerin rolü ve insanlığın refahın artırılmasında bir dizi sosyal, ekonomik ve politik kuruma vurgu yapan yeni iktisadi yaklaşımlar ortaya çıkmaktadır. Toplumun ve ekonomik sistemin yeniden düzenlenmesinden ziyade ekonomik çıkarlarının peşinde koşan adamı ahlaki açıdan bilinçli bir insana dönüştürmek mümkün olursa İslam ekonomisi ile konvansiyonel ekonomiyi birbirine yakınlaşarak birlikte insanlığın karşı karşıya olduğu bir takım problemlerin çözümüne götürebilir (Chapra, 2009).
İktisat ve ahlak arasındaki ilişkiyi ele alan ikinci yaklaşım ise iktisadi yaşamı ahlaki prensipler ışığında analiz etmektir ki bu yaklaşımın temelleri Eski Yunanlı Filozoflara kadar dayanır. İslam dünyasında Farabi ile başlayan çalışmalar Gazali, Tusi ve Kınalızade ile devam etmiş ve böylelikle günümüze geniş bir literatür taşınmıştır. Nitekim Kınalızade Ahlak-ı Alai adlı eserinde parayı en önemli politik araçlardan biri olarak değerlendirmiş ve paranın adaleti sağlama ile işbölümü ve uzmanlaşmayı geliştirme fonksiyonundan bahsetmiştir. Kınalızade’ye göre para, iyi bir yönetim sergilemek ve devlet içinde düzeni sağlamak için gereklidir ve devlet başkanın kontrolü altında olmalıdır. Devlet başkanının da ilahi kanunlara uyma zorunluluğu bulunduğundan sonuç olarak paranın da dini prensiplere uygun bir şekilde değerlendirilmesi ve kullanılması gerekecektir (Oktay, 2015)
İktisadi yaşamdaki temel ahlaki prensipler
İnsandan beklenen ahlaki davranışlar sosyal hayatın her aşamasında olduğu gibi ekonomik yaşamda da geçerlidir. İnsana verilen her imkân ve ona tanınan her hak aynı zamanda onun sorumluluğunu da artırmaktadır. Tirmizi’den nakledilen bir hadiste Hz. Muhammed (SAV) şöyle buyurmaktadır: “Ahirette insan hayatını nerede tükettiğinden, servetini nasıl kazanıp nerede harcadığından, ne gibi işler yaptığından, bedenini nasıl yıprattığından ve bildiklerini yaşayıp yaşamadığından sorguya çekilmedikçe Allah’ın divanından ayrılamaz.” Bu kapsamda İslam’ın temel prensipleri ışığında insanın üretim, tüketim ile gelir elde etme ve harcamaya ilişkin konularda dikkat etmesi gereken ahlaki prensipler şu şekilde sıralanabilir (Çağrıcı, 1985):
- Gelir elde etmeye yönelik tercih ve çabalarında bireysel ve toplumsal sonuçları ile ahiret gününü dikkate alarak karar vermek;
- Toplumun maddi ve manevi açıdan olumsuz etkileyebilecek, dinen yasaklanan şeylerin üretim, tüketim ve ticaretinden uzak durmak;
- Mesleki bilgisini ve uzmanlığını geliştirerek yaptığı işin veya ürettiği malın niteliğini artırmak;
- Çalışanların ve/veya işverenlerin haklarını gözeterek kendisine verilen emaneti hakkıyla yerine getirmek;
- Tüketim tercihlerinde orta yolu tercih ederek israfta bulunmamak, lüks ve gösteriş için harcama yapmamak;
- İhtiyacı olanlara yönelik yardımda bulunmak ve servetini insanların istihdamını/ gelirini artırıcı faaliyetlere tahsis etmektir.
Ahlaki prensiplere bağlı bir bireyin bu amaçla gerçekleştirdiği tüm eylemleri aslında uzun vadeli bir yatırım olarak değerlendirilebilir. Bu dünyada gerçekleştirilen ahlaki davranışlar bir kısmı bu dünyada bir kısmı ise öbür dünyada üstelik kat kat fazlası olacak biçimde kişinin karşısına çıkacaktır ki bu oldukça avantajlı bir yatırım olarak değerlendirilebilir (Demir, 2013b)
Sonuç yerine: Boykot ahlakı
İktisadi hayatın tüm süreçlerinde ortaya çıkan olumsuzlukların önemli bir kısmı tarafların ahlaki kuralları görmezden gelmesine dayalıdır. Tüketici, firma ve kamunun tüm ekonomik faaliyetlerinde toplumsal (makro) çıkarları maksimize etmek yerine kişisel (mikro) çıkarları öncelemesi, tüm ekonomik birimlerin katlanması gereken işlem maliyetlerini artırmaktadır. Bunu ortadan kaldırmanın veya azaltmanın yolu ise tüm davranışlarla birlikte ekonomik tercihlerde de ahlaki bir tutum sergilenmesinden geçmektedir. Bir terzi Abdullah bin Mübârek'e şöyle sorar: “Ben sultanların elbiselerini dikiyorum, acaba onların yardımcılarından sayılır mıyım?” İbn-i Mübârek ise “Hayır, zâlimlerin yardımcıları, ancak sana iğne ve iplik satan kişidir. Sen ise zâlimin tâ kendisisin” dediği rivayet edilir. Gelirini nerden elde ettiğinden hesap sorulacak olan insanın, bunu nereye harcadığından sorumlu tutulamayacağını savunmak mümkün değildir. Dolayısıyla harcama yapılan mal ve hizmetlerin tahsisinde dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunmasına yönelik tercihlerde bulunması gerekir. Bu kapsamda milli ve toplumsal çıkarları zedeleyecek tutum ve davranışlardan uzak kalmakla birlikte, insan olmanın asgari gerekliliklerini yerine getirmek ulusal ve küresel düzeyde katlanılması gereken işlem maliyetini azaltacaktır. Diğer taraftan “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” hadisi de tüm insanlığa bu konuda ışık tutmaktadır. Genel anlamda olmak üzere, kötülükleri el ile değiştirmenin yöneticilerin, dil ile değiştirmenin âlimlerin; kalp ile değiştirmenin de bunlara güç yetiremeyen zayıfların, avamın görevi olduğu yönünde bir kanaat mevcuttur. Bireysel anlamda bunu sağlamanın en zayıf yolu da, başta insanlığa karşı suç işleyenler olmak üzere bunu destekleyen kişi, firma, kurum ve devletlerin ekonomik çıkarlarına yönelik sürekli bir boykottur. Bu amaçla sürdürülecek bir boykot, bir tercih olmaktan ziyade insani ve ahlaki bir zorunluluktur.
* Makalenin önemli bir kısmı TYB tarafından 2018’de yayınlanan İnsan, Ahlak ve İktisat kitabındaki Para- Kur Sistemi ve Ahlak: Kötü Para İyi Parayı Kovar başlıklı çalışmaya dayalıdır.
** Prof. Dr., İstanbul S. Zaim Üniversitesi, İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi, ibrahim. yumusak@izu. edu.tr