Gözü ve namı kara: Üsteğmen Fatma Seher
1.45 boyunda, bir tüfek omzundan aşağı doğru sallanmış, istiklâl ve hürriyet adlı iki kartal, iki omzunda nöbette, fişeklerle sarılı belinde uzun kaması, siyah tabancası ve gümüş saplı kamçısıyla gözü pek bir kadın. Yeşil gözleri ve koyu saçlarını tamamlayan, üzerinden hiç çıkarmadığı kutlu bir üniforma. Gözü pek, kara. Fatma Seher Erden. Entarisi siyah cepken. Başındaki örtüsünün saçakları omuzlarına serpilmiş. Batı Cephesi iyi tanır onu. Yağız bakışlarına sinmiş o karalık, adının önünde ölümsüz bir mahlastır artık. Kara Fatma lakaplı, kahraman üsteğmen. Milis Müfreze Komutanı. 1888 Erzurum doğumlu, bütün bir gençliği cepheden cepheye ateş tokuşturmakla, bir işgalden başka bir işgale kahramanca direnmekle ve her türlü belanın üstüne doğru koşturmakla geçecekti. Alnına böylesi yazılmıştı, alınyazısını büyük bir aşkla sevdi, başka türlüsü mümkün değildi sanki.
Kocası Binbaşı Ahmet Derviş Bey Sarıkamış Cephesi’nde şehit düşünce, ondan yadigâr kalan er tabancasını alarak en yakın cephe hattına koşan Kara Fatma, önce yakın çevresinden katılanlardan oluşturduğu müfrezesiyle direnişe başladı, kongre için Sivas’ta bulunan Mustafa Kemal Paşa’yla görüşerek vazife emrini bizzat onun elinden almayı başaracaktı. İzmit dağlarında Yunan ordusuna karşı gösterdiği usta işi kahramanlığıyla büyük bir takdir kazanmasının ardından çetesiyle birlikte İnönü Savaşları ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katıldı. Büyük Taarruz’un ilk günlerinde yoğun çarpışmalar sırasında General Trikupis’in birliğine esir düşecekse de düşman elinden kurtulup yeniden müfrezesinin başına geçmesi zor olmadı. Adını her yere yazdırmıştı. Kumlu’da, Alaşehir’de, Sivrihisar’daydı.
Düşman neredeyse, Kara Fatma hemen oradaydı ve cesur çetesiyle işgalcilerin tepelerine binmeye hazır bekliyordu.
Bitmeyen harpler, sönmeyen bağımsızlık ateşi ve son mermisine kadar savaşmaya yemin etmiş bir millet. Kara Fatma o milletin bir ferdi olduğunu en iyi bilenlerden biri. Bursa Cephesi’nde harbe girdikten sonra cephe hatlarında çürüttüğü bedeni yorgun düşmüştü artık. Nihayet savaş bitmiş, Türk toprağına göz dikenler bozguna uğratılmış, bağımsızlık kazanılmış, esaret bitmişti. Kurtuluş Savaşı’nın unutulmaz kahramanı Kara Fatma’nın göğsüne bir İstiklâl Madalyası iliştirdiler, gururla taşıyacağı bir hürriyet beratıydı bu. Büyük Zafer gerçekleşmiş, Kara Fatma vazifesini tamamlamış, bu uğurda eşiyle birlikte iki oğlunu da şehit vermişti. Yalnız, yorgun ve gururluydu. Her şeyi unuttu, silahını, üniformasını duvara astı, tabancasını bıraktı. Geçinmesi için bağlanan emekli maaşını kabul etmeyerek Kızılay’a bağışladı. Köşesine çekilip, özgür bir vatan toprağında yaşamayı selamladı.
Geçim sıkıntısı çektiği günlerde yazdığı bir mektupla hatıralarını yayımlayacağını şu sözlerle ilan edecekti, yine ve hâlâ Kara Fatma’ydı. Başı dik, gözü pek: “Muhterem Vatandaşlarım: Yurttaşlarımın bana göstereceği yüksek alaka ve hamiyetlerine güvenerek pek müzdarip olarak yaşamakta olduğum gayrikabili tahammül bu acı günlerime nihayet verebilmek emeliyle bir hatıratımı neşretmek mecburiyetimde kaldığımı teessürle arz ederim.”
21 Haziran 1955'te Darülaceze’nin hastane bölümüne yatırılan Üsteğmen Kara Fatma, 11 gün sonra 2 Temmuz 1955’te kalp yetmezliği nedeniyle 67 yaşındayken vefat etti ve Kasımpaşa’daki Kulaksız Mezarlığı’na defnedildi. Geriye Kara Fatma destanı kaldı, öfkesi ve izzeti elbette. Düşmana korku salan cesur müfrezesi, özgür vatan toprağında yaşamanın bedeli, dağlarda kurşun sesleri, bağımsızlık ateşi, Fatma Seher Erden, entarisi siyah cepken, gözü ve namı kara. Alınyazısını çok sevdi, galiba başka türlüsü mümkün değildi.